1. HABERLER

  2. HABER

  3. BİYOGRAFİLER

  4. Bir akıncı beyi: Ekrem Hakkı Ayverdi  
Bir akıncı beyi: Ekrem Hakkı Ayverdi  

Bir akıncı beyi: Ekrem Hakkı Ayverdi  

Taha Kılınç, bugünkü yazısında bir Osmanlı mühendisi olan ve başta Ayasofya olmak üzere birçok kadim eserde adı olan Ekrem Hakkı Ayverdi’yi (1899-1984) konu edinmiş.  

23 Nisan 2025 Çarşamba 18:00A+A-

Bir akıncı beyi  

Taha Kılınç / Yenişafak  


“1899’da İstanbul’da doğdum. Büyükbabam 150 sene önce Bolu’dan İstanbul’a gelmiş, büyükanne tarafım Isparta cihetinden. Onların İstanbul’a gelişleri ise 200 sene evveline rastlıyor. Yâni İstanbulluyum. Ama vaktiyle bir konferans vermiştim. Orada demiştim ki: Ben hem Bosnalıyım hem Budinliyim, hem Üsküplüyüm hem Atinalı hem Sofyalıyım, hem Erzurumlu hem Erzincanlıyım. Fakat İstanbulluyum. Hiç ayırmam.”  

Baba tarafından nesli Ramazanoğulları’na, annesinin nesebi de bugün Budapeşte’de medfun meşhur Gül Baba’ya dayanan Ekrem Hakkı Ayverdi (1899-1984), Osmanlı ve Anadolu coğrafyasına yaklaşımını bu cümlelerle özetlemişti. Kendisinin hayatı da söz konusu geniş ufkun pratik örneklerini bir arada barındırıyordu:  

1920’de Mühendis Mektebi’nden mezuniyetinin ardından 1950’lerin başına kadar devam edecek olan müteahhitlik mesleğine başlamıştı. Çocukluğunun geçtiği Şehzadebaşı semtinin tarihî ve kültürel atmosferinden aldığı ilhamla, mesleğini “mazinin ihyası” hedefine adamış, İstanbul ve Trakya’da çok sayıda tarihî eserin restorasyon projelerini gerçekleştirmişti. Sadece müteahhitlik yapmakla kalmayan Ayverdi, ayak bastığı ve çalıştığı bütün muhitlerde aynı zamanda sanat eserleri, mushaflar, hat levhaları, nadide kumaş ve çiniler toplamış, bir nevi “âsâr-ı atîka koleksiyoncusu” hüviyetine de bürünmüştü.  

Ekrem Hakkı Ayverdi’nin elinin değdiği işlerin listesi oldukça kabarık. İstanbul’daki restorasyonları: Ayasofya Camii, Lâleli Camii, Heybeliada Camii, Vakıf Gurabâ Hastanesi, Zeynep Hanım Konağı, İstanbul Üniversitesi bünyesinde çok çeşitli binalar, Gazanfer Ağa Medresesi, Mesih Ali Paşa Camii, Topkapı Sarayı, Kuyucu Murad Paşa Medresesi, Bali Paşa Camii… Bursa’daki inşaatları: Vilayet Konağı, Maliye Dairesi, Vilayet Matbaası. Edirne ve Trakya’daki restorasyonları: Selimiye Camii, Eski Cami, Üç Şerefeli Cami, Bâyezid Camii, Muradiye Camii, Havsa Sokollu Mehmed Paşa Camii, Çorlu Süleyman Paşa Camii… Sadece en öne çıkanları sıraladığım listede başka pek çok eser de mevcut.  

Yeğeni Sinan Uluant’ın aktarımıyla “Bu meslek artık yapılmaz” diyerek müteahhitliği bıraktığı 1950’lerden itibaren mimarlığın teorik kısmına odaklanan ve yazılı eserler vermeye başlayan Ayverdi, aynı zamanda sahaya inerek Osmanlı coğrafyasını da adımladı. 1952, 1956, 1969, 1972 ve 1976’da yaptığı ayrıntılı seyahatlerle Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Macaristan’daki Türk eserlerini yerinde inceledi, ayrıca Anadolu’nun dört bir yanında sürekli yolculuklara çıkarak mimarî ve kültürel değerleri kayıt altına alındı.  

Dikkatle bakıldığında, Ekrem Hakkı Ayverdi’nin hayatında üç boyutun iç içe olduğu görülür: Meslekî tecrübe, sahanın tetkiki ve teorik arka plan bilgisi. Ömrü boyunca topladığı sanat eserlerini, koleksiyonlarını ve bütün gayrimenkullerini 1978’de kurduğu Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı’na bağışlayan Ayverdi’nin kitap ve makaleleri, şu anda eksiksiz biçimde elimizin altında. Bilhassa Osmanlı coğrafyasını çalışan araştırmacılar için, söz konusu eserler daha uzun yıllar çok kıymetli birer başvuru kaynağı olmaya devam edecek gibi görünüyor.  

Yarın (24 Nisan), ömrü boyunca bir akıncı beyi şuuruyla çalışan Ekrem Hakkı Bey’in 41’nci vefat yıldönümü. Kendisine bu vesileyle rahmet niyaz ederken, Uğur Derman Hoca’dan dinlediğim şu hatırayı paylaşmak istiyorum:  

“Dedem rahmetli, ablamla beni 1944’te Ayasofya’ya götürdü. 1934’de müzeye çevrilmişti, sonra herhalde tamamen kilise havasına girsin diye Ayasofya Camii’nin levhalarını indirmişler ve oradan çıkarmaya kalkmışlar. Fakat 7,5 m. çapındaki bu dairevî yazılar çerçevelerine vaktiyle içeride çatıldığı için, yerde duvarlara dayanmıştı. Bize rehberlik eden yaşlı zâta “Bunlar niye yerde duruyor?” diye sorduğumuzda, “Kapıdan çıkarılamadığı için” demişti. Bu durum 1948’e kadar böyle devam etmiş. Zamanın müze müdürü Muzaffer Ramazanoğlu’na, İbnülemin Mahmud Kemal ve Ekrem Hakkı Ayverdi beyler bu konuda müracaat etmişler. O da cevaben, “Benim için asılmasında mahzur yok, fakat bunları tamir ettirip asabilmem için tahsisat yok, eğer para bulursanız buyurun yaptırın” demiş. Ekrem Hakkı Ayverdi’yle Nazif Çelebi maddî tarafını üstlenmişler. Ekrem Bey’in murakabesinde levhalar tamir ettirilip 1949’da yerine asılmış. Ben burayı yeniden 1952’de ziyaret ettiğimde, şimdiki gibi yukarıda asılı duruyordu.”  

  

  

  

 

HABERE YORUM KAT