1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Bir Amerikan İsyanı Sahi, Gerçek Provokatör Kim?
Bir Amerikan İsyanı Sahi, Gerçek Provokatör Kim?

Bir Amerikan İsyanı Sahi, Gerçek Provokatör Kim?

“İsyan daha önce işitilmemiş bir dildir.” Martin Luther King, 1966'da CBS News'ten Mike Wallace'a böyle izah etmişti.

02 Haziran 2020 Salı 12:13A+A-

Kaynak: The New Yorker
Çeviri: Abdulfettah İsmail Şenbaş

Bu dil, şimdilerde yüzlerce tutuklamanın olduğu, sokağa çıkma yasağının ilan edildiği, Ulusal Güvenlik Birlikleri’nin çağrıldığı, Minneapolis’te başlayıp, onlarca Amerikan eyaletine sıçrayan ve ülke çapına yayılan bir isyanla birlikte duyulmaya başladı. Bu olayın tek sebebi, bir kanun adamının, bir yetkilinin Güney Chicago Bulvarı, 38. Cadde’de Cup Foods’un hemen dışında bir siyahîyi öldürmesidir. Floyd da, Amerikan hikayesinde onlarca yıllık geçmişe sahip ölümler kervanına katıldı; Breonna Taylor, Freddie Gray, Philando Castile, Alton Sterling, Sandra Bland, Laquan McDonald, Tamir Rice gibi.

George Floyd -Adaletsizlik/zulüm tarihinin bir tescili olan bu korkunç video görüntüsüne girmeden-, Faytoneville, Kuzey Carolina'da doğdu ve henüz gençken annesi ile Houston'a geldi. Üçüncü Bölge’de bir toplu konut projesi olan ve tarihsel açıdan da siyahilerin meskeni kabul edilen Cuney Homes'ta büyüdü.

1981-82 yıllarında Waynel Sexton adında bir kadın, Frederick Douglass İlköğretim Okulu'nda Floyd’un ikinci sınıf öğretmeniydi. Sexton, Floyd’un ölümünü duyduktan sonra, Facebook'ta öğrencisinin “Black History Month” –ABD'de her yıl Şubat ayında Afrika kökenli Amerikalıların tarihlerini yüceltmek amacıyla andıkları gün–   kompozisyonunun bir bölümünü yayınladı. Floyd, “Büyüdüğümde, hakim olmak istiyorum. İnsanlar, Sayın Yargıç bu kişi bir banka soydu dediklerinde, otur bakalım! Diyeceğim. Ve o bunu eğer yapmazsa, gardiyandan onu çıkarmasını söyleyeceğim. Sonra tokmağımı masanın üzerine vuracağım. İşte o zaman herkes sessiz olacak.” diye yazmıştı.

Sexton, eski gözbebeği olan öğrencisinin ölümünün videosunu görünce üzüldüğünü ve “dehşete düştüğünü” söyledi. “Merdivenlerden yukarı çıktım ve onun yazdığı kağıdı buldum. Ben her zaman öğrencilerimin bazı hatıralarını saklarım”. Çocuklara Black History Month’ta “evet, tüm bu ünlü insanları inceledik, gelecekte bu kişilerden hangisi olmak istersiniz” diye sormuştum. Floyd’un, Thurgood Marshall’ı işlediğimiz dersten çok etkilendiğini hatırlıyorum”. Sexton, Floyd’un kompozisyonun altına şu notu yazdı,“Onun rüyası nasıl olur da bir polis memuru tarafından öldürülme kabusuna dönüşebilirdi? Çok fena kalbim kırılmıştı.”

-Bir din adamı ve eski bir köle olarak bilinen- Jack Yates Lisesi’sindeyken Floyd’un boyu dik durduğunda 2 metreye kadar ulaşmıştı. Ve o, iyi bir basketbolcu ve futbolcuydu. Yates'deki bazı yıldız sporcular soluğu NFL ve NBA’de alıyorlardı. Floyd ise basketbol oynamayı umduğu South Florida Community College'a gitti. Ancak bir yıl sonra buradan ayrıldı. Kingsville'deki Texas A. & M. Üniversitesi'ni denedi ve sonunda yerel hip-hop klübünde sahne aldığı Houston'a döndü. Doksanlı yılların ortalarında “Big Floyd” adıyla performans sergileyen Floyd, “chopped and screwed” (Houstanlı rapçilerin kullandığı bir remix yöntemi) tekniğinin ustası DJ.Screw olarak da bilinen Robert Earl Davis’in stüdyoya çevirdiği evinde “Sittin’ on Top of the World” isimli bir rap parçasını kayda almıştı.

Aylık bir dergide yazan Michael Hall, Floyd’un arkadaşı Meshah Hawkins’in Floyd hakkında söylediklerini aktarıyor:

“Onun başı beladaydı, mahalledeki bir çok adamın yaptığı şeylere karışmıştı”. Uyuşturucu bulundurmak ve hırsızlık iddiasıyla tutuklamalar oluyordu. 2009 yılında Floyd, kanlı bir silahlı soygundan dolayı suçlu bulundu ve önümüzdeki dört yıl boyunca Doğu Teksas'taki özel bir devlet hapishanesi olan Diboll Birimi'nde hapsedildi. 2013 yılındaki şartlı tahliyesinden sonra, büyüdüğü mahalledeki insanlara yardım eden “Resurrection Houston” adlı bir kilisede çalıştı. Ertesi yıl Floyd, Minneapolis'e taşındı ve herkesin onu arkadaş canlısı ve çalışkan olarak tanıdığı Conga Latin Bistro adlı bir kulüp ve restoranda güvenlik görevlisi oldu.

Mamafih, salgının başlaması, bar ve restoranların kapanmasıyla Floyd, milyonlarca Amerikalı gibi işsiz kaldı. 
25 Mayıs'ta Cup Foods'taki bir şefe yirmi dolarlık sahte bir fatura verme suçlamasıyla tutuklandı. Minneapolis Polis Departmanı’ndan polislerle karşılaştıktan kısa bir süre sonra yüzükoyun bir şekilde yere yatırıldı.

Derek Chauvin adında beyaz bir polis memuru dizini Floyd’un boynuna bastırdı, diğer üç memur da onu koruyordu. Bu olayı izleyenler tarafından çekilen videolarda Floyd, merhamet için yalvarıyordu. Ölmüş annesine sesleniyordu: “Anne, işim bitti!” Ve o,  “Beni öldürüyorlar dostum” diyerek seyircilerin dikkatini çekmeye çalışıyordu. “Nefes alamıyorum!” diyordu. Bu, altı yıl önce, sokakta dal sigara (tekleme) sattığı iddiasıyla tutuklanan ve  polis tarafından bir çeşit boğma hareketiyle nefessiz bırakılan siyahi Eric Garner'in tekrarladığı yalvarıştı.

Bu videoları öfkelenmeden ve tepkisiz bir şekilde izlemek gerçekten imkansız. Öncelikle burada tam bir pervasızlık ve gaflet örneği var. Suç duyurusuna göre, üçüncü derece cinayet ve ikinci derece kazara adam öldürme ile suçlanan Chauvin, dizini ve tüm ağırlığını sekiz dakika kırk altı saniye boyunca Floyd'un boynunda tuttu ve tamamen tepkisiz hale geldikten yaklaşık üç dakika sonra bıraktı. Olayın tanıklarından birisi Chauvin’e “O bir insan!” diyordu ama o merhamet etmiyordu. Videoyu bu kadar yıkıcı kılan şeyse, zulmün, şarkısını nağmesiyle söylemesi ve yıllar boyunca sayısız ırkçı şiddet eylemine aşina olmamız ya da alışmamız. 

Şimdi, ülke çapında birkaç gündür süren protestoların ardından, sakin olma çağrısında bulunan birçok ses var. Bunlardan birisi de, Floyd'un Minneapolis'te WCCO muhabirine seslenen kız arkadaşı Courtney Ross'tan, “Ateşi ateşle söndüremezsiniz. Her şey yanıyor ve bütün gün bunu izledim. İnsanlar nefret ediyor, nefret ediyorlar, nefret ediyorlar, kızgınlar. Ve o, bunu istemezdi.”

Bir diğer çağrı da, Georgia kongre üyesi John Lewis'ten ve onun sivil haklar hareketindeki M.L.King’in yakın arkadaşından geldi. İleri safha pankreas kanseri olan Lewis, yaptığı açıklamada, Minneapolis videolarını izlemenin 1955'te Emmett Till'in öldürülmesini hatırlattığını söyledi ve bundan sonra olacaklar hakkında ekleme yaptı; “paçayı kurtarma, sahte yargılama ve korkunç hüküm.” Lewis sözlerine şöyle devam etti:

“Atlanta ve ülke genelindeki isyancılara: Sizi görüyorum ve sizi duyuyorum. Acınızı, öfkenizi, umutsuzluk hissinizi biliyorum. Gerçekten de adalet çok uzun süre inkar edildi. Ayaklanma, yağma ve yakma bizim yolumuz değildir. Örgütlenin. Gösteri yapın. Ayağa kalkın. Oy verin."

John Lewis, hayatını defalarca adalet ve sivil haklar için ortaya koyan biri olarak ona saygı duymamak mümkün değil. Ancak açık adaletsizlik karşısında insanın sabır ve dayanıklılık kapasitesi de sınırsız değildir. Oy pusulasının da sınırları var elbette. Minneapolis Belediye Başkanı Jacob Frey ve Minnesota valisi Tim Walz, Demokratik -İşçi Partisi'nin liberal fikirli üyeleri olsalar da nihayetinde, bu George Floyd'un hayatını korumadı.

“Siyahların Hayatı Önemlidir” örgütü kurucularından Alicia Garza, Lewis'e derin saygı duysa da, bu vurgusuyla farklılaşıyor: “Bu tanıdık bir örnek: Barış ve sakinlik çağrısı yapmak ama yanlış yerlere yönlendirmek ”dedi. Neden bir insanın hayatı gözlerimizin önünde söndüğü zaman protesto ve mülkiyet hakkında bu konuşmayı yapıyoruz?” 

Garza, “Zamanımı insanlara eve dönmelerini söyleyerek geçirmeyeceğim,” diye devam etti. “Şu an düşündüğüm tek şey, bu soruşturmada neler olduğu? George Floyd’un ailesi yok edilirken neden dört memurdan üçü hala aileleriyle birlikte evde? Olağanüstü hali, kaos yaratmaya çalışan beyaz milliyetçilerde niçin görmüyoruz? Protestoculara, zarar verilen mallar, metalar hakkında parmak sallayacak zamanımız yok. Hepsi yeniden inşa edilebilir. Mağazalar yeniden açılacak. Bu kesin. Güvence altına alınamayan şey ve emin olamadığımız ise, güvenliğimiz ve gerçek adaletimizdir.”

Bronx ve Queens'i temsil eden Demokrat bir Kongre üyesi olan Alexandria Ocasio-Cortez, durumun kapsamlı bir değerlendirmesini yaptı. “Huzursuzluğun sona ermesi için çağrıda bulunuyorsunuz da, polisin zulmü hakkında niçin suskunsunuz, sağlık hizmetlerinin temel bir insan hakkı olduğunu niçin yüksek sesle söylemiyorsunuz, niçin konut alma veya kiracı olma konularında din, renk, ırk, cinsiyet ve statü ayrımcılığına son verilmesini istemiyorsunuz. Tek istediğiniz baskıya sessizliğin devamıdır.” dedi.

Birkaç yorumcu, 1968 Nisan ayında Dr. King'in Memphis'teki bir otel balkonunda vurulduğu olay ile bu hadise arasında alakasız karşılaştırmalar yaptı. Haziran ayında Robert Kennedy, California ön seçimini kazandıktan sonra Los Angeles'taki The Ambassador Oteli'nde öldürüldü. Vietnam'da, Tet saldırısının ve My Lai katliamının olduğu yıldı. O yaz Chicago'da Demokratik Kongre’de, Başkan Richard Daley, Grant Park'taki savaş karşıtı protestoculara karşı sert önlemler almıştı. Başkanlığı Richard Nixon kazandı. Hatırlanacağı üzere o sıra, grip salgını da vardı; H3N2 virüsü, yüz bin Amerikalı dahil olmak üzere en az bir milyon insanın hayatına mâl olmuştu.

Belki de 1968 ve 2020 hakkındaki en derin hayal kırıklığı; geçen zaman, çar-çur edilen fırsatlar ve lafta kalan sözler. Ceza yargılaması noktasında, hapishanelerdeki nüfus Ronald Reagan'ın yönetiminde patlama yaşadı ve Obama’nın iktidarda olduğu yılların ilk yarısına kadar hızlanmaya devam etti. “Siyahların Hayatı Önemlidir”, 2013 yılında başlasa da, Obama yönetimde bile ırkçılık ve polis istismarı konularında -verilen tüm vaatlere rağmen- belirleyici bir etki oluşturamayağı kanıtlandı.

Artık, ırkçı bir tehdidi tweetleyerek duyurmaktan mutluluk duyan bir Başkanımız var: “Yağma başladığında vurma (silahla) da başlar.” Aslında, ülkeye, bilinçli bir şekilde anlaşmazlık çıkaran, otokratik siyasi saiklere sahip bir demagog liderlik ediyor. Tabi ki her siyasi sorunun cevabı Donald Trump değil. Bundan daha sinir bozucu olan ise, 1989'daki Central Park Beşlisi’ne karşı yürüttüğü kampanyadan, Barack Obama'nın ABD değil Kenya doğumlu olduğunu iddia eden ve bu yüzden de ABD başkanı olmayacağını savunan hareketi, siyasi bir atlama tahtası olarak kullanmasına kadar Donald Trump, bağnazlığı onaylayan veya buna tahammül etmeye hevesli on milyonlarca Amerikalı tarafından seçildi. Tabanın bu desteği herhangi bir şekilde azalmış değil ve hala devam ediyor. Trump’ın Kasım ayındaki yenilgisinden bahsetmekse çok zor. 

Evet, öfke ve bir tür ruhsal çöküntü var. 1978 yılında James Baldwin, “Bugün Amerika Birleşik Devletleri'ne bakmak, peygamberleri ve melekleri ağlatmak için yeterlidir,” demişti. Aynı şey şu an için de söylenebilir. George Floyd'un öldürülmesinden sonraki ayaklanma, bu belirsizliklerin üstüne geliyor. Salgın doğal bir olaydır, ancak bu ülkedeki sonuçlarının kapsamı düşünüldüğünde, özellikle Afro-Amerikalılar ve yoksullara yönelik kayıtsızlığı ve yetersizliği de beraberinde getirmektedir. Siyah Amerikalıların pandemi dolayısıyla ölümleri, beyaz Amerikalıların oranından üç kat fazla.

Artık yeni seçimler için ekonomik başarıları sıralayamayan Trump’ın, 1968'de George Wallace ve Richard Nixon gibi  -kendi kendine hizmet eden hukuk ve düzen çeşidi- “kanun ve düzen” konusunda dönüp dolaşacağı ve propagandasını yapacağı aşikar. O, dizleri üzerine çökerek sessiz ptotestosunu sergileyen NFL oyuncusu Colin Kaepernick'e öfkeyle yükselir. O, bir kanun adamı olan polisin George Floyd'u diziyle öldürme eylemini de istismar eder. Yine o, Michigan’daki eyalet meclisini basan silahlı göstericileri gaza getirir. Çünkü vali, zorunlu olmayan iş yerlerini kapatmasını ve insanların halk içinde maske takmaları gerektiğini söyleme cüretine sahipti.

Trump, MAGA (Amerika’yı Yeniden Büyük/Harika Yap) destekçilerinin sokaklara çıkması gerektiğini Twitter üzerinden üstü kapalı bir şekilde söylüyor. ABD’de suç oranı yıllara göre azalma gösterse de  Trump,  dört yıl önce, Amerikan katliamının distopik bir dünyasının resmini çizerek ülkede korku uyandırdı. Bölmek, ayrıştırmak onun gerçek istidadı. Sahi, burada gerçek provokatör kim?

Eylül 1967'de, ölümünden yaklaşık 7 ay önce M.L. King, Washington'da “ırkçılıkla ruhu zehirlenmiş” bir topluma, bu kötülükle nasıl yüzleşileceği ve üstesinden nasıl gelineceği sorunsalı hakkında bir konuşma yaptı. Bu, Detroit ve diğer birçok Amerikan eyaletindeki ayaklanmanın ardından meydana gelmişti.
King, bu sorunsalı tamamen onaylama, destek çıkma manasıyla değil onun mahiyetini kavrama ve idrak etme mantığı içinde ele aldı. Kent ayaklanmaları, o günün atmosferinde, “yerilebilir beğenilmeyebilir, ama. . . onlar başkaldırı değildir. İsyancılar bölgeyi ele geçirmeye veya kurumların kontrolüne çabalamıyorlar. Bu isyanlar, esas olarak beyazları dumura uğratmak için tasarlanmıştır. Onlar, çarpık bir toplumsal protesto biçimidir.” King, “mülkiyet haklarını istismar ettiklerinden mülhem” yağmalamayı, beyazları şok eden bir tür arınma eylemi olarak vurgulamıştı. M.L. King, bu düşüncesini derinleştirmek için: Victor Hugo’dan alıntı yapmadan da edemiyor: “Karanlıkta bir ruh kalırsa, günahlar işlenecek demektir. Suçlu olan günah işleyen değil, karanlığa neden olandır.”

(David Remnick, 1998'den beri New Yorker'ın editörü ve 1992'den yazarıdır. “Köprü: Barack Obama'nın Yaşamı ve Yükselişi” nin de yazarıdır.)

HABERE YORUM KAT

2 Yorum