Bir Bayramlık FETÖ Hikayesi
Millet Meclisi’nin açılışını ‘ulusal egemenlik ve çocuk’ bayramı olarak kutlamanın garipliği üzerinde pek düşünmedik. Oraya ‘çocuk’ kelimesini eklememizin nedeni belki de bu alanda hiç büyümeyecek olduğumuzu baştan idrak etmemizdir. Söz konusu egemenliği ‘dış düşmanlar’ karşısında kullanılan bir irade ve direnç olarak kavramamız da muhtemelen bu ‘çocuk’ kelimesini zihnimizde işlevsel bir metafora dönüştürmüş olabilir. Mahallesini savunan çocuklar misali, toprağı başkalarına karşı korumanın ulusal egemenliğin en önemli parçası olduğu açık…
Ancak söz konusu egemenliğin bizim kendimizi yönetme yönü de var. Birbirimizin farklılıklarına, haklarına ve özgürlük alanına nasıl baktığımız bu konularda hala ‘çocuk’ olarak kalıp kalmadığımızın iyi bir göstergesi…
***
Anlatacağım hikaye Orta Anadolu kentlerinden birinde geçiyor ama Türkiye’nin herhangi bir yerinde yaşanmasına mani bir durum olmadığı gibi, benzerlerinin birçok farklı yerde yaşandığına dair fazlasıyla bilgi ve söylenti duymaya devam ediyoruz. Büyük işyerlerinden birinin avukatına günlerden bir gün savcı bir arkadaşından telefon gelir. Savcı avukatın kendisine en kısa zamanda uğramasını ister. Avukatın ziyaretinde çoluk çocuk sohbetinin ardından savcı avukatla ilgili bir soruşturma açılmış olduğunu, kendisinin o şehirdeki astsubayların FETÖ imamı olarak suçlandığını söyler…
Avukat savcıya yıllardır tanıştıklarını, birbirlerini ailece tanıdıklarını, bu iddianın saçmalığın daniskası olduğunu dilinin döndüğünce anlatmaya çalışır, ama zaten savcı da aynı görüştedir. Ne var ki avukatı tutuklamak zorunda olduğunu, çünkü aksi halde başına bir bela gelme ihtimalinin yüksek olduğunu söyler. Avukat ise kendisini kimin ihbar ettiğini ısrarla sormasına karşın cevap alamaz. Savcı bu bilgiyi kendisine vermekle mezun olmadığını vurgular…
Nitekim savcı yakın arkadaşı olan avukatı tutuklayıp hapse gönderir. Birkaç gün sonra avukat arkadaşlığın verdiği imkanla savcıyla yeniden konuşma şansı yakalar. Kendisini kimin ihbar ettiğini öğrenmek için yalvar yakar olur. Nihayet savcının yüreği yumuşar ve ihbarcının adını söyler. Avukat bu ismi ilk kez duymaktadır. Ailesinin yaptığı araştırmadan da bir şey çıkmaz. Ailede kimse bu kişiyi tanımamaktadır…
Hapis macerası birkaç haftayı bulmuşken, avukatın aklına bir girişimde bulunmak gelir. Savcı arkadaşını uzun bir uğraş sonucunda şuna razı eder: Savcı ihbarcıyı çağıracak ve önüne aralarında avukatınki de olan beş fotoğraf koyarak ihbar etiği kişinin hangisi olduğunu soracaktır. Savcı ihbarcıyı davet edip önüne fotoğrafları koyar… Ve ihbarcı avukatın hangisi olduğunu bilemez. Avukatı tanımamaktadır ve hayatında hiç görmemiştir.
***
Bu sayede avukat hapisten kurtulur… İhbarcı ise niçin ihbar etiğini, buna kendisini kimin teşvik ettiğini söylemez. Olayın ardından ne avukat ne de savcı ihbarcının peşine düşmezler. Ne olur ne olmaz başlarına bir şeyler gelir diye korkarlar. Avukat bütün bunların başına niye geldiğini hala bilmiyor. Eğer mesleğinden ötürü fotoğraf göstermeyi akıl etmeseydi ve savcı da arkadaşı olmasaydı bugün bayramı hapiste karşılayacak ve ‘ulusal egemenlik’ üzerinde uzun uzun düşünme fırsatı olacaktı.
Şu an özgür ve herhalde kurduğumuz bu sistemin ne denli ‘çocuk’ kaldığını, FETÖ’sü ihbarcısı ve devleti ile nasıl da bu yapıya cuk oturduğunu kendi çocuklarına anlatmakla meşguldür…
Karar
YAZIYA YORUM KAT