1. YAZARLAR

  2. MURAT AYDOĞDU

  3. Bilgi’nin İşlenmesi ve İrfan
MURAT AYDOĞDU

MURAT AYDOĞDU

Yazarın Tüm Yazıları >

Bilgi’nin İşlenmesi ve İrfan

21 Mart 2015 Cumartesi 08:26A+A-

“İrfan Mümin’in yitik malı.”

Bilgi’ye ulaşmaktan daha zor olanı onu kullanmak, bilgisizliğin ataletinden daha kötü yıkıcı olanı da bilgiyi yanlış kullanmak

Bilgi kültür oluşturan nadide bir gübre, iyi işlendiğinde zengin bir mahsul, işlenmediğinde çuvala dönmüş kafalarda boş boş duran yük, kötü işlendiğinde ki kokusunu ise sormayın gitsin.

Yunan Dünyasında üç bilgi türünden söz edilir. Öğrenilen, sayısal ve nesnel bilgi “Mathesis”, acı çekerek öğrenilen “Phatesis” ve Sezgi ve tefekkürle öğrenilen “Gnosis”

Gnosis’i bilgi değil, bilginin işleniş özelliği olarak anlıyorum. İnsan fıtratında var olan meziyetlerin kullanıldığı bir işleniş tarzı. Eski vahiylerin bir kalıntısı olsa gerek İslam kültürü “Gnosis”i “İrfan” olarak algılamış. Bilgi kaynağı olarak kullanılmasının birçok yan etkilerine şimdilik değinmeyeceğiz.

Aslında Sufizm ve Hıristiyan öğretisinin bazı kısımlarında gözlenen münzevi yaşam ve acı çekerek kendini eğitme şekline dönüşen kimi öğretiler Gnostisizm’den daha çok Phatestik eğilimler içerir. Bilgi kaynağı olarak alındığında ise önemli bir sorun var, bunu şimdilik “Hakkında bilginiz olan şeyde tartıştınız, ama hiç bilginiz olmayan bir konuda ne diye tartışıp-duruyorsunuz?” deyip geçelim. Zira İrfan ekolünün gerek Sufi gerek Şii birçok temsilcisi bu anlamdaki Bilgi’yi bir eğitim metodu olmaktan çok, kendisine meşruiyet sağlayacak gaybi bilgilere ulaşma ve delillendirme yolunu seçiyor. Kısacası Batıni’lik.

Gnostisizm Vahyi Bilginin yetersizliğini öngörür. Burada yine Gnosis bilgi kaynağı değil, yorumlama/işleme olarak ele alındığında gerçeklik payı var. Tasavvuf ekollerinin bunu (İrfan’ı) zaten şer’i ya da siyasi bir anlamda değil terbiye anlamında almaları da bu minvalde.

Yoksa Kitabı okuyup aklettikleri halde bile ile gerçeği gizleyenler, kendilerine hak açıkça görüldüğü halde nefsine yenilip, şeytana uyup zalimleşenleri nereye koyacağız. Merhameti olmayana Kitap (Vahiy) neylesin?

Tecrübe denilen şey aslında insanoğlunun sıkıntılara nasıl katlandığının, üstesinden geldiğinin süreci değil mi? Yine zorluklar insanoğlunun sınavının bir parçası değil mi? Bu açıdan bakıldığında acı, ızdırap ve zorluklar aslında bilgi kaynağı değil, bilginin özümsenmesi, bir çeşit eğitim metodu olarak alınır. Phatesis’de bilgi’nin özümsenmesinden başka bir şey değil.

Geriye “Mathesis” öğrenilen bilgi kalıyor. Batı bunu sadece sayısal, gözlenen, matematiksel bir çerçeveye hapsedilmiş. Batı’da Comte’nin yalnızca gözlem ve deneye indirgediği bilgi, Bergson’un “gerçek olan sadece hayat, pratikler ve bunun akışıdır” tespitine bunun yalnızca “sezgi” ile kavranır itirazı, sonrasında pragmatistlerin bunu sadece pratiğe indirgemesi egzistansiyalistlerin reel yaşanan hayatta bunları toparlamaya çalışması ile süren bir didişme var. Witgenstein kendince noktayı koyuyor sonra “sorun dil analizi”, bu bilgi edinme dili.

Hani ufku açıyor falan diyoruz ama 3. Dünyaya hala sadra şifa bir şey çıkartabilmiş değiller.

Oysa vahyinde, Örfi bazı eski uygulamalarında, İnsanlığın pratikleri ile ortaya çıkan sünnetlerin de öğrenilmesi söz konusu.

Ve bu da işlenmesi ile anlam kazanan bir şey. “Ders almadığın musibetler, kazalar tecrübe değil ahmaklıktır” sözü burada anlam kazanıyor, “Sen de merhamet yok bilgi sana ne kazandırsın?” sözü de…

Medeniyetlerin oluşumunda söz konusu olan öğrenimsel ve aktarımsal bilgi’nin kurumsallaşması yanında kültürlerde daha arkaik, ilkel (ya da doğal diyebiliriz) bir bilgi daha var.

Dil, yoğun bir biçimde yaşanan, karşılaşılan olay ve nesnelere anlam yükleme çalışmasıdır. Anlam, mana yüklenmemiş bilgi işlenmemiş materyaldir. Materyalist zihin bu anlamda Bilgiyi işleyemeyen zihindir. “İrfan” denilen şey tam da mana yüklenmiş, anlam kazandırılmış ve ilkellikten sıyrılıp İnsan olmanın, yeryüzünün Halifesi olmanın, Medeniyet ve Ümran üreten, iyi kötü ayrımının tanımlandığı farkındalıktan başka bir şey değil. Materyal bir Heyula’nın, belirsizliğin belirlendiği bir algılama biçimidir.

İrfan bu anlamda,  yüksekçe bir tepeden; geçmiş, ilkel hammaddeden, ürünün nasıl oluştuğunu gören ve onu şekillendiren bir hem maddi hem manevi bir mühendislik ameliyesi. Kelime anlamı ile Ariflik; bir şeyin etkisinin ve sonucunun üzerinde düşünerek idrak etmek, Allah’ı, O’nun melekûtunu tanıma ve O’nun güzel muamelesine ulaşmak.

Mutlak İlim İlahi bir şey, İnsana ait olan ise bunu sınırlı algılaması ve yine gücü nispetinde arifane değerlendirmesi.

Arabi/Bedevilerin dilleri kullanım açısından oldukça gelişkin olmasına karşı haylice de materyalist bir dildi. Teşbih, temsil, mecaz gibi özellikleri gündelik hayatta fiilen kullanmalarına karşılık. Felsefi ya da Dini bir metinle ilk karşılaştıklarında ona yüklenen manaya çok da dikkat etmiyorlardı. Gündelik yaşamlarında kullandıkları halde onlara ilk söylenen metinlere harfi harfine bakıp Allah’ın elinden, tahtının ayaklarının çölün ufkunda bir yerlerde olduğundan hidayetin bir çöl kılavuzunu adım adım takip etmekten ibaret olduğunu düşünen yalın bir anlayış. Bedevi zihni için Arifane demek pek uygun değil. Kur’an bu topluluğun dilini kullanarak kavramlara mana yükledi. Gündelik yaşayan Bedeviler için bu medenileşmenin de temel etkenlerinden birisidir. “Bütün Medeniyetlerin kökeninde Vahyi temel vardır” derken bu kast edilir.

19-10 yüzyıllar boyunca, Batı Kültürü’nün taarruzu karşısında Müslüman Dünya başta ve diğer 3. Dünya ülkelerinde çok daha yoğun ve şiddetli bir materyalistleşmeden söz ediliyor. Şimdi bu materyalistleşmenin farklı ve bizim yapımızda da arkaik olarak bulunan ilkel türlerine göz atalım. Bunlar mana yüklemeyi başaramayan bazı selefi yaklaşımlar, bazı radikal sokak devrimcilikleri, yoğun emperyalist taarruzları karşısında oluşan tepkisel doz aşımlı örgütlenmeler.

Batıl’ın vahşetine misli ile karşılık veren hareketler tam da buraya oturmaktadır. Doğal ama doğru değil, sonuç ama sebep değil, şövalye ruhlu ama hikmetli değil, iki taraflı bahane hiç değil.

Ma’ruf öldürmekten daha efdal değil mi? ((2/178) Arif olmayanlar nifak’tan başka ne üretebilirler ki? (9/67)

İrfan Mü’min’in yitik malı.

Merhamet yoksa İrfan’da yok. Oysa günümüzde İrfan’ı dilinden düşürmeyen birçok Sufi eğilimde, İrfan’ın bu boyutundan nasibi olmayan birçok Radikal, Marjinal ve Modernist eğilimlerde de bunu gözlemleyebiliyoruz. Görünen o ki, kavramın özüne döndürülmesi, ıslah edilmesi ve işlerlik kazandırılması yine merkezde.

Öğrenim meselesine geri dönelim, Bilgi’nin elde edilmesi, paylaşılması ve işlenmesi meselesine.

Değme Ehli Kitap Âlimlerinin, Konsüllerin, Akademik birimlerin üzerinde çokça durdukları ama sadra şifa olmadıkları vakıalara ne diyeceğiz?  Öğrenim denilen şey bizzat toplumsal şahitlik ve toplumsal aktiviteden kopartıldığında işlenmemiş boş bir şey oluyor yani, malumatfuruşluk.

80’li yıllarda özümsenmemiş, doğru işlenmemiş, içi doldurulmamış birçok bilginin üzerimize boca edilmesini eskiler hatırlar. Kitap yüklü eşeklerin konsüllerdeki kürsülerinin yararsızlığı kadar, kitap yüklü deve ile fincan dükkânına giren bedevilerin dağınıklığını da yaşadık yani.

Şimdi yeni bir süreç gözlüyoruz. Ortada somut ve reel bir kavga varken malumatfuruşlukların oyaladığı insanları, bilginin nasıl da dezenformasyon amaçlı kullanıldığı Kıblesi şaşmışların Lobi faaliyetlerini.

Birisine bağlanacaksanız, körü körüne değil, maruf üzerine bağlanın (60/12)

Maruf olmayanda itaat olur mu? (47/21)

Ve daha önemlisi özellikle derinden ve etkili bir şekilde Kapitalist Dünya’nın, daha banal ama sloganik bir şekilde totaliter zihinlerin -ki bunun bir kısmı bizim mahalle (kaçkınlarında) var-bilgiyi nasıl pazarlama ve reklam amaçlı kullandığını.

“Kalitenin hiç önemi yok önemli olan reklam” diyor günümüz siyasi pazarlamacısı. Senin olmadık zaaflarını bulup vitrinize, üzerinde değme akademik ve tahlil çalışmaları, makaleler ve dahi tezler sunmak. Ama ayan beyan zulüm için karartma, olmadı bahaneler, mazeretler, maslahatlar (! Aslında maslahat olmayan yalanlar) üretmek.  

Onların fısıldaşmalarından bir hayır yoktur, maruf olan müstesna. (4/114)

Hiç zulüm ile maruf bir arada olur mu? Arkasından eziyet gelen bir sadaka mı daha iyi, yoksa maruf ve mağfiret mi? (2/263)

Meleklerin Allah’ın öğrettiğinden başka bilgileri yoktu, Allah Alim ve Hakimdi, İnsana ise Hikmet verildi ve İnsan bilgiyi nasıl kullanacağı ile sorumlu oldu.

Bilgi’nin nasıl kullanacağına gelirsek:

Kur’andaki birebir karşılığı ile “ilm” ve bu malumatı işlemek içinse onlarca kavram var. Gaybi ve kayıp bazı bilgileri aktarmanın çok daha fazlası ile kıssa, misal ve diğer anlatımlarla bilginin işlenmesi var.

İslam kültürünü oluşturan altyapı içeren bilgiler, üst yapıyı içeren teşri ve hukukun çok daha fazlası bunları birbirine bağlayan temelleri oluşturan kavramlar var.

Metodolojik algı oluşturma, kavram yükleme, kavramlara anlam, mana yükleme var.

İlim kelimesine mukabil maruf, fıkh, fehm, basiret, feraset, akıl vs onlarca işlevsel kavram, bunların pratikleri, örnekleri, temsilleri var.

İlim bir nokta idi, insanlar onu iyi ya da kötü yolda detaylandırdı, pratiklerini ortaya koydu, şekillendirdi ve işledi.

At sahibine göre, İlim işleyene göre ses verir; bazen tabibin, bazen katilin, bazen de bir sanatkârın elindeki bıçak gibi.

İnsanlar arasında muhakkak İrfan sahibi kişiler olmalı (3/104, 110, 114)

YAZIYA YORUM KAT

6 Yorum