Bir Daha Ölmemek İçin Ölmek
Her göz bambaşka seyreyler hayatı. Bambaşka renkte, bambaşka şekilde, bambaşka anlamlar içinde idame ettirir yaşamını.
Alınan her nefeste, bir kaçış vardır aslında. Her can, kendince kaçar bir şeylerden. Hayatın zorluklarından, sorumluluklardan, yoksulluktan, gururdan, şeytandan, nefsinden, sevdiklerinden, işinden, dostundan, acılardan, haksızlıklardan, zulümden, işkenceden, duyulmamaktan, görülmemekten, yalnızlıktan, kalabalıktan, aşktan, korkudan, savaştan, barıştan…
Ve en önemlisi; ölümün bilinmez korkusundan…
Ana rahminde filizlenen can, dünyaya ilk kanat çırpışıyla selamlar ölümü. Dudakları arasından dökülen ilk çığlık, çırılçıplak güneşe merhaba demek ve sımsıkı sarılan kollar arasında merhameti koklamak, daha bir yakınlaşmaktır ölüme.
Kaçıldıkça kovalayan, belalı bir sevdalıdır ölüm. Kol gezer hep çevremizde. Soğuk nefesi eksilmez ensemizden. ‘Ben varım ve hep var olacağım’ diye seremoni tutturur inceden.
Dem be dem, tanınmaz bir kurşun olur, dikilir karşımızda ölüm. Ilık ılık akarken bedenimizden kan, zifiri bir karanlık kucak açmış bekler. Uyuşan bedenimizde, kâh sarhoş bir uyuşukluk, kâh yakamıza yapışan bir korku, kâh anlaşılmaz bir boş vermişlik sarar zihnimizi. Belki de, sonu olmayan bir yalnızlık özlemekte bizi.
Her fert için özel olsa da ölüm, kimi zaman topluca kucak açar insanlığa. Bir nefret, bir intikam, bir öfke yumağıyla saldırır apansız. Dirhem dirhem işler iliklere. Kan kırmızı öpücükler yollar kahkahalar ardından. Puslu umutların, küflü dimağların, nemli nefesini üfler suratlara. Ürperti, korku ve acı okşar boyunlardan. Savrulur zülüfler ve bedenler dehşetle. Gaz bombası, havan topu, damgalanmış bir mermi, bağrına basmaya hazır, azgın bir yangın alevi olur ve gelir ölüm.
Sevinçle yol alırken yarınlara, siyahların, kırmızıların yeri yokken hayatımızda, kazık çakmışken dünyaya, efelenirken engellere, zamanla dans ederken fütursuzca, taparken evlatlara, maddiyata, kadınlara, bilime ve güce, akla getirmezken Nigar’ı, otobüs, uçak, terörist, kaza kurşunu, intikam ateşi, sel, deprem, deniz olur, inadına götürür bizi ölüm.
De ki: “Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma Suresi, 8)
Her âdem bambaşka resmeyler ölümü. Kimi için şeb-i aruz’dur o. Hasretle özlenen, uğrunda mecnuna dönülen, bir anlık kokusu için binlerce candan vazgeçilen, canana kavuşmaktır. Özleme, yalnızlığa, acılara son vermek, murat almaktır. El sallamaktır aydınlığa, toprak kokusunu içine çekmek, onun kendisini çağırdığını bilmek ve alnından öpmektir.
Ölüm,esrarı silen şifrenin ta kendisi,
Ölüm,gerçeğin,veche soğuk esintisi.
Ölüm, bedendeki hayatın kesintisi,
Ölüm, lahzada ki gerçeğin tecellisi.
Ölüm suretin aslı ile birleşmesi,
Ölüm Toprağın can ile yeşermesi.
Ölüm ruhunun terk-i diyar etmesi,
Ölüm mananın madde’den de ötesi.
Ölüm zamanın sekte edip düşmesi,
Ölüm mekanın emir ile göçmesi.
Ölüm varlığın tezahür edip gelmesi,
Ölüm yokluğun zihindeki sekmesi.
(Refik Recep Pelit)
Güç bir imtihan, uzun bir süreç, sabırla harmanlanmış bir mücadele ve havsalanın zorlanarak güneşi görmesinin neticesi, her ‘ben’in sicil karnesidir ölüm. Aynadaki silüetin zahiri, fani ile baki arasındaki bir köprü, boyunlarda taşınan hakikat madalyonudur ölüm.
Aslolan bilmek, kabullenmek ve Hak olana meyletmektir. Dünya denen tarladan toparladığımız güneşleri, ıslak kirpiklere sürebilmektir. Bir Elif miktarı gülümsemeyi öğreten hayata sırt dönebilmek ve elleri uzatabilmektir toprağa. Başa taç olan yıldızlara naçar çığlıklar atmadan, varlığımızı yalayan karanlığı delip geçmek ve güzel güftar ile Nigar’a boyun eğmektir. Hoyratça tüketmemektir hayatı ve eğilip dudaklarından öpebilmektir ölümü.
Hakikat, hasreti değdirebilmek yüreklere ve dimdik yürüyebilmektir ölüme. Mahzun olmak, mahcubane kapanmak secdeye, şairane nameleşebilmektir ölümle. Çehreyi saran limoni rengi perdelemek, bebeksi al yanaklarla cevahir susmaktır Yaradana. Müteessir olmak, ışığa hasret ölüm kelebekleri gibi, canhıraş kanat çırpmaktır Leyla’ya.
Gerçek yüzünü bilmektir dünyanın, bel bağlamamaktır. Feveran etmeden savuşturmaktır İsmailleri kalplerden. Handeler dağıtmaktır İbrahimce narlara. Aşk kırmızısını, şeytan kızılını, umutsuzluk alını ayırt etmektir Hüseyince. Hasbihal için Habib’le, telaş boranına tutulmak, duyumsayabilmektir iremin misk kokusunu. Kulak vermektir mezarlara, duymaktır bir daha ölmemek için ölündüğünü.(Necip F.) Ve hazır etmektir, ruhu ve bedeni Rahman’a.
Ölecegiz; müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!(Necip Fazıl)
Selam ve dua ile.
YAZIYA YORUM KAT