1. YAZARLAR

  2. SEZAİ ARICIOĞLU

  3. Bir fincan kahve…
SEZAİ ARICIOĞLU

SEZAİ ARICIOĞLU

Yazarın Tüm Yazıları >

Bir fincan kahve…

17 Mart 2011 Perşembe 19:54A+A-

Kültürlü insanların ahlak çıkmazlarında yardımcı olmak, kültürsüzlere yardımcı olmaktan daha güçtür” (Goethe)

Son dönemde revaçta olan insan hakları özgürlükler çoğulculuk katılımcılık ve benzeri kavramlarla beraber güme giden kaybettirilen ya da kaybettirilmeye çalışılan mahzun bir kavram var; ahlak. Batı’lı terminolojide etik. Yunanca ethos yani töre.

Katılımcılığın çoğulculuğun özendirildiği bu yaşadığımız zaman diliminde insan; haklarına kavuştukça insanı insan yapan değerlere yabancılaşıyor aykırı fikir ve düşüncelere yöneliyor gündelik zevklerin veya kazanımların peşine takılıyor sahip olduğu zeminleri kaybediyor ve en sonunda tanınması güç bir varlık olup çıkıyor. Öyle ki herkes sonuna kadar konuşuyor tartışıyor “bence”ler “bana göre”ler almış başını gidiyor. Bilhassa medya marifetiyle yönetilen bu süreçte adeta tartışılmayan konuşulmayan hiçbir konu kalmaması için yarış yapılıyor. Herkes bildiklerini bilmediklerini; yarım yamalak bildiklerini söylüyor ve bunun adı katılımcılık çoğulculuk oluyor. Ortaya çıkan ise etrafta uçuşan yığınla bilgi ve söz görüş ve düşünce biçimiyle adeta bir curcunayı andırıyor. Ancak bunca sözün arasında dikkatlerden kaçan bu konuşanların yüzde seksenler doksanlar gibi ekseriyetinin özelliği konuştukları ile yaptıklarının birbirini tutmaması. Konuşanlar ile konuşulanların tezatlığının ayyuka çıkması.

Tanım olarak bakıldığında ahlak sözlük anlamıyla bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kurallarıdır denebilir. Terim genellikle kültürel, dinî, seküler ve felsefî topluluklar tarafından, insanların (sübjektif olarak) çeşitli davranışlarının yanlış veya doğru oluşunu belirleyen bir yargı ve ilkeler sistemi kavramı ve/veya inancı için kullanılır. Arapçadır. Hulk sözcüğünün çoğuludur. Hulk ise insanın ruhundaki "huy" dediğimiz bir meleke, özel bir hal demektir. Bu meleke irade ile birleşince iki ayrı tutum olarak karşımıza çıkar. Ya güzel huylar ve bunun güzel neticeleri ya da kötü huylar ve bunun kötü neticeleri. Mesela edeb saygı tevazu cömertlik temiz sözlülük art niyetsizlik v.s. güzel huyun eserleridir. Aynı şekilde kibir sefihlik cimrilik söz taşımak art niyetlilik de kötü huyun sonuçlarıdır.

Bu noktadan ve bağlamdan koparılmadan bakıldığında insan teki veya toplumlar nazari yani bilgi düzeyindeki ahlaktan çok ameli yani fiiliyata dönük ahlaka ihtiyaç duyarlar.

Yıllar yılı ahlak üzerinde fazlaca kafa yorulmuştur mutlaka. Filozofların bazısı  “din” mefhumunu dikkate almadan ahlakı maddeye menfaate zevke lezzete duygulara akla olgunluk hedefine dayandırmaya çalışmıştır. Ahlakı konuşan ve onun üzerine kafa yoran kesimlerin ekseriyeti ahlakın önüne bir başka kelime ya da olguyu koyarak düşünmüşlerdir. Mesela Kant’a göre ahlak “her yerde ve her zaman neyin yapılması gerektiğini değil, neyin istenmesi gerektiğini içerir. Bilinçsiz bir “yapma”nın karşısında, “isteme” bir bilinç ve irade işidir. Buna göre ahlak, özgürlüğün zorunlu bir fonksiyonudur; yani davranışın ahlaksal olarak eşsiz kıymeti, eğilimden dolayı değil, iradi bir iyilik yapıldığında ortaya çıkar.”

İbn Haldun ise ahlakın iki önemli boyutundan birinin sosyal sorumluluk, ikincisinin ise erdemler olduğunu belirtir. Ahlakın temeline adaleti koyar. İnsanların huzuru da mutluluğu da adaletten geçer der. Adalet varsa tüm ahlaki erdemler yerini bulmuş demektir. Farabi’de hemen hemen aynı şeyleri söyler ahlak hakkında. İbn Miskeveyh (940-1030) İranlı ünlü İslam filozofu )ise insan için dört üstün meziyetin olduğunu vurgular. Bunlar hikmet, iffet, şecaat ve adalettir. Var olan her fazilet zıddıyla mevcuttur der ve dört üstün faziletin zıddı ise; bilgisizlik, açgözlülük, korkaklık ve haksızlıktır diye söyler.

İbni Sina ise “Ahlaklı olan kişi ara sıra erdemli fiiller işleyen değil, hayatı boyunca şuurlu davranandır” der. Düşünme, insanın doğruya ulaşmasını sağlar ve düşünen nefs şuurlu davranandır.” diyerek ahlakın bir an için kazanılıp heybeye konan bir şey değil süreklilik ve istikrar taşıması gereken bir olgu olduğundan bahseder. Gazali ise kavramın boyutunu insan diğer insanlarla iç içe yaşadığından ahlakla siyaset iç içedir diyerek siyasetin temel amacının ahlaki kuralların toplumda yaygınlaşması ve uygulanması olarak koyar. İbn Rüşd’de yine ahlakın temeline adalet kavramını koyar. Öyle ki “ Kur’an’ın ayetleri incelendiğinde Allah’ın bütün fiillerinin adaletle nitelendirildiği görülür. Allah, bazı insanların kötülüğe yönelmelerine sebep olan şeyleri aslında kötülüğe sebep olmaktan daha çok iyiliğe sebep teşkil ettikleri için yaratmıştır” der.

Kuranı Kerime baktığımızda ise en genelde ahlakın temeline “görmedikleri halde Rablerinden korkanlar” ilkesini koyduğunu görürüz. Öyle ki henüz vahyin başında ilk mesajlarda ahiret ve hesap günü vurgularına sıkça rastlarız.

 Ancak son dönemde bu böyle olmuyor. Tüm bunlardan sonra düşe kalka el yordamıyla yanıla yanıla belki de yenile yenile gelinen yerde yani bu çağda artık “hatırı sayılır” olmak ya da “hatırı saymak” bilginin girdabında boğulmuş durumda. O kadar hızlı ve baş döndürücü bir bilgilenme yaşıyor ki insanlar hangi bilginin ne zaman ve nerede kimden geldiğini tahlil etmede zafiyetler yaşıyor. Herkes her şeyi biliyor (bilhassa türkiyede) ve bu yüzden kimse kimseye değer vermiyor. Hatırını saymıyor. Bilgi küstahlaştırıyor şımartıyor ve bazen de azgınlaştırıyor. Bilgi çoğu kez adaletin de önüne geçen bir fonksiyon yüklenerek “ahlak”ı da dejenere eden bir yapıya bürünüyor.

Bu anlamda hemen hemen her şey temelinden sarsılıyor ve yaşanan bu değişim içerisinde ilk verilen kurbanlardan birisi ahlak oluyor. Yığınla bilgi çağın pompaladığı gazın da etkisiyle tahammülsüzlüğe her şeyi her zeminde ittifakı bile alternatiflerin dışına itecek kadar eleştirmeye götürüyor. Yepyeni bir kültür yerleşiyor bunun adı da “liberal özgürlük” oluyor. Kemalizm sarsılıyor yıkılan Müslümanların değerleri oluyor. Rejimin felsefi arka planı tükeniyor iflasa giden Müslümanların idealleri oluyor.

Bu hızlı değişim birçok farklı tutum ve davranışı doğuruyor. Değişimi algılayamayıp içe kapanıp kemikleşenler, kendilerini değişimin esintisine kaptırıp duyarlılıklarını unutanlar, mücadele pratiğini ilk algılarından ibaret sayıp durağanlaşanlar, eleştireceğim derken ipin ucunu kaçıranlar, işin içinden çıkamayınca “benim dediğim doğrudur” deyip sıyrılanlar, bilgilenmeyi üç beş internet sayfasında gezinmekle eşdeğer kılanlar, müslüman mahallesinde ittihatçılık oynayanlar, bir fincan kahveyle birlikte emeğin değerini unutanlar, birbirlerine şefkat ve merhamet yerine öfke ve hırsı barındıranlar v.s.

Elbette bunları çok daha fazla örneklendirebiliriz. Fakat “kendimizi temize çıkarmak” gayreti içerisinde tüketilen bir hayatın değeri bir fincan kahvenin hatırına bile denk düşmeyebilir.

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum