Bin yıl sürmeyen bir darbeden geriye ne kaldı?
Turgay Yerlikaya, 28 Şubat darbesinin etkilerinin kısa olarak değerlendirilebilecek bir sürede rehabilite edilmesinin önemli bir kazanım olduğunu vurguluyor.
Turgay Yerlikaya / Yeni Şafak
28 Şubat: Bin yıl sürmeyen postmodern darbe
Türkiye siyasetinde çok partili hayata geçiş denemeleri ile başlayan demokratikleşme hamleleri, farklı gerekçelerle akamete uğratılmıştır. 1946 ve sonrasında ortaya çıkan görece demokratik ortam ise neredeyse her on yılda bir askeri darbe ile kesintiye uğratılmıştır. İlk defa Terakkiperver Fırkanın kapatılma gerekçesi olarak karşımıza çıkan irtica olgusu, günümüze kadar farklı örnekler üzerinden gündeme gelmiş ve laiklik konusu Türkiye siyaseti açısından en netameli alanlardan birisi olmuştur. 1960 darbesi ile ete kemiğe bürünen siyasete müdahale sürecindeki bu önemli detay, sonraki yıllarda yapılan siyasal mühendislikler açısından bir örneklik oluşturmuş ve laiklik Türkiye siyaseti açısından demoklesin kılıcı işlevi görmüştür.
1960 sonrası ortaya çıkan tabloda, siyasi geçiş de askeri vesayetin etkisi ile şekillenmiş ve askerin gölgesi her daim siyasetin üzerinde olmuştur. Türkiye’nin kayıp yılları olarak da nitelendirilen 1970’ler ise on yılın başındaki bir muhtıra ile siyasetin dönüşümüne tanık olmuştur. Geçiş hükümetleri ve koalisyonların gölgesinde şekillenen Türkiye’nin sosyo-politiği, din ve vicdan hürriyeti açısından da baskıcı bir ortamın teşekkül ettirilmesine neden olmuştur. Erken Cumhuriyet ve sonrasında baskın bir eğilim olan katı laiklik anlayışının da hakim olduğu bu dönemler kısa bir süre sonra yerini 12 Eylül 1980 darbesine bırakmış ve Türkiye açısından daha da sıkıntılı dönemler söz konusu olmuştur.
1990’LAR VE TÜRKIYE’NIN SANCILI YILLARI
1990’larda siyasetin genişlemesine yönelik her türlü girişimin laiklik tehdidi üzerinden sorunsallaştırıldığı bir ortam söz konusu idi. Örneğin 90’ların başından itibaren ivme kazanan Refah Partisi’nin yerel seçimlerdeki görece başarısı genel seçimler öncesinde büyük tartışma yaratmış ve laiklik tartışmaları 1995 seçimleri öncesinde çok baskın bir yer işgal etmiştir. Refah Partisi’nin bir rejim bunalımı yaratacağı iddiasının gölgesinde yürüyen tartışmalar, seçimlerde RP’nin birinciliğini engellememiş ve seçim sonrası tartışmalarda bu temanın yoğunluğu artmıştır. Seçimlerin ardından yaşanan başarısız koalisyon girişimlerinin akabinde Haziran 1996’da Refahyol Hükümeti kurulmuş ve hükümet güvenoyu almak suretiyle Türkiye siyasetinde yeni bir dönemin başlangıcına zemin hazırlamıştır.
Erbakan’ın kurduğu temaslar ve söylemlerinin devlet ve rejim açısından bir tehdit oluşturduğu iddiasıyla başlayan tartışmalar, kısa sürede yerini gergin bir atmosfere bıraktı. Seçimler öncesinde Bülent Ecevit’in “Refah Partisi bir kez iktidara gelirse biraz zor indirirler, çünkü ne demokrasi kalır ne de Cumhuriyet” sözleri, kategorik olarak reddedilen RP’nin siyasi geleceği açısından da çok önemli ipuçları barındırıyordu. Erbakan’ın başbakanlık tecrübesi ile daha fazla tartışılır olan tercihlerin iç politikada da aşırı gergin ve kaotik bir zemin üzerinden ilerlemesi, işlerin kötüye gitmesi anlamına geliyordu.
Medyanın irtica söylemini yoğun biçimde kullandığı bu dönemde, çeşitli kurgular üzerinden ortaya çıkan bağlamlar, dindar ve mütedeyyin kitle açısından da ciddi zorluklara neden oldu. Tam da bu dönemde kısa bir süre içerisinde Milli Güvenlik Kurulu eliyle siyasete baskı yapılmış ve Erbakan’ın istifası mümkün hale getirilmiştir. 28 Şubat’ın akabinde Refah Partisi kapatılmış ve Erbakan, tıpkı Milli Selamet ve Milli Nizam tecrübelerinde olduğu gibi siyasetten el çektirilmiştir. Erbakan tüm bu süreçlerde olduğu gibi Refah Partisi’nin kapatılmasının ardında da teskin edici bir üslup takınmış ve devletle hesaplaşma anlayışı içerisine girmeden süreci yönetmiştir.
BIN YIL SÜRMEYEN DARBE
Bin yıl sürmesi beklenen postmodern darbenin anatomisi, Türkiye siyasetinde laik-dindar ikiliği üzerinden yeni çatışma alanlarını gündeme getirmiş ve laiklik daha katı bir forma bürünerek dışlayıcı bir siyaset üretmiştir. Başörtüsü tartışmaları ile bambaşka bir noktaya savrulan siyaset, gündelik hayat açısından da yeni zorluklara neden olmuştur. Üniversite ve kamu kurumlarındaki başörtüsü kararları, özgürlüklerin keyfi biçimde baskılanmasına neden olmuş ve kurgusal bir irtica tehdidi üzerinden geniş toplumsal kesimler tahakküm altına alınmıştır. 1999 seçimleri sonrasında parlamentoda temsil imkanı bulan Merve Kavakçı’nın maruz kaldığı durum, sonraki yıllarda kamu kurumları ve üniversitelerde genişleyecek bir yasakçı politikanın da zeminini hazırlamıştır.
Geniş toplumsal kesimlerde ciddi bir tahribat yaratan ve travmatik etkisi uzun süren bu süreç, 2010 ve sonrasındaki demokratikleşme paketleri ile önemli ölçüde aşılmıştır. Sırasıyla kamu ve bürokrasinin bütün cephelerinde serbestleşen başörtüsünün, Türkiye’nin normalleşmesine sağladığı katkı açık. Bu nedenle belirli vehimlerden hareketle irtica tehdidini genişleten ve siyasete müdahale için araçsallaştıran aklın, 28 Şubat’a atfettiği anlamın gerçekleşmemiş olması Türkiye’nin demokratikleşme süreci açısından oldukça önemlidir. Bu nedenle bin yıl sürmesi beklenen postmodern darbenin çevrenin merkeze doğru ilerleyişi ile silikleşmesi ve tedrici bir rehabilitasyon ile sonlandırılması, önemli bir başarıdır. Türkiye siyasetinde büyük bir yer işgal eden 1960’lar ve sonrasını Erbakan, Demirel ve Ecevit’in siyasal biyografileri üzerinden okumak, yakın tarihin anlaşılması açısından önemli imkanları barındırmaktadır.
HABERE YORUM KAT