Bir fırsatçılık ve yabancılaşma öyküsü
Örgütün Çözüm Süreci’ni araçsallaştırdığı, ahlaki açıdan sorunlu, güvenilirliği olmayan bir muhatap olduğu ortaya çıkmıştı. Erdoğan bu suistimal tablosuna tepki verdi… Böyle bakıldığında Çözüm Süreci’ni durduranın iktidar olduğunu söylemek mümkün olsa da, PKK/HDP tarafının Çözüm Süreci’ni hiç hak etmediğini de belirtmek durumundayız.
Çözüm Süreci’nin Erdoğan’ın Dolmabahçe toplantısından bir süre sonraki çıkışıyla bittiğine dair yaygın bir kanaat var. İktidar ile örgüt arasındaki asimetri dikkate alındığında, bu anlaşılır bir algı. Çünkü Süreç’in esas sahibi ne Öcalan ne de PKK… Bu tümüyle iktidarın iradesi ve tasarrufu ile ilerleyen bir politikaydı. Karşı taraf ne yaparsa yapsın, her eşiğinde AKP hükümetinin yeniden karar almasını ifade etti. Dolayısıyla Süreç’i bitiren de doğal olarak Erdoğan oldu. Asıl sorulması gereken bunun nedenidir… O zamana dek gidişata tahammül eden Erdoğan acaba niye bir anda durdurmayı tercih etti.
Cevap muhalefetin fırsatçılığıyla bağlantılı… Dolmabahçe’de iki ayrı metin okunmuştu ama propaganda cihazları olayı bir ‘mutabakat’ olarak işlediler. Kısa bir zaman içinde hükümetin Öcalan’ın koşullarına ‘evet’ demiş olduğu, hatta bunları taahhüt ettiği izlenimi yaratıldı. Hemen ardından bu ‘mutabakatın’ bir önkoşul olarak alınması gerektiği söylendi. Öyle ki Türkiye örneğin kadın ve ekoloji sorunlarını çözmeden PKK’nın silahlarını Türkiye’den çekmesi gerekmiyordu… Olayın saçmalık noktasına doğru sürüklenmesi Erdoğan’ın çizgiyi çekmesine neden oldu.
Unutmamak lazım ki ateşkes dönemi örgütün bölgede alternatif bir ‘kamu düzeni’ görüntüsü altında kaba kuvvete dayanan bir yozlaşma sistematiği yaratmasıyla sonuçlanmıştı. Diğer taraftan HDP anti-AKP kanada doğru hızla meyletmişti. Örgütün Çözüm Süreci’ni araçsallaştırdığı, ahlaki açıdan sorunlu, güvenilirliği olmayan bir muhatap olduğu ortaya çıkmıştı. Erdoğan bu suistimal tablosuna tepki verdi…
Böyle bakıldığında Çözüm Süreci’ni durduranın iktidar olduğunu söylemek mümkün olsa da, PKK/HDP tarafının Çözüm Süreci’ni hiç hak etmediğini de belirtmek durumundayız. Nitekim artık ‘siyasetin’ Kürt siyaseti ile bizzat Kürt toplumu arasındaki ilişkiye doğru kaydığını görüyoruz. Seçim sonrasında gündeme gelen ‘devrimci halk ayaklanmasına’ halkın destek vermemesi bir yana, örgüt elemanlarına toplu direnç göstermesi yeni bir dönemin başında olduğumuzu gösteriyor.
Bir ihtimal PKK’nın dar ve militan bir coğrafyaya sıkışması ve muhayyel bir ‘kanton’ uğruna kendisini Türkiye politikasından tecrit edecek bir marjinalleşmeye razı gelmesidir. Ya da Kürt siyasetinin artık oportünizmi bırakmasını ima eden bir stratejiye doğru kayması ve bunu inandırıcı kılması gerekecek. Görünen o ki bu ikinci ihtimali Kandil’in kendi başına gerçekleştirecek gücü ve iradesi bulunmuyor. Çare bir kez daha Öcalan’da aranacak… Öcalan sıkışan ve tıkanan KCK’ye yeni bir ‘nefes’ üfleyecek ve örgütün ‘onurunu’ kurtaracak. Böylece Süreç’i yeniden ayakları üzerine oturtanın da önderlik olduğu öne sürülebilecek.
Ne var ki yaşanmış olanı yaşanmamış gibi davranmanın artık bir getirisi yok. KCK’nin kendi samimiyetine ve basiretine önce Kürtleri ikna etmesi gerek. Seçimde kime ne kadar oy gittiği arka plandaki manevi kırılmaya ilişkin bir ipucu vermiyor. Kürtler AKP yanlış yaptığında ondan uzaklaşıp sivil siyasete destek uğruna HDP’ye oy verdiler. Yine verebilirler… Ama iç dünyalarında Kürt siyasetine hızla yabancılaşıyor ve Çözüm Süreci’nin gerçek anlamda sahiplenilmesini bekliyorlar.
Kaynak: Serbestiyet.com
YAZIYA YORUM KAT