1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. KİTAP

  4. Bilmediler, bilemediler, bilseler de önemsemediler! (Kitap değerlendirmesi)
Bilmediler, bilemediler, bilseler de önemsemediler! (Kitap değerlendirmesi)

Bilmediler, bilemediler, bilseler de önemsemediler! (Kitap değerlendirmesi)

Halil İncekara, Celaleddin Vatandaş'ın Pınar Yayınları tarafından "Türkiye'nin Toplumsal Tarihi" serisi bağlamında yayınlanan "Zihinsel Savrulma" kitabını Haksöz-Haber için değerlendirdi.  

22 Şubat 2025 Cumartesi 17:00A+A-

Bilmediler, Bilemediler, Bilseler de Önemsemediler!

HALİL İNCEKARA / HAKSÖZ-HABER


Zihinsel Savrulma Celaleddin Vatandaş'ın "Türkiye'nin Sosyal Tarihi" üst başlığı ile yayınlanmaya başladığı ve uzun yıllara dayanan okuma-araştırmalarının ilk kitabı olma özelliğini taşıyor. Serinin ikinci kitabı ise yakın zamanda Başakşehir Özgür-Der'de yazarın sunumunu yaptığı "Umut ve Trajedi" kitabıdır. Celaleddin hocanın programda belirttiği gibi Türkiye'nin Sosyal Tarihi üzerine daha birçok kitap yayınlanacak ve konu farklı yönleriyle ele alınacaktır.

Celaleddin Vatandaş bugünü iyi anlayıp analiz edebilmek için dünü iyi anlamak, tanımak gerektiğinden bahseder hep. Bu minvalde, 15. yüzyılın ortalarından 16. yüzyılın sonlarına kadar en yetkin dönemini yaşayan Osmanlı bu tarihten itibaren çeşitli sorunlarla karşılaşmaya başlamıştır. O dönemde yazılan adaletnameler bu durumun ispatı niteliğindedir. 18. yüzyılda askeri alanda ortaya çıkan sorunların Avrupalıların askeri sistemlerinden yaralanarak çözülebileceğine inanılmaya başlanması kırılmanın belki de ilk adımıydı. Sonrasında Osmanlı devlet adamları için Avrupalı sadece askeri sistemiyle değil, eğitimden siyasete, ekonomiden toplumsal işleyişe kadar ve hatta zihniyet ve yaşantısıyla da 'ileri', 'güzel ', 'başarılı', 'iyi', olan olarak görülmeye başlandı. Bu yönelişin resmi başlangıcını Tanzimat oluşturmuştur.

Tanzimat, yaklaşık 150 yıldır sürdürülen girişimlerin bir devlet projesine dönüşmesinin adıdır. Artık batılılaşmanın kapsamı ve yöntemi ne olmalı sorularının cevabı aranıyordu. Batılılaşmanın kapsamını belirleyen taraf "topyekün batılılaşmak" gerektiğini savunanlar oldu. Çünkü onlar 1908 sonrasında devleti ele geçirdiler. Batılılaşmanın yöntemi olarak ise "imha ve inşa" siyaseti izlenmesine karar verildi. Bunun gerçekleşmesi ise "halka rağmen halk için, değişimi aniden gerçekleştirme" ilkelerine göre olacaktı. Yazarın isabetli bir şekilde ifade ettiği gibi bu ilkelerin oluşmasında topyekün batılılaşmadan yana olan ve devlet aygıtını ele geçirmiş sivil ve asker elitlerin meslekten doktor veya asker olmalarının etkisi büyüktür. Bilindiği üzere bir doktorun hastasıyla ilişkisinin karakteristik özelliği "hasta istemese de", "hastaya rağmen hastaya müdahale" anlayışıdır.

                     CİVİLİSATİON

Değişim önce zihniyette açığa çıktı. Önceden öteki olan Avrupa, Batı artık rol model alınma sürecine girildi. 

Özellikle Batı, Avrupa devlet ve toplumları 18. yüzyılda eskiye göre çok farklı bir dünya görüşüne, zihniyete, sisteme ve işleyişleri bakımından da toplumsal kuramlara sahip hale geldiler. Kendi geçmişiyle ve insanlığın geçmişiyle ilişkisini ve benzerliklerini radikal bir şekilde kopardı. Kadim geçmişten kopuş öncelikle zihniyet ve düşüncede başladı ve çok kısa zamanda dünya görüşüne, hayat tarzına yansıdı. Avrupalı artık aydınlanma çağındaydı. 

Rönesans, reform, sekülerlik, laiklik, kapitalizm, demokrasi,eşitlik, liberalizm, cumhuriyet, ilerlemecilik, özgürlük, pozitivizm, aydınlanma... eskinin yerine nelerin geldiğini bilmek için bakılması gereken kavramlardır.

18. yüzyılda bu yeni ve farklı durumunu "civilisation" kelimesiyle isimlendirilen Avrupalı, icat ettiği bu kelime üzerinden herşeyiyle "farklı" ve "biricik" olduğunu iddia etti. Karanlıkta olanları aydınlatma misyonlarının yönlendirmesiyle sadece ülkeler işgal etmedi, aynı zamanda zihinleri de işgal ettiler. Bilim ve teknolojide yaşanan yenilikler zihinleri işgal etmenin en önemli aracı oldu. Dinleri, kültürleri, hayat tarzları ile Avrupadan farklı olan toplumlar onlar gibi olma tutkusuna yakalandılar, geri kalma korkusu yaşadılar, yönlerini Avrupaya çevirdiler. Avrupaya baktılar ama bazı şeyleri göremediler. Örneğin Avrupalının zenginliği gözlerini kamaştırdı fakat o zenginliğin acımasız bir emek sömürüsüne dayandığını göremediler veya görmek istemediler. Avrupada yankılanan "özgürlük" eylemleriyle coştular ama bu özgürlük eylemlerinin yeni tip kölelikleri maskeleyen bir örtü olduğunu anlayamadılar. Avrupalının kendi tarihsel, kültürel, dini bağlarından kopmasını gerektiren şartların sadece Avrupalıyı ilgilendirdiğini, bu şartların kendileriyle, kendi tarih, kültür ve dinleriyle hiçbir şekilde irtibatlı olmadığını bilmediler, bilemediler, bilseler de önemsemediler.

Tamamıyla Avrupa'ya özgü olan, Avrupa'nın tarihsel ve kültürel şartlarının ürünü olarak doğan; Avrupa'nın Orta Çağ'da sahip olduğu inanç, anlayış, hayat tarzı, felsefe, din, toplumsal kurum gibi tüm müktesebata tepki olarak inşa olunan, oluşumundaki tepkiselligi genelleştirip tüm kadim/dini inançlarla ve hayat tarzlarıyla irtibatsız düşünce, inanç, zihniyet ve hayat tarzını ifade eden civilisation'un 19. yüzyıl Osmanlısında "medeniyet" kavramı ile karşılanması son derece ilginç ve hatta tuhaf bir durum ve facia olmuştur. Osmanlı ülkesinde geleneksel olarak olumlu anlama sahip medeniyet, 19. yüzyılda medeniyet ile herhangi bir şekilde ilgisi olmayan ve hatta karşıt olan civilisation'u ifade edecek tarzda kullanılmaya başlanmıştır. Önemli olan taraf ise bu kullanım sayesinde civilisation, üstelik Müslüman bir toplumda olumlu bir konuma sahip kılınmıştır. Halbuki civilisation, Osmanlı ülkesindeki insanların ve özellikle de Müslümanların inanç ve imanlarıyla, kadim değerleriyle, ahlak anlayışlarıyla, tutum ve tavırlarıyla çatışan durum ve özellikleri ifade eden birşeydi. 

Ayrıca öznesi Avrupa olan fiili sömürünün ve sömürü sisteminin meşruiyet aracıydı. Bu durum zihinsel savrulmadır. Avrupa'nın pozitif bilim ve teknolojisine bakıp onlara hayranlık duymak fakat bu bilim ve teknolojinin insan kişiliğine ve bedenine, toplumsal ilişkiler ve tabiata açtığı zararları görememek müthiş bir zihinsel savrulmadır yazara göre. 

Namık Kemal örneğinde olduğu gibi, Ernast Renan'ın İslam'ı eleştiren,Müslümanları aşağılayan görüşlerini yanlışlamaya çalışırken İslam'ın/Müslümanların bugünkü Avrupa medeniyetine eşdeğer bir medeniyet inşa potansiyeline sahip olduklarını ifade etmiştir. Renan'ın ilerleme, bilim, gelişme gibi kelimelere yüklediği anlama yönelip, bunların ne anlamda ve oranda ilerleme, bilim ve gelişme olduğunu sorgulamamıştır. Renan'ın iddialarına temel olan söz konusu kelimeleri peşinen olumlu anlamda kabullenmiş sonra da bunlar üzerinden İslam'ı/Müslümanları savunmaya geçmiştir. Bu ise İslam'ı, İslami olmayanla özdeşleştirme gibi büyük bir yanlışlığa yol açmıştır. Yazarın zihinsel savrulma dediği şey tam da buradadır.

Bizim ötekimiz olan Civilisation'ın karşılığı olarak "medeniyet" üzerinden tamamıyla olumlu bir anlamda kullanılmasında ve halkın zihnine yerleşmesinde dindar/din adamı olarak nitelenen/tanımlanan kimselerin rolü de oldukça büyüktür. Bu kimselerin yanlış manada kullanımları civilisation'u ifade eden "medeniyet"in dini/geleneksel bağlamda olumlu bir manada dile ve zihinlere yerleşmesine katkı sağlamıştır. Medeniyet kelimesi Truva atı işlevi görmüştür. Musa Kazım Efendi, Ali Vehbi, Ebül-Hüda bunlardan bazılarıdır.

19. yüzyılın son çeyreğinde daha önce örneği görülmemiş bir şekilde "İslam Medeniyeti" kavramı kullanılmaya başlamıştır. Yani medeniyet sadece Avrupalıya ait olan bir şey değil Müslümanların da sahip olduğu bir şeydir. Bugün medeniyetin tek temsilcisi Avrupa olabilir ama zamanında Avrupa'nın Orta Çağ karanlığında debelendiği zamanlarda Medeniyeyin sahibi ve temsilcisi Müslümanlar idi. Eğer "İslam Medeniyeti"nin katkıları olmasaydı "Avrupa Medeniyeti" doğmazdı. Burada dikkat çeken şey "İslam Medeniyeti" kavramsallaştırmasının "Avrupa Medeniyeti"ni meşrulaştırmaya araç olarak üretilmiş olmasıdır. Asıl amaç Müslümanların bir medeniyet temsilcisi olduğunu ifade etmek değil, "Avrupa Medeniyeti"nin temellerinin Müslümanlar tarafından atıldığını iddia üzerinden civilisation'u meşru görmektir. Kulağa hoş gelen, gönüllerde kolaylıkla kabul bulan "İslam Medeniyeti" söyleminin hemen hiç farkedilmeyen tarafı, mevcut modern zihniyeti, modern hayat tarzını, aydınlanmacı, pozitivist, rasyonalist,materyalist, laik... felsefeyi ve hayat tarzını meşrulaştırıyor olmasıdır.

Müslüman veya diğer kadim/geleneksel toplumlarda olumlu hali ifade eden "medeniyet" ile Avrupa'nın materyalist, aşkın/ilahi olana itiraz eden, bireyci, hazcı, rasyonalist zihniyet ve hayat tarzı, üstelik bu zihniyete ve hayat tarzına karşıt bir toplumda olumlu anlama kavuşturuldu. Civilisation yerine Medeniyet kullanılması bir dil problemi olmaktan çıkıp, zihniyet ve hayat tarzına uzanacaktı. Bilhassa batılılaştırmacı kadrolar ellerine geçirdikleri devlet aygıtının gücünü de kullanarak toplumun tüm değerlerini, hayat tarzını tepeden tırnağa değiştirmenin çabasını yürütecekler bunu yaparken eylemlerini meşrulaştıran hep "medeniyet" olacaktı.

Cumhuriyet dönemi uygulamalarının hem öncesinde ve hem de sonrasında yapılacak/yapılan şeyin niteliği olarak "medeniyet"in ( aynı anlamda olmak üzere asriliğin) kullanılması tesadüf değildir.

unnamed-9.jpg

 

HABERE YORUM KAT

8 Yorum