Bir Amerika Hikâyesinden Bize Kalan
Amerika’da haksızlığın, hukuksuzluğun tarihi Amerika’nın batılılar tarafından keşfine kadar geri götürülebilir.
ERKAM KUŞÇU / HAKSÖZ-HABER
Hukuku merkeze alarak düşünecek olursak yakın dönemde özellikle siyahilerin hak mücadelesi Türkiyeli Müslümanlar nezdinde de oldukça ilgi gördü. Öncelikle bu insanlara yönelik yapılan aşağılayıcı politikaların yarattığı mağduriyetler ve Müslüman önder Malcolm X’in Amerika’da verdiği mücadele sonucunda şehit edilmesi bu ilginin artmasına sebep olmuştur denilebilir. Obama’nın iktidardaki son yıllarında artan, Donald Trump’ın Amerikan başkanlığına seçilmesinden sonra iyice ayyuka çıkan siyahi ayrımcısı politikaların yansımaları sinemada da karşılığını buluyor. Son yıllarda Hollywood sineması oldukça artan bir şekilde siyahilerin hak mücadelesine yönelik yapımlar üretiyor. Bu durumun da farklı bir siyasi perspektifin Hollywood üzerinde ki tesirinden kaynaklı olduğu düşünülebilir ancak bizim dikkat çekmek istediğimiz nokta biraz bunun dışında yer alıyor.
Just Mercy (2019) isimli yapım, 1987 senesinde oldukça kısa süren bir yargılama neticesinde beyaz bir kadını (Ronda Morrison) öldürmek suçlamasıyla mahkûm edilen Walter McMillian’ın hikâyesini merkezine alıyor. McMillian, cinayetin işlendiği saatte pek çok arkadaşıyla beraber olmasına; yani birden fazla şahit olmasına rağmen suçsuzluğunu “kanıtlayamadığı” için elektrikli sandalyede ölüm cezasına çarptırılıyor. Hücresinde, verilen kararın uygulanacağı günü beklemeye başlayan McMillian’ın yolu “Eşit Adalet Girişimi” isimli organizasyonun kurucusu avukat Bryan Stevenson ile kesişiyor. Amerika’daki hak ihlalleri için oluşturulan ve müvekkillerinden ücret talep etmeyen bu organizasyon McMillian’a yeniden yargılanma yolunu açmak için girişimlerde bulunmasına, özellikle McMillian’ı mahkûm edilmesine sebep olan tek tanığın mahkûmiyete sebep olan ifadesini reddetmesine rağmen verilen ölüm cezası kaldırılmıyor. Haksız yere tutsak edilen ve ailesinden (eşi ve üç çocuğundan) uzak bırakılan McMillian’ın verdiği mücadele en sonunda yerel mahkemeden alınarak ulusal mahkemeye taşınıyor. Tabi ki bu durumun mümkün olmasında basının (60 Minutes programının “McMillian özel dosyası” isimli bölümünün tek başına yaptığı etki bile önemli) vakaya zaman içinde artan ilgisi oldukça etkili oluyor. Yıllarca süren bu mücadele en sonunda McMillian’ın özgürlüğüne kavuşmasını sağladı. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için adalet, basın ve örgütlü toplumsal yapılar nezdinde inisiyatif alınarak uzun soluklu bir mücadele perspektifi ortaya konuldu. Tabi ki karşılarında WASP olarak nitelenen beyaz ırkçı grupların devlet içerisinde varlığına ve toplumsal karşılığına rağmen… Filmin sonunda McMillian ile beraber hapis yatan ve 30 yıllık hak mücadelesinin neticesinde “yanlış deliller” sebebiyle hapis yattığı anlaşılan Anthony "Ray" Hinton’ın 2015 senesinde salıverilmesinin görüntüleri izleyiciyle buluşturuluyor.
Yeni bir infaz düzenlemesi gerçekleştirilen Türkiye’de bu hikâyenin hatırlatacağı sayısız mağduriyet olduğu unutulmamalıdır. Türkiye’de hak ihlali yaşayan insanların hukuk mücadelesine dikkat çekmek için Sivas davası mağdurlarını akla getirmek bile yeterlidir. Madımak olaylarının yaşandığı gün Sivas’ta olmadığı belirlenen insanların dahi 27 yıldır hapiste, ailelerinden ayrı bırakıldıklarını düşündüğümüzde, McMillian ve yüzlerce siyahinin yaşadıklarının akla gelmemesi mümkün değil gerçekten. Ancak Amerika’daki benzeri toplumsal çevrelerin Türkiye’de yaşanan mağduriyetlerin sesini kesme girişimleri adalet arayışındaki insanları engellememelidir! Azgın azınlıkların tepkilerinden korkularak “alınamayan” kararların ortaya çıkarttığı zulmün artık saklanacak, gizlenecek bir tarafı kalmamıştır. Bir tek Sivas mağdurları değil daha yakın dönemde “genç evli” ailelerin yaşadığı zorlukları da unutmamak lazımdır. Tek başlarına ailelerinin geçimlerini sağlamaya çalışan kadınların, kocalarına vurulan tecavüzcü damgasıyla çocuklarını büyütmek zorunda kaldıklarını ve tüm bunların hukuk adına yaşanıyor olmasının trajik tarafını gündemleştirmek zorundayız. Sayıları on bine yaklaştığı söylenen ailelerin mağduriyeti yine benzeri bir azgın azınlık tarafından yok sayılmaya çalışılmaktadır. Yine aynı şekilde beraat kararına rağmen memuriyete dönemeyenler, uzun ve gerekçesiz tutukluluk süreçleri, yetersiz delile rağmen çıkan mahkûmiyet ve tutuklama kararları, parçalanmış ailelerin durumu, adaleti zora sokan uygulamalar vicdanları yaraladı.
Özeleştirinin bir gereği olarak asıl kırılmayı da İslami camialar olarak biz yaşadık. Yaşanan son süreçte değerlerimize ve kimliğimize dönük sorgulamaları ne kadar gerçekleştirdiğimiz tartışmalı bir konu olarak önümüzde durmaktadır. Ancak başta Sivas davası mağduru Müslümanlar olmak üzere hak ihlallerini dile getirmek için elimizden ne geliyorsa yapmamız öncelikle kulluk vazifemizdir. Zira adalet bizim için vazgeçilmesi mümkün olmayan temel dayanağımızdır. Öyleyse adaleti ayakta tutmak, hukukun bağlayıcılığını vurgulamak adına birbirimize karşı müşfik zalimlere karşı ise vakarlı bir duruş ortaya koymamız gerekmektedir. Açıkçası zamanında Türkiye’ye çağ atlatan işler gerçekleştirenler, tüm eksikliklerine rağmen bu mağduriyetleri gidermek için de bir şeyler yapacak olanlardır. En azından suça özel af yolu açılmışken yapılabilecek düzenlemelerle ihlallerin önüne geçilip mağduriyetler giderilebilir. İnfaz yasası düzenlemesi “merhameti” hatırlamak için bizlere bir fırsat sunabilir. Bu fırsatı değerlendirmek umuduyla…
HABERE YORUM KAT