Bilinen bir tek gerçek var: Aksa Tufanı ve İsrail'in katliamları
“Ufak bir köyde, yaşlı bir adamın güzel bir atı varmış. Herkes bu atı çok beğenirmiş. Kral da bu atı görünce ata hayran kalmış. Atı satması için yaşlı sahibine çok para teklif etmiş ancak yaşlı adam satmayı kabul etmemiş. Bir gün at kaçıp gitmiş. Köylüler “Gördün mü bak” demişler yaşlı adama, “kralın teklifini kabul etseydin, çok paran olacaktı. Şimdi ne atın var, ne paran. Büyük zarara girdin.”
İhtiyar "Hüküm vermek için acele etmeyin" demiş. Sadece 'At kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu.. . Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz hüküm. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Bir iki hafta sonra at geri gelmiş, yanında da bir düzine yabani at. Köylüler ihtiyarı takdir etmişler. “Sen haklı çıktın. Ne talihli adamsın. Bir sürü atın oldu.”
"Hüküm vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz? "
Yabani atları terbiye etmeye çalışırken, ihtiyarın oğlu düşüp bacağını kırmış. Köylüler “Sen ne talihsiz adamsın ihtiyar, demişler. Çok sevinmemiştin, gerçekten de haklıymışsın. Bak oğlun düştü bacağını kırdı. Sen de iyice yaşlandın. Tarlanı nasıl süreceksin, nasıl ekip biçeceksin? Çok kötü çok…”
İhtiyar "Siz erken hüküm verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu… Ötesi sizin verdiğiniz hüküm… Ama bu hüküm acaba ne kadar doğru? Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."
Köylüler ihtiyarın iyice bunadığını düşünürken, ülke savaşa girmiş. Kral bütün gençleri askere aldırmış. Köyde genç olarak bir tek ihtiyarın oğlu kalmış.
Bunun üzerine köyüler "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer…"
"Siz erken hüküm vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde… Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."
Lao Tzu, etrafındakilere bu öyküyü anlattığında şu nasihatla tamamlarmış:
"Acele hüküm vermeyin. O zaman sizin de herkesten bir farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında hüküm vermekten kaçının. Hüküm aklın durması halidir. Hüküm verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima hükme zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa yolculuk asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar.”
7 Ekim’den bu yana İsrail Gazze’ye zembereği boşalmış saat gibi saldırıyor. Belki de 2. Dünya savaşı’ndan bu yana gerçekleştirilen en büyük bombardımanlarla hiçbir savaş hukuku gözetmeden katliamlar yapmaya devam ediyor. Ancak ilan ettikleri kara operasyonunu henüz gerçekleştiremediler. Karşılarında imkanları ölçüsünde direnmeye devam eden bir güç ve bu direnişe desteğini sürdüren bir halk bulunuyor. Olayların nereye varacağını, gelişmelerin kimin lehine seyredeceğini söylemek kolay değil. Yukarıda iktibas ettiğimiz Çin hikayesindeki gibi şu anda bilinen bir tek gerçek var: Hamas’ın İsrail’e büyük darbe indirdiği ve devamında İsrail’in katliamlar gerçekleştirdiği…
Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı Aksa Tufanı operasyonunun -komplo teorilerinden her gelişmeyi aleyhte yorumlama hastalığına kadar geniş bir yelpazedeki sebeplerden kaynaklanır bir biçimde- yanlış bir hamle olduğuna peşinen hükmedenler olmuştu. Bu zevat Siyonist çetenin katliamları başlayınca haklı çıktıklarını iddia etmeye başladı. “Gördünüz mü bak…” diye başlanan cümleler kuruyor, “biz demiştik” diyorlar… Oysa Aksa Tufanı operasyonunu yapanlar da bu operasyonu sahiplenip elde edilen başarıya sevinenler de gayet iyi biliyordu ki İsrail yediği darbenin intikamını en iyi bildiği şekilde yani katliamlar yaparak almaya çalışacak. O zaman Hamas kör gözün parmağına bir iş mi yaptı? Bize göre hayır.
Bir kere bu ağır bedeli ödeyen Gazzeliler başta olmak üzere meseleye vakıf herkes şunu gayet iyi biliyor ki olanların asli müsebbibi bizatihi İsrail’in varlığı yoksa Hamas’ın saldırısı değil. Dolayısıyla İsrail varolduğu sürece canları da izzeti namusları da emniyette olmayıp her an Siyonistlerin tasallutu altında kalmaya devam edecek bu insanların önünde direnmek ya da yok olmak dışında başka bir seçenek bulunmuyor. Peki direniş nasıl mümkün olacak? Düşmana yeri ve zamanı gelince saldırmak direnişe dahil değil mi? Hedeflerine ulaşma adına yürüttüğü mücadelede neredeyse hiçbir esneme göstermeyen düşman karşısında hep geri geri giderek nereye kadar dayanabilirsiniz? İçinde bulunduğunuz coğrafi, askeri,siyasi sıkışma halini bir huruç hareketiyle aşma çabası dışında durumu lehinize değiştirmek için ne yapabilirsiniz? “Biz demiştikçi”lerin İsrail tarafından adım adım uygulanan Filistin’in tamamını işgal planına dur demek için tavsiye edebilecekleri başka bir önerileri var mı? Olması arzu edilir olanla olanı karıştıran naif yaklaşımlar bu zor meselede işlemiyor. Uluslar arası güçlerin kimin tarafında olduğu, Filistin mücadelesine destek veren insanların protestolarının İsrail’in mezalimini durdurmaya yetmediği çok açık değil mi? İşte tam da bu yüzden 7 Ekim’den bu yana İsrail’in yaptıkları, Batılı devletlerin tavrı, İslam ülkelerinin tepkilerinin yetersizliği ve daha birçok gelişme Hamas'ın Aksa Tufanı operasyonun yerindeliğini, Siyonistlerle savaşmak dışında bir uzlaşı yolunun bulunmadığını bir kez daha gösterdi, göstermeye devam ediyor.
Bu, bugünden yarına sonuç almanın çok da mümkün olmadığı uzun erimli bir mücadele. Bu mücadelede lehimize de aleyhimize de gelişmeler yaşanacaktır. Neyin lehimize neyin aleyhimize olduğunu da bugünden mutlak bir şekilde söyleyemeyiz. Ancak her gelişmeyi aleyhte sanmak kişinin en temelde Allah’a olan güveni yani imanıyla ilgili bir soruna işaret eder ayrıca düşman karşısında da iradesini kırar. Kardeşlerimizin uğradığı zulümler karşı karşıya oldukları korkunç katliam tabii ki bizi kahrediyor. Buna şahit olup engelleyememek, bu yaşadığımız acziyet hali ikinci bir yük bindiriyor üzerimize. Ama bu durum bizi paralize etmemeli, olayları yanlış değerlendirmemize sebebiyet vermemeli.
Karşı tarafın aldığı yarayı atlayarak yapılan değerlendirmeler yanlış değerlendirmeler olarak karşımıza çıkıyor. Yaşadıkları can kayıplarının ötesinde işgal ettikleri topraklarda güven içerisinde yaşayamayacakları Aksa Tufanı’yla birlikte düşmana çok güçlü bir şekilde bir kez daha gösterilmiş oldu. Gazze’ye yakın bazı yerleşim yerlerini boşaltmak zorunda kaldıkları gibi, Tel Aviv de dahil olmak üzere hiçbir yer artık onlar için güvenli değil. Bunların da ötesinde karşılarındaki halkın yaşadığı onca acıya rağmen direniş iradesinde zaaf göstermemesi Siyonistler için er ya da geç kendi iradelerinde zafiyet oluşması tehlikesini barındırıyor.
Ezcümle “Yolculuk devam ediyor” ve hüküm vermek için çok erken. Ancak 7 Ekim’den bu yana Filistin meselesinde ümitvar olmak için daha çok sebebimiz olduğunu söyleyebiliriz. Zaten gönül rahatlığıyla “galiptir bu yolda mağlup” diyebileceğimiz bir hat üzere hareket eden Filistinli kardeşlerimiz her halükarda kazanan tarafta. Tabii ki mücadelenin bu yeni safhasında yeni imkan ve zorluklar söz konusu olacaktır. Bize düşen onları var gücümüzle desteklemek. İsrail-Filistin meselesinde tarafsızsanız diyecek bir söz kalmıyor ancak Filistinlilerin haklı mücadelesinden tarafsanız olan biteni ve olacak olanları evvelemirde “bu mücadelede bizim üzerime ne düşer” sorusu eşliğinde değerlendirmenin ahlaki bir vecibe olduğunu unutmamak gerekiyor.
YAZIYA YORUM KAT