1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. Bingöl'de "İslami Mücadelede Kaynak Sorunu" Semineri
Bingöl'de "İslami Mücadelede Kaynak Sorunu" Semineri

Bingöl'de "İslami Mücadelede Kaynak Sorunu" Semineri

Bilgi ve Düşünce Derneğinin 2014-2015 yılı seminer programı başladı.

03 Kasım 2014 Pazartesi 02:30A+A-

”İslami Mücadelede Güncel Fıkıh ve Kimlik İnşası” üst başlıklı seminerler dizisinin ilki Dernek Başkanı Mustafa YILMAZ’ın sunduğu İslami Mücadelede Kaynak Sorunu konusu ile  başlamış oldu..

"İslamilik iddiasındaki bir oluşumun veya hareketin meşruluğu neye göre belirlenir?" veya "İslami kimliği oluşturan tanım, hedef ve yöntemlerin belirleniminde hangi bilgi kaynağı esas alınır?" sorularına cevapların arandığı ayrıca günümüz Müslümanlarının  Kur’an’a yaklaşımda taşıdıkları zaaflar seminerin ana konusunu oluşturdu..

Günümüz müslümanları ile Kur'an arasında önemli sorunların yaşandığını söyleyen YILMAZ ,  "Kur'an'ı herkes anlayamaz." ve "Kur'an'dan kaynak olarak doğrudan yararlanamayız" şeklindeki tarihi şartlanmanın, Müslümanlar ile Kur’an arasındaki sorunların başında  gelmektedir..dedi. "Kur'an'ı herkes anlayamaz."iddiası, Kur'an'ın anlaşılırlığı hakkında "Ulema" vasıflı "din adamları" sınıfının gerekliliğini ön şart olarak ileri sürmektedir diyen YILMAZ, "Kur'an'dan kaynak olarak doğrudan yararlanamayız"iddiası ise;  Hadis külliyatını, ilk dönem tarihi rivayetleri, mezhep fıkhını; kelami, felsefi veya tasavvufi kabulleri; tefsir, hadis, fıkıh usulü konusunda formülleşen bazı hükümleri Kur'anı anlamanın ön şartı olarak ileri sürmektedir.dedi.

 “Dinin kaynağını "Kitab ve Hadis" veya "Edille-i Şerriyye" gibi değişik formlarda çoğaltmakta; Kur'an ile hadis rivayetlerini, Kur'an ile içtihad veya kıyası, Kur'an ile çoğunluğun kararını (icma) eşitlemekte, hatta birincisinin anlaşılmasını diğerlerinin varlığına bağlı kılmaktadır. Gelenekselleşen bu tutuma göre; Allah katından insanların anlayacağı bir dil üzerine "iletilen" hitaba, insanların "ürettiği" sözlü ve yazılı kaide ve usullerle oluşan tarihi birikim ve ön kabuller olmadan yaklaşılmaz tezi aslında Kur'an'ın veya Kur'an metninin tarihi şartların bir ürünü olduğunu iddia eden zihniyetle, Kur'an'ın anlaşılmasını ve belirleyiciliğini İslam tarihi içinde "üretilmiş" olan kaynaklara bağlayan zihniyet arasında sonuçları itibariyle pek fark olmadığını dile getiren YILMAZ özetle şunları kaydetti.

Kur'an anlaşılan bir kitaptır

Kur'an ile irtibat konusunda iki yönlü bir durum vardır. Birincisi ön kabullerden sıyrılma azmi içinde Kur'an'a yönelmek. İkincisi aklını ve kalbini kendisine açan kişileri Kur'an'ın yönlendirmesi. Eğer Kur'an bizler için düşünce ve eylemlerimizin temel kılavuzu ise ondan edineceğimiz bilgiyi yaşayarak inançlaştırabiliriz. İnsanları zandan ve taklitten kaçındıran ve akletmeye sevk eden Rabbani hitab, inanmamız gereken Kur'ani bilgiyi anlayamayacağımız veya sadece bir kısım zümrelerin anlayacağı bir kapalılıkta sunmamıştır. Allah "..Kitabı açıklanmış bir halde.." (En'am, 114) indirmiştir. Kur'an öncelikle özel bir sınıfa değil, tüm insanlara (nas) hitap etmektedir. O belli ilim, tahsil ve ihtisasa sahip olmayan "Ümmi" insanlara gönderilmişti (62/2). Onun birçok ayetinde öğüt alınması, düşünülmesi, ibret alınması için kolaylaştırıldığı vurgulanırken, yine ayetlerinin apaçık olduğu da tekrar tekrar belirtilmiştir.

 Arap dili üzerinde çok özel ihtisas gerektiren konular dışında, Arapça bilmeyen ama Kur'ani ıstılahlara dikkat eden bir okuyucu, meallerden mukayeseli yararlanarak Kur'an'ın mesajını, Kur'an'ın inananlarına yüklemek istediği İslami kimliği (şahitlik) ve sorumluluğu yeterli düzeyde anlayabilir. Zaten iyi Arapça bilenler için dahi, özel ihtisas gerektiren konular, özel çaba ve istişari iletişimi gerekli kılmaktadır, Kur'an'ın herkesçe anlaşılabilir mesajını kavramak ve eylemleştirmek ile bazı detay ve dilbilimsel konuların tahkiki birbirine karıştırılmamalıdır.

Kur'an doğrudan yararlanmamız gereken temel kaynağımızdır

Kur'an'ın anlaşılması için tarihi süreç içinde oluşturulan tefsir usulü ilmi, muhkem-müteşabihi, nasih-mensuhu bilme gibi ön şartlar öne sürüp ancak bu konuları kavrayabilenlerin Kur'an'ı anlayacağını öne sürmektedir. Veya mübhem bir "sünnet" telakkisi, ayetleri anlamanın ön şartı olarak gösterilirken, "sünnet" olarak değerlendirilen "hadis" rivayetleri Kur'an'ın açıklanmış olan lafızlarının anlaşılmasında "belirleyen", vahiy ise "belirlenen" konumuna düşmektedir. Mezhep ictihadları, icma anlayışı, sufi ilhamı gibi kültürel değerlerin Kur'an'ın anlaşılmasında öncelenmesinde de aynı paradoks yaşanmaktadır.

Oysa aslolan, tarihi gerçekliği bulunan hadis, siyer, tarih, fıkıh gibi tüm rivayet ve disiplinlerin ana kaynağımızın açık ayetlerine göre değerlendirilmesidir. Kur'an ayeti ile veya Kur'an'daki konu bütünlüğüyle çelişen Kur'an dışındaki bir rivayet veya hüküm; değişik beyan ve tefsirlerle ve sözün senet zincirindeki sağlamlığı ispatlanmaya çalışılarak kurtarılmaya gidilmemelidir. Kur'an umdeleriyle çelişen metin terk edilmelidir. Bu ölçünün zayıflamaya başladığı Hicri 1. yüzyıldan bu yana rey ve hadis ekolleri arasında Kur'an'a nasıl yaklaşılacağı konusunda yaşanmış olan tartışmanın olumsuz etkileri, İslam ümmetinin bugünkü çöküş ve çözülmüşlüğünü hazırladığı unutulmamalıdır.

"Sünnet" konusunda da Kur'an dışı kabuller, Kur'an'dan temel kaynak olarak yararlanmada önemli zaafiyetler oluşturmuştur. Rasulullah'ın Kur'ani mesajın şahitliği konusunda söz, fiil ve ikrar şeklinde vücud bulan uygulamalarına "sünnet" denmiştir. Bu bağlamda sünnet, Rasulullah'ın vakileşen uygulamalarıdır. Ancak bu konuda da iki önemli yanlış yapılmıştır: Birinci yanlış; Rasulullah'ın, insanüstü bir örnekliğe sahip olduğu, Kur'an'ın bildirmediği konularda dinin tamamlanması için özel vahiy (gayri metluv) aldığı veya şari olma yetkisiyle donatıldığı gibi haddi aşan kabullerdir. Hz. Muhammed'in Kur'an'da anlatılan konumu ile çelişen bu kabullerle sünnet konusu yeni, zanni ve Kur'an dışı bir itikad olayına dönüştürülmüştür. İkinci hata ise, sünnet ile irtibatımız konusunda yapılmıştır. Rasulullah'ın uygulamaları ile, bu uygulamaların sözlü olarak aktarımı kabul edilen hadisler aynı sanılmış; yaşanmışlığı vaki/kesin olan sünnet ile bize mana üzere aktarılan hadisin zanniliği arasında temel fark görülmek istenmemiştir.

İlk dönemden sonra, Rasulullah'ın ancak "Kitapla hükmettiği" ve ancak kendisine sorulan önemli sorulara Rabbimizin "De ki..." lafzıyla başlayan ayetleriyle cevap verdiği, kendisinin de Kur'an'a tabi olduğu ve ondan sorulacağı gözardı edilerek, Kur'an ile çelişen veya Kur'an'ın bildirdiği hükümlerle yetinmeyerek daha ağır hükümler vaaz eden rivayetlere meyledilmiştir. Ve bu rivayetlerin "Allah katından sanılması" için bazı ayetlerin zorlanmasıyla "Kutsi hadis" veya "gayri metluv" gibi dinin kaynağı ile ilgili tamamen zanniliğe dayanan ve tamamen gaybla ilgili alanda yeni bilgi çeşitleri üretilmiştir. Muhkem Kur'an ayetleri ile bu tür rivayetler eşdeğer veya dinin tamamlayıcısı niteliğinde görülmüştür.

Sünnetin muhtevası konusundaki bu bulanıklık, sünnetle irtibat konusunda da yaşanmıştır. Rasulullah'ın örnekliği Kur'an dışında yeni bir ilke veya bilgi getirmek şeklinde değil, ancak Kur'an hükümlerinin pratize edilmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Ondan aktarılan rivayetler ise, onun sünneti değil, ancak sünnetini anlamaya yardımcı olacak ve kısmen sünnetinden izler taşıyan sözlerdir. Zira hadisler Rasulün uygulamalarının yani vakıanın aynen aktarımı değil, şahidlerin (sahabe) o yaşantının nasıl olduğu hakkında mealen ve anlayabildikleri kadarıyla sözlü bilgi aktarımlarıdır. Bu aktarım vakıayı motomot ve yaşanan tüm nedenleriyle kapsamaz. Dolayısıyla hadis sünnetten iz taşımakla birlikte, sünnet değildir. Ancak hadis vakıa hakkında zanni doğrular taşıyabilir.

Tefsir usûlü kitaplarında ayetlerin nüzul sebeblerini hadislere dayandırma olayı da Kur'an'ın önceliği konusunda yaşanan paradokslardan birisidir. Oysa ayetlerin nuzül ortamını anlamaya en başta Kur'an bütünlüğünden kalkarak başlamak gerekir. Bu ölçüyü yitiren nakilciler, ilk İnzal olan ayetlerde karşılaştıkları "namazlarında gaflet içinde" veya "namaz kılanı engelleyen" lafızlarını, Kur'an bütünlüğü içinde değerlendiremediklerinden çok çelişik izahlar içine girmişlerdir. Bu hükümler Kur'an beyanının ilk dönemlerine aittir. Ve Kur'an bütünlüğü içinde baktığımızda bu ayetlerin indiği nuzül ortamı içinde anlaşılırlığı fevkalade kolaydır diyen YILMAZ ,son olarak  Kur'an ile irtibatımızda "asıl hedefin detay konularda ihtisaslaşmak değil, Kur'an'ın mesajını ve yüklediği temel görevleri üstlenmek olduğunu göstermektedir,dedi. Bunun için de anlaşılır olan kitaba, nefsi taassuplarımızdan ve ön yargılarımızdan arınmaya çalışarak yaklaşmamız gerekmektedir. Biz zihnimizi ve kalbimizi Kur'an'a açtıkça, o da bize kendini açacaktır. Kur'an ancak kendini taşıyanlara kendini açmaktadır. Kur'an'ı taşımak ise her türlü zulüm ve şirke, ifsad olmuş zihniyet ve kurumlara karşı tavır alıp, hakkın şahidliğini üstlenme kararlılığına bağlıdır.diyerek sunumunu tamamladı..

HABERE YORUM KAT