Bir başka Cumhuriyet
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın Anayasa'nın değiştirilemez (değiştirilmesi teklif dahi edilemez) ilk dört maddesini tartışmaya açma önerisi bir isyana yol açtı. Haşim Kılıç'ın önerisi "değiştirmek" değil, "tartışmak". | |
Bu öneriye karşı ihdas edilen suç ise tıpkı askerlerin "laikliği tartışmaya açmak" suçu ihdas etmelerine benziyor. İlk üç madde (dördüncü, bu ilk üçün değiştirilemeyeceği hükmü) Cumhuriyet'e dair soyut kavramları ve prensipleri sıralıyor. Her soyut kavram ve prensip, zengin bir düşünce ve tecrübe dünyasına yaslanır. Tartışmak, bu anlamlar üzerine düşünmek, yorumlamak ve zenginleştirmektir. Tartışmayı yasaklamak ancak dogmalar için yapılır. Bizim hayatımıza şekil veren prensiplerin hiçbiri dogma olamaz. 2. maddede geçen "Atatürk milliyetçiliği"nin onlarca farklı tanımı var. Tartışmazsak hangisini takip edeceğiz? "Sosyal devlet" hangisi? Eskilerin refah devleti mi? Yoksa bugünün kamudan bütünüyle çekilen, her şeyi rekabete açan devleti mi? Ankara'nın başkent olması, neden bu ülkenin değiştirilemez kaderi? Üç madde için bu sorulardan bir düzine üretmek kolay. Soruların hiçbirinin cevabı yok. Çünkü bu maddelerin değiştirilmesinin yasak olmasının yanında tartışılması da yasak. Ama neden? Can Dündar'ın "Mustafa" filmi etrafında dönen tartışmalar, değiştirilemez maddelerin tartışılamamasının sebebini de açıklıyor. Film tartışılırken çok sık söylenen bir söz var: "Seyretmedim, ama karşıyım." veya "Seyretmeyeceğim, çünkü bütünüyle karşıyım." Vahim olan durum bu: Artık okumadan eleştirmek de normal kabul edilecek. Öyleyse durumu açıklamak için bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın psikolojisine eğilmek gerekiyor. Atatürk'ü, tunç heykelleri gibi cansız bir varlık olarak algılayanların niyeti onu dokunulmaz ve erişilmez kılmak değil; kendilerini, doğrudan kendi çıkarlarını korumak. Atatürk'ün cansız imajını da korudukları çıkarlarına bekçi olarak dikmek. Yerleşik çıkar ağlarının oluşturduğu bir statüko var. Bu statüko içinde birilerinin vazgeçemeyeceği iktidarları duruyor. Atatürk'ü bir insan olarak anlatmak donmuş kalmış bu statükonun kırılgan hale gelmesi demek. Çünkü Atatürk'ü bu statüko ve yerleşik çıkar ilişkileri ağı gibi dondurup katılaştırmadan var olanı sürdürmek mümkün değil. "Bir insan olarak Atatürk"e peşinen karşı çıkmanın başka açıklaması olamaz. Heykeller ve büstlerle oluşturulan Atatürk kültünün, Atatürk'e saygı ve bağlılığın bir eseri olmadığını "Mustafa" filmine duyulan tepkiler gayet güzel özetlemiyor mu? Anayasa'nın değiştirilemez maddelerinin tartışılmasına karşı çıkmanın mantığı da aynı. Bu değiştirilemez maddeler, demokrasiyi sınırlamanın, halk iradesini yok saymanın gerekçesi olarak kullanılıyor. Bu değiştirilemez maddeler gerçekten Cumhuriyet ile demokrasiyi karşı karşıya getirmek ve Meclis iradesine ipotek koymak için mi var? Bu maddeleri değiştirmeyelim, tamam; ama bu maddeleri bürokrasinin iktidar gerekçesi olarak kullanmanın mantığını tartışalım. Olmaz mı? Mesele Anayasa'nın ilk dört maddesinin değiştirilmesi değil. Anayasa Mahkemesi başkanının "tartışmaya açmak" sözünü, değiştirmek olarak anlayanlar yanılıyor. "Niye canım, bu maddeler de değiştirilebilsin." itirazında bulunanlar, konunun dışındalar. Bizim bu maddelerden ne anlamamız gerektiğine dair vazıh bir görüşe ve anlayışa ihtiyacımız var. Hiç olmazsa bu dört maddenin neden "seçkinci bir cumhuriyet" anlayışına hizmet ettiğini, bu statükonun hangi yoruma dayandığını anlayalım. Doğru, Cumhuriyet, fazilet rejimi. 85 yıl sonra sorduğumuz soru, bu faziletin neden seçkin bir azınlığın tekelinde olduğu. Neden halk, bu faziletten payına düşeni alamıyor? İlk dört maddeyi tartışarak bu sorunun cevabını bulup, Cumhuriyet'i anonim hale getiremez miyiz? Meselâ değiştirilemeyecek üçüncü maddede "Dili Türkçedir" diye bir cümle var. Bu bir cümle ve öznesi yok. "Kimin dili Türkçedir?" Devletin mi? Ülkenin mi? Halkın mı? Bir cevap lâzım değil mi? Ve bu cevap çok önemli değil mi? ZAMAN |
YAZIYA YORUM KAT