Bilgi Sahibi Olmadan Yargıç Olmak!
Gazete yazarısınız, sayısız iletişim aracıyla ulaşmak istediğiniz her türlü bilgi kaynağına ulaşabiliyorsunuz ama kahvede oyun oynarken ahkam kesen emekli tavrıyla hükümler veriyorsunuz! Burada ciddi bir sorun var demektir!
Şehitler Köprüsü davasına dair kamuoyunda yaratılan istifhamlar aradan günler geçmesine ve konunun aydınlatılabilmesine yönelik bol miktarda malzeme ortaya çıkmış olmasına rağmen kimi çevrelerde ısrarla görmezden geliniyor. Hamasi duyguların kışkırtılmasına yönelik söylemler, popülist mesajlar en üst perdeden alıcı bulmak üzere tedavüle sokuluyor.
Yeni Şafak gazetesinden Özlem Albayrak da bu kervana katılmış ve şunları söylemiş:
“…Mahkeme, 72 sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verirken, 1 asteğmen ve 43 erin tüm suçlardan beraatini kararlaştırdı. O gece yani sabaha kadar vatandaşa ateş edenler, sırf emir eri oldukları gerekçesiyle serbest bırakıldı. Üstelik mahkeme salonundan marşlar söyleyerek çıkıp gittiler…”
Çok bilinen, tekrarlanan, hani bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak diye bir söz var. Cehaletin cesaretini ve anlamsızlığını vurgulama sadedinde kullanılan bir aforizma haline gelmiş durumda. Ne yazık ki, fikir sahibi olmanın da ötesine geçen, doğrudan yargılama, mahkum eme salahiyetini kendinde gören tutumlara da şahit olabiliyoruz.
Yeni Şafak yazarı Özlem Albayrak’ın “15 Temmuz Anmaları ve Davaları” başlıklı yazısı:
Üç gün önce Türkiye’nin dört bir yanında 15 Temmuz anma toplantıları yapıldı. Şehitlerimizin aziz hatırasına dualar gönderildi, gazilerimizin teşekkür ve minnetle gönlü alındı, memleketin o gece ne tür bir bela atlattığının bir kez daha künhüne varıldı. On binlerce insan bir kez daha, çıkabilecek en gür sesle darbelere hayır dedi. Hatta yerinde bir zamanlamayla Genelkurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması kararı, 15 Temmuz’un ikinci yıldönümünde resmileşti.
Bu, darbeler tarihine sahip bir ülke için, sivil asker ilişkilerinin normalleştirilmesi yolunda atılmış en güçlü adımlardan biriydi. Zaten iki yıldır, “Sivil irade her yoldan saptığında onu ancak asker yola getirir ve getirmelidir” inanışını doğrulayan her uygulamayı çöpe atma yolunda adımlar atılıyordu. Şimdiye dek Harp Akademileri, askeri liseler ve ast subay hazırlama okulları kapatılmış, GATA ve diğer askeri hastaneler Sağlık Bakanlığı’na devredilmiş, Yüksek Askeri Şura’nın da yapısı değiştirilmişti. İşleyiş konusunda çeşitli endişe ve tartışmalar olmasına rağmen Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlıkları’nın Savunma Bakanlığı’na bağlanması bu yoldaki son adım oldu.
Yani iki yıldır, Türkiye’de asker bir daha darbe yapamasın diye hemen bütün kanuni önlemler alındı, düzenlemeler yapıldı.
Peki aynı kararlılıkla darbeciler cezalandırıldı mı? Kanaatim hayır. Daha darbenin ilk günü, marketlere ve ATM’lere koşan kesim tarafından çıkarılan, “askerleri dövüp köprüden atmışlar” şeklindeki şaibe, o gece köprüde sabaha kadar silahsız vatandaşlara ateş etmiş askerlerin işlediği suç üstüne koruma kalkanı olmuş; aynı kişiler, köprüde o askerler tarafından şehit edilen 2’si polis 34 insanımızın acı akıbetinin değil, “dövülüp köprüden atılmış asker” ihtimalinin, söylentisinin peşine düşmüş, hedef şaşırtmıştı.
Ardından yargılamalar başlayınca da “hepsi birer ana kuzusu olan erler verilen emri yerine getirmek dışında ne yapabilirdi ki?” şeklindeki paratoner haline getirilmiş argümanla, kendi vatandaşına silah sıkarak katil olmuş askerlere kamuoyu nezdinde bir empati, şefkat, merhamet duygusu sağlandı. Bunu yapanlar da aynı kişilerdi, o gece ülkesinin değil, azığının derdine düşmüş olanlar…
Kamuoyunda yapılan bu tür zemin oluşturma faaliyetleri, görünen o ki mahkemeleri de etkiliyor. Geçtiğimiz hafta açıklanan 15 Temmuz Şehitler Köprüsü davası kararı da tam bu durumun göstergesi. Mahkeme, 72 sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verirken, 1 asteğmen ve 43 erin tüm suçlardan beraatini kararlaştırdı. O gece yani sabaha kadar vatandaşa ateş edenler, sırf emir eri oldukları gerekçesiyle serbest bırakıldı. Üstelik mahkeme salonundan marşlar söyleyerek çıkıp gittiler.
Oysa sivil ve silahsız masumları sadece teröristler öldürür, herhangi bir devletin düzenli ordusunun yapacağı bir iş değildir bu. Böyle bir emir verilse bile hukuksuzdur. Üstelik söz konusu vatandaşlar o askerlerin bağlı bulunduğu devletin vatandaşları, silah sıktıkları o askerlerin kendi insanıydı yani. Bu durumda elinde sadece bayrak taşıyan teyzeleri amcaları, gençleri yaşlıları nasıl vurabilir bir asker? Emir bile verilmiş olsa buna nasıl cesaret edebilir, haydi cesaret etti diyelim, vicdanı annesi babası yaşındaki insanları öldürmeyi nasıl kaldırabilir?
FETÖ’nün darbe davalarında öteden bu yana tuhaflıklar, aymazlıklar mevcut. Aylar boyunca, üzerinde “Hero” yazılı tişörtle mahkeme salonuna gelenlerden tutun, suçüstü yakalanmasına rağmen “görmedim, duymadım, bilmiyorum” diye ifade verenlere, şehit yakınlarına sataşanlara, onlarla alay edenlere dek, bir dizi arsızlık gösterisi izledik hep birlikte. Mahkemelerden kararlar çıkmaya başladıkça da masum insanları silahla öldürmüş askerlerin beraat alarak güle oynaya dışarıdaki hayata katıldıklarını görmüş olduk.
Sözün özü, her yıl geniş bir katılımla meydanlara toplanıyor, 15 Temmuz’u derin bir kederle anıyoruz, ama 15 Temmuz suçlularını, darbecilerini cezalandırmakta o kadar başarılı mıyız bilmiyorum doğrusu.
Şehitleri anmak, biraz da geride kalanların yüreklerini ferahlatmakla anlam bulmaz mı? “Bu ülkede artık darbe yapılmayacak” şeklinde bir karar almak, ancak darbeci katillere gerekli cezayı vermekle hayatiyet, ciddiyet kazanmaz mı?
HABERE YORUM KAT