1. YAZARLAR

  2. ASLI ATEŞ KAYA

  3. ’Bilinmeyen Dil’ ve ’Başbuğ’
ASLI ATEŞ KAYA

ASLI ATEŞ KAYA

Yazarın Tüm Yazıları >

’Bilinmeyen Dil’ ve ’Başbuğ’

19 Aralık 2010 Pazar 21:09A+A-

Parti kapatma kararları, Anayasa Mahkemesi’nin geleneğindendir, biliyoruz. Anayasa Mahkemesi 1961’de, 1961 Anayasası ile kuruldu. Amacı Anayasada yazılı hak ve özgürlükleri korumak TBMM tarafından çıkarılan yasaların, başvuru üzerine anayasa’ya uygun olup olmadığını denetlemektir aslında.

TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, BDP’li vekillerin Meclis Genel Kurulu’nda Kürtçe konuşmalarını değerlendirirken, Anayasa kurallarının esas olduğunu hatırlatarak, parti kapatma sebebi olarak bu durumun görülebileceğini hatırlattı. Şahin, Anayasa Mahkemesi’ne kalmadan parti kapatmaya heveslenmiş görünüyor.

Bu ülkede güvencenin olmadığını hepimiz biliyoruz.

’Bilinmeyen bir dil’le konuşma modası yaygınlaşıyor bu günlerde. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da, bu ’bilinmeyen dil’le konuşanların safında yer aldı. BDP’lilerin şükran ifadelerine mazhar olan Bülent Arınç’ın daha konuşmasının sevinci kursağımızda iken, tehditkar demeçlerle bir şeyleri halletme çabası içerisinde olanlar, ne kadar da ürkütücü bir manzarayla karşılaştırıyor bizleri.

Meclis çatısı altında bu ’bilinmeyen dil’le konuşmak yasak. Siyasi Partiler Yasası’na göre, Kürtçe’yle konuştuğunuz anda, partiniz kapatılabiliniyor.

’Bilinmeyen dil’le konuşma ısrarına gelince… Her yerde konuşmanın gerekliliğini tartışabiliriz. Meramımızı anlaşılabilinir kılabilmek için de olsa, konuşamayız her yerde, bu doğru… Ama yasağı delmek pahasına böyle bir şeye kalkışıldığı aşikar.

Mahkemelerde de bu durumun mevcudiyetini görüyoruz. Bunun yanında başka bir dille, örneğin İngilizce, Almanca, Fransızca veya yeryüzünde unutulmaya yüz tutmuş herhangi bir dille TBMM’de konuşsan, acaba yine aynı durum sözkonusu mu?

Elbette ki hayır! Tek sorun Kürtçe olması, pardon yani ’Bilinmeyen dil’ olması!..

Doğal hakları ellerinden alınan bir kavim Kürdler.

Doğru dürüst ’Türkçe’ bilmeyenlerin ikamet ettiği köyümün ismini hatırladım birden. Köyümün adı ilginç ama: ’Başbuğ’… Kürtçe adı ise ’Reşikan’… Eğer bir devlet dairesine yolu düşmezse köylünün, Türkçe adını kullanmaz. Hatta çoğu bilmez bile. Ama ne değişti, ismi değiştirilince? Ben kullanmıyorum, babam kullanmıyor, dedem kullanmıyor, çocuğum da kullanmıyor, nasipse torunum da kullanmayacak.

Sormak istiyorum: Neyi halledebildik değiştirerek?

’Bilinmeyen dil’ milyonlarca kişi tarafından konuşuluyorsa eğer, bilmemenin ayıbı öyle tanımlayanlara aittir.

Kürd açılımı, demokratik açılım veya barış süreci… Açılım kelimesinin önüne neyi getirirseniz getirin, aşama katedilmeyen bir durumdaysanız, önemsizdir. Nefes borumuza tıkanıp kalan lokma, eğer çıkarılmaya çalışılmazsa bizi boğar. Rahat nefes almaya çalışmanın telaşını biz, her durumda hissediyoruz.

Siyaseti her demlerinde sofralarındaki azık kadar önemseyen Kürd halkı, kulaklarını kabartarak, umutlu bakışlarla hükümetin demeçlerine ve yorumlarına kilitleniyor adeta.

Ortaya atılan her düşüncenin arka planında, bir yıkım gücünün varlığını hissetmeniz uzun sürmüyor maalesef. Bir damla su misali, istifade edilecek her kurtarıcı kelime, tersyüz olmakta, umutların tükenişine doğru bizleri hızla sürüklemektedir.

Türkiye’nin gündemini hele hele siyasi gündemi takip etmenin zorluğunu biliyoruz. İyi bir beyin jimnastiğine ihtiyacınız var. Normal ve anormal durumları karıştıracak duruma geliyor, olaylar oldu bittiye getirilirken, siz bakakalıyorsunuz.

Daha düne kadar resmi söylemde Kürdlerin varlığı tartışılırdı. Varlığı tartışılan bir kavmin dilinin de olmaması gerekirdi. Öyle de kabul gördü uzun yıllar. Bu o kadar yaman bir çelişkiydi ki, olmayan bir kavmin yine olmayan diliyle sürekli uğraşıldı.

Varolan şeyin var olmadığını kabul etmek, çok zordu tabii ki Kürdler için. Kolay olmadı, olmuyor. Hep sancılı dönemlerin çarkının arasında ezilip kalan, görmemezlikten gelinen, bilinmemezliklerin arasına sıkıştırılan bir kavim Kürdler…

Kendisinin varlığını ispatlamaya çalışan bir kavmin isyanı ve çığlıkları hep duymamazlıktan gelindi. Ta ki kanlar döküldü, acılar yüreklerden aktı, analar ağladı, çocuklar yetim kaldı, asit kuyularından cesetler fışkırdı…

Hiç kuşkusuz, toplumun lehine oluşabilecek her türlü hak ve adalet eksenli, kardeşlik hukuku çerçevesinde, oluşabilecek samimi adımları desteklemek gerekir.

Gözlerimiz eğer, gözaltına alınanların feryatlarını, koyunlarını otlatırken, kapısının önünde oynarken vurulan çocukların çığlığını, kolları kırılan yavrularımızı, işkence ve cezaevlerinin soğuk duvarlarıyla tanışan çocuk yaştaki gençlerimizin sesini, tam gaz devam eden susturma / konuşturmama mahkemelerini göremiyorsa, yüreğimizde kor bir ateş bırakmıyorsa işimiz çok zor.

Depreştirdikçe kanamaya başlayan bu yaralı hali, hiç kimse ne depreştirmek ne de unutmak istemeli. Depreştirmek istememeliyiz çünkü, geride kalanların aynı kaderi paylaşmalarını arzu etmemeliyiz. Unutmamalıyız çünkü, devlet bütün vatandaşlarına eşit davranmayı öğrenebilmiş değil henüz. Özgür olmanın yolu, hiç şüphesiz talep etmekten değil, sahip olmaktan geçer.

Kürdler affedilmeyi, serbest bırakılmayı değil, kimliğinden dolayı uğradığı her türlü haksızca muameleden dolayı özür bekliyor, bütün ilkel cehalet kokan söylemlere rağmen.

Derin yaraların açıldığı halkın yüreği hala yanık.

Ve devletine kendini teslim edecek kadar güvenemiyor kuşkusuz.

Halk inanmak istiyor. Samimi bir çift gözün, üzerlerindeki bakışını hissetmek istiyor.

’Yassak kardeşim’ sözü artık miadını doldurmuştur.

YAZIYA YORUM KAT