Bir cevabınız yok mu? Özür bile dilemeyecek misiniz?
'Ahlak'ı araçsallaştırmak ile onu benimsemek arasında ciddi bir fark var. Mesela sorunları çözmek için kendi isteklerini merkeze koyan ve başkalarını önemsememeyi seçenler önünde sonunda şiddetle buluşurlar. Nedeni basittir: Başkalarını söyleşiye davet etmez ve onları 'böcek' gibi görürseniz ortak-kalıcı çözümler mümkün olmaz, muhataplarınızı şiddetle 'ikna' etmeye yönelirsiniz. Şiddeti çözüm yolu olarak seçenler, ahlakı geçmişe doğru araçsallaştırırlar. Her türlü ayak oyunu, yalan-dolan, ihanet ve ikiyüzlülük alınacak sonuç ışığında anlam kazanır. Yüce bir amaca ulaşmak için tüm bu ahlaksızlıklar 'erdem' olarak kabul görür. Örneğin Leninizmin 'ahlak' anlayışı böyledir.
6-7 Ekim Olaylarını canlı yaşar ve o korkunç görüntüleri izlerken aklımda bu düşünceler vardı. 16 yaşındaki Yasin Börü ve diğer 37 kişi niçin ve neden bu kadar vahşice öldürülebildi? Bir siyasi parti, HDP ve onun eş başkanı, nasıl olup da sonuçları pekala öngörülebilir böyle bir pogromun işaret fişeğini atmaya istekli olabildi? 'Altmış yaşındayım, ölmeden barışı görmek istiyorum' diyen Öcalan o gün nasıl o açıklamayı kardeşine yaptırabildi? Kandil 40 bin ölümden sonra, tarihin önüne getirdiği bu fırsata nasıl bu kadar kayıtsız kalabildi?
Üstelik bu sorular bilgimiz kısıtlıyken aklımıza geliyordu. Daha sonra Başbakan Ahmet Davutoğlu ve ilgili bakanlar ile Akil İnsanlar 11 saat süren bir toplantı yaptılar. Süreçle ilgili bilinmeyenleri böylelikle öğrenmiş olduk. Dehşetimiz arttı. Verilen bilgiler doğruysa tam bir ahlaksızlık, ilkesizlik, vicdansızlık ve akılsızlık hali ile karşı karşıyaydık.
Akil İnsan grubundan Yıldıray Oğur'un haberinden alıntılarla devam edelim.
'3 Eylül 2014: Hükümet yürütülen görüşmeler ışığında çözüm sürecinde yol haritasını çıkarıyor. MİT Müsteşarı Hakan Fidan yol haritasını görüşmek için İmralı Adası'na gidiyor, %100 mutabakata varılıyor. HDP'li Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder yol haritasını alıp Kandil'e götürüyor, teyit alınıyor. 10 Eylül 2014: Kandil dönüşü bizzat Başbakan Davutoğlu süreci hızlandırmak ve kendi kulağıyla duymak için Buldan ve Önder'le görüşüyor. Başbakan'ın 'Biz bu adımları atarız, peki yol kesmeler adam kaçırmalar, vergi toplamaları, şehir dışında çadırlarda yargılamaları bitirip kamu düzenine aykırı işler yapmamanın garantisini veriyor musunuz' diye soruyor. '15 Ekim'e kadar Türkiye'de illegal tek bir faaliyet kalmayacak, iki hafta içinde değişimi göreceksiniz' garantisi veriliyor.'
Böyle bir ortamda, varılan anlaşmalar, verilen sözler ışığında 6-7 Ekim Olaylarının dehşetinde buluyoruz kendimizi. Peki nasıl oluyor bu? Oğur'dan alalım cevabı:
'Sebep olarak gösterilen Türkiye'nin Kobani politikası ve Kobani'ye yardım koridorlarına izin vermemesi."
11 saatlik toplantının en şaşırtıcı kısmı bu konuda anlatılanlardı. Başbakan Davutoğlu, tezkere öncesi Demirtaş'la görüşmesinde tezkerenin çözüm sürecini engelleyen değil teşvik eden, Kobani'yi de ilgilendiren maddelerini Demirtaş'a iletmiş. Hatta Demirtaş bunları fark etmediklerini söylemiş. Davutoğlu, Demirtaş'tan tezkereye karşı çıkmamasını istemiş. Demirtaş da bu görüşmeden memnun olarak ayrıldığını açıklamıştı.
Peki, Kobani için hükümet HDP'ye neler önerdi, masaya neler geldi? Ve Kürt siyaseti bu tekliflere ne cevap verdi? TSK'nin girmesi: Kabul edilmedi. Özgür Suriye Ordusu'nun girmesi: Hayır. Peşmerge'nin girmesi: Hayır. Afrin'den 100 PYD'linin Türkiye üzerinden Kobani'ye geçiş yapmasının bile masaya geldiğini öğreniyoruz. Bu görüşmeler sürerken 50 PYD'li Kobani'den Türkiye'ye geçince bu geçişin bir anlamı da kalmamış. Ve son olarak sınırdan Türkiye'ye geçmiş 300 YPG'liye Kobani'ye geçmek isteyip istemedikleri tek tek sorulmuş. Sadece 64'ü geçmek istediğini söylemiş ve onlar Kobani'ye dönmüşler. Yani Türkiye üzerinden Kobani'ye yardım ve yardım koridoru alternatiflerinin hepsi masaya gelmiş ama PKK/HDP cephesi bu tekliflere olumlu bakmamış.'
Tüm bunlara Öcalan, Kandil ve HDP'nin cevap vermesi gerekiyor. Altan Tan'ın açıklamaları için 'Partimizin görüşünü bağlamaz' demek yeterli değil.
Başbakan Davutoğlu'nun 6-7 Ekim kalkışmasına dair yaptığı şu tesbit çok önemli:
'Olayları bitiren ne devletin gücü ne de Öcalan'ın mektubu oldu. Olayları çözüm sürecine toplumun inancı ve bu olayların kendi ahlaki meşruiyetlerinin de altını oyduğunu görmeleri bitirdi.'
Çünkü, PKK tarihinin en büyük skandalına imza attı. Böyle bir zaaf göstermelerinin temeldeki nedeni yazının girişindeki ahlaka dair yanlış işletim sistemi. Ahlaki zaaf PKK ve HDP'nin karşısına dikildi. Çünkü muhatapları aynı zaafla karşılık vermedi.
Hükümet 6-7 Ekim karşısında soğukkanlılığını kaybetmedi, milliyetçi klişelere sığınmama, öfkeyle hareket etmeme cesaretini gösterdi. Davutoğlu'nun tesbitine ekleyebileceğim en önemli faktör siyasetin toplumun sağduyusuna uyum göstermiş olmasıdır.
Peki, Kobani konusunda Kandil medyasının ve İran istihbaratının yaydığı yalanları meşrulaştıran, Çözüm Süreci'nin çökmesi, PKK'nın kendisini dev aynasında görmesini amaçlayan, 6-7 Ekim için 'Bu öfkeyi anlayın' diye yazıp çizen, Yasin Börü'nin annesine 'Oğlunuz gerçekten IŞİD'ci miydi' diye soran güruh ve HDP'liler bir özeleştiri verecekler mi acaba?
Bunu, 38 insanın vahşice öldürülmesinden sonra vicdanlarda yeni ahlaka kapı aralamaya dair bir kıpırdanma olmuş mudur, diye soruyorum. Profesyonel olmayıp da, estirilen rüzgarın tesirinde kalarak yanılanların, ister siyasi, ister gazeteci, ister sivil toplumcu olsun, halka bir borçları yok mu?
Hükümeti de eleştirerek yazıya son verelim: Bu bilgiler kamuoyu ile zamanında paylaşılamaz mıydı? Tüm ABD, AB, PKK ve Türkiye'nin malum medyası sürece operasyon yaparken, bu bilgilerin açıklanması faydalı olmaz mıydı?
Yoksa yine bilmediğimiz şeyler mi var?
Yeni Şafak
YAZIYA YORUM KAT