1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Bilal Abdulkerim ile Suriye'deki Son Durum Üzerine
Bilal Abdulkerim ile Suriye'deki Son Durum Üzerine

Bilal Abdulkerim ile Suriye'deki Son Durum Üzerine

Mepa News sitesi, başından bu yana Suriye’deki adalet ve özgürlük mücadelesine yakından tanıklık eden Amerikan asıllı gazeteci Bilal Abdulkerim ile mevcut duruma dair bir röportaj gerçekleştirdi.

21 Kasım 2018 Çarşamba 15:30A+A-

-Bilal Abdulkerim, hepsinden evvel, bize kendini tanıtabilir misin? Bilhassa, Suriye’den önceki hayatın, Müslüman olma sürecin ve Suriye’den önce yaptıkların ve çalışmaların hakkında.

Evet. Benim adım Bilal Abdulkerim, New York’luyum. Yaklaşık olarak 1995’ten bu yana Müslümanım, tarihten tam olarak emin değilim. Ve Müslüman olmadan önce Müzik okumuştum, ve Yaratıcı Yazarlık. Kolejdeyken odaklandığım iki konu bunlardı. Çok heyecan verici bir hayat yaşamadım, şu an heyecanlı bir hayatım var. Suriye’ye gelmeden önce televizyonda yapımcılık yaptım, dini bir kanal olan Huda TV’nin yapım müdürüydüm, ki bu kanal hakkında çoğu kişinin bilgi sahibi olduğunu düşünüyorum, çok popüler bir kanal. Suriye’ye gelmeden önce ne yaptığım işte böyle. Ve daha sonra gazeteciliğe dahil oldum, Suriye’ye gelmeden önce Müslüman dünyasının dört bir yanından çok sayıda belgesel hazırladım. Libya’dan, Fransa’dan, Hindistan’dan, çok sayıda yerden...

Abdulkerim'in geçmişte Kahire merkezli Huda TV'de yaptığı televizyon programından bir kesit

-Müslüman olmadan önce İslam dünyası ve İslam dünyasındaki mücadeleler hakkında bir şeyler duymuş muydun? Bu süreçte uluslararası siyasete ilgili miydin? Eğer duymadıysan, İslam dünyasında süren mücadeleler hakkında ilk kez ne zaman bilgi sahibi oldun?

Büyüme çağında siyasetle daima ilgiliydim, çünkü siyasi ilişkilerin sürekli tartışıldığı bir evde büyüdüm. Annem bizim haberleri seyretmemiz konusunda çok istekliydi. Derdi ki: “Dünyada olup biten şeyler hakkında bir şeyler bilmeniz gerekir.” Bu yüzden, ben her zaman, sanırım demeliyim ki siyasi olarak ilgiliydim. İslam dünyası hakkında pek fazla şey bilmiyordum. Sanırım İslam dünyasıyla ilgili hatırlayabildiğim en eski anım şu: 1981 yılıydı, ben 11 yaşındayken, okuldan eve gelmiştim ve annem demişti ki, Mısır devlet başkanı Enver Sedat vuruldu ve öldürüldü. Ve bunu dinleyip “hm, hıhı. Mutfakta kurabiye var mı?” dediğimi hatırlıyorum. Bana etki etmedi çünkü Enver Sedat’ın kim olduğunu bilmiyordum, Mısır’ın nerede olduğunu bilmiyordum, bunlar bende bir farklılık yaratmadı. Fakat Müslüman olduğumda, elbette tabii olarak uluslararası Müslüman ilişkileri konusunda ilgili oldum.

-ABD’de bir Müslüman olmak ve beyaz bir kişi olmamakla ilgili ne söyleyebilirsin? Ve ülkede genel olarak İslami durum ne şekilde?

Amerika’da bir Müslüman ve beyaz olmayan bir kişi olmakla ilgili söyleyebileceğim şey, kaç tane siyahi insanın polisler tarafından vurulduğu, farklı topluluklar arasındaki hayat kalitesi farkları ve böyle şeyler hakkında sosyal medyada görebileceğiniz şeylere bakmanız gerektiğidir. İşler geçmişte olduğundan çok daha iyi durumda. Yani demek istiyorum ki, bütün siyahi insanların köle olduğu bir zaman vardı. Yani sanırım meseleler ciddi ölçüde ilerledi ve gelişti diyebiliriz. Fakat aynı zamanda hala gidilecek uzun bir yol var çünkü hala çok fazla nefret  ve ırkçılık mevcut. Ve bunun ülkeyi bölen bir şey olduğunu düşünüyorum. Bugün devam etmekte olan her olaya giden bir süreç, düşünce değişimi vardır. Ve 400 yıllık köleliğin ardından sorunun böyle ortadan kalkması gerçekçi değil. Fakat bununla yüzleşilmeli.

Bilal Abdulkerim'in gençliği

Müslüman olmak ve beyaz olmamak dediğiniz zaman, haha. Daha fazla ayrımcılıkla karşılaşırsın. Çünkü insanlar sana bakacak ve diyeceklerdir ki “Bir dakika bekle. Sen beyaz değilsin, bu sana karşı olan ilk şey. Ve bir de Müslümansın. Vay. Onunla ne yapacağız?” Ben insanların bazen böyle baktığını düşünüyorum.

İslami durumun genel olarak nasıl olduğuna gelince, Müslüman topluluklar üzerinde hükümetin çok fazla denetimi olduğunu düşünüyorum, ve burada Müslüman topluluklardaki insanların ne kadar aktif olduğunda kesin bir rol de var. Aktif insanlar var mı? Evet var. Fakat bunlar, muhtemelen bazı grupların üyesi olarak yahut bu yönde bir şekilde etiketlenme korkusundan endişe duyuyor olduğunu söyleyebileceğim bazı insanlar.

-Ana meselemizden konuşalım. Suriye’ye gitmeye ne zaman ve nasıl karar verdin? Ve gittiğin zaman ülkede ilk ayların nasıl geçti? Bu süreci detaylıca anlatabilir misin?

İlk olarak, Suriye’ye Libya’yı terk ettikten sonra geldim.

Libya’da olan şeyler hakkında ilgiliydim ve bunların haber medyasında yeteri kadar işlenmediğini hissediyordum. Ve Libya’ya gittiğimde, haklıydım, Libya’daki çok fazla insanın İslami hukuk, şeriat istemesi şaşırtıcıydı, çünkü insanlar Muammer Kaddafi’ye ve onun hükmetme tarzına bir alternatif istiyordu. Fakat haber medyasının hiçbiri bunu gerçekten yansıtmıyordu. Ve Libya’da çekim yaptıktan sonra çok ilgiliydim zira burada, Suriye’deki mücadele tüm hızıyla devam ediyordu. Ben de dedim ki, bak, ben Suriye’ye gitmek istiyorum, muhaliflerin ne yaptığını, ne istediklerini, haklarındaki şeyleri görmek için. Beni buraya getiren şey bu. İlk olarak sadece bir belgesel yapmak, bundan daha fazlasını yapmak için gelmemiştim.

Ülkedeki ilk aylarım, etrafta çok fazla öylece beklemiyordum çünkü şu şahısla, bu komutanla konuşmak istiyordum, şununla bununla röportaj yapmak istiyordum. Şimdi internet çok yaygın, şu an neredeyse her yerde Wifi, Hotspot ve bunun gibi şeyler bulabiliyorsunuz, fakat en azından Suriye için söylüyorum ki, o zamanda sadece internet kafeler, uydu telefonları ve bu tarz şeyler vardı. Yani insanlarla bağlantı kurmak, onların seninle bağlantı kurması kolay değildi, insanları takip etmen gerekiyordu ve etrafta hareket etmek de kolay değildi. Uygun taşıma imkanın yok, nereye gideceğini bilmiyorsun, kötü adamların kim olduğunu tam olarak bilmiyorsun ve etrafta kendi kendine basitçe hareket ediyorsun.

Yani bu ilk aylar hiç kolay değildi, ben Doğu Halep’teydim. Ve hatırlıyorum, yaşlı kadınlar ve her çeşit insan yabancıları, yabancı savaşçıları görüyor ve kelimenin tam anlamıyla onların üzerine düşüyorlardı, ve onlara hediyeler veriyorlardı, tesbihler, Kur’anlar, minnettarlıklarını göstermek için herhangi bir şey. Bunu gördüm ve bundan çok etkilendim. Çünkü yardıma ve korumaya muhtaç olduklarını fark etmiş ve anlamışlardı ve burada sadece Suriyeliler yoktu, aynı zamanda zor durumda olduklarını görüp yardıma gelen yabancılar da vardı. Ve Suriye halkı buna gerçekten çok minnettardı. Ve ben de onların minnettar olmasına minnettar oldum. İnsanların yapmış oldukları fedakarlıklardan dolayı.

-Medya alanında Suriye’de attığın ilk profesyonel adımlar nelerdi ve bu süreç nasıldı? Ve buna ek olarak bize On the Ground News’i anlatır mısın?

Önce de bahsettiğim gibi, ilk olarak buraya tek bir belgesel yapmak için gelmiştim. Fakat bu belgesel tamamlandıktan sonra Suriye’de haber yayınının çok çok zayıf olduğunun farkına vardım. Ve haber yayınının temel olarak neredeyse bir karartma halinde gibi olmasının Suriye halkı ve Suriye mücadelesi için adil olduğunu düşünmüyordum. Bugüne değin, haber yayınının çoğu Suriye’nin dışından gerçekleştiriliyor. Bu sebeple, her zaman Suriye haberlerine, muhaliflerin ne yaptığına, ne yapmadığına, sivillere ve onların meselelere nasıl baktığına dair bozulmuş görüşleri alıyorsunuz. Zira burası tehlikeli bir yer ve gelip burada kalan pek fazla haber organizasyonu yok; geliyorlar, 3-4 gün yapacakları işleri yapıyorlar ve çıkıyorlar. Tehlikeli bir yer, bunu anlıyorum.

Fakat ben bunu, insanların buraya dair başkalarının propagandalarındansa doğruları ve gerçekleri anlamasına yardım etmeyi bir tür ibadet olarak görüyorum.

On the Ground News’a gelince, On the Ground News 2015 yılında başladı, bundan önce filme aldıklarımdan ilham alarak. Fakat gerçek olarak görmeye başladım ki, belirli bir yayın yapmak isteyen, Suriye’de yaşananolaylara belirli bir yönden ışık tutan birçok haber organizasyonu vardı. Bunun hiçkimse için adil olmadığını düşündüm. Ne buradaki muhalifler ve halk için ne de ABD ve İngiltere’dekiler için. Çünkü, burada yaşanan olayların bozulmuş bir halini haber olarak alıyorlardı. Bunun iyi ve adil olduğunu düşünmedim.

Ve kendim bir gazeteci olarak, farklı organizasyonların çoğuyla birlikte çalışıyordum. Fakat bu kanaate, belirli bir haber organizasyonu ile konuştuğumda vardım. Filme aldığım genç bir adam hakkında soru soruyorlardı. Bu organizasyon bana sordu, bunlar yalnız değil, bu sadece bir örnek. “Burada röportaj yaptığın genç adam, bu çok güzel bir röportaj. Sana birkaç soru sormak istiyoruz.” Devam edin dedim, dediler ki: “El Kaide üyesi mi?” Hayır, değil dedim. Sonra dediler ki “Tamam. El Kaide kontrolündeki bölgelerde mi yaşıyor?” Hayır dedim.  Bunun üzerine dediler ki “Peki, iyi. El Kaide gibi mi düşünüyor?” Hayır dedim. Ve artık benim için açık hale geldi ki, ilgilendikleri şey bu. Onu bir El Kaide üyesi olarak tasvir etmek istiyorlar, bunun bu genç adamın hayatına edebileceği etkiyi sorumsuzca unutarak, sadece başkalarının sahip olmadığı bir hikaye elde etmek için. Bunun üzerine düşündüm ki, eğer Suriye’de bulunarak hayatımı riske edeceksem asla, kesinlikle asla bu tiksindirici hikayelere iştirak etmeyecektim. Ve daha sonra, burada gördüğüm doğruları bildirmeye hevesli olacaktım, yalnızca birinin siyasi yahut profesyonel ihtirasları için değil.

-Suriye’de hangi şehirlerde ve bölgelerde bulundun? Ve hangi kişiliklerle tanıştın, Muhaysini, Doktor Şacu’l İslam, veya grup ve saha liderleri vesaire gibi?

Şehirler bakımından, burada Suriye’de, muhtemelen sıralayabileceğimden çok daha fazla, birçok sayısız şehri ziyaret ettim. Muhaliflerin kontrolündeki bölgenin büyük kısmında bulundum, geçmişte ve bugün. Kişilere gelince, evet Şeyh Muhaysini ile, Doktor Şacu’l İslam ile, çok fazla, çok fazla kişiyle röportaj yaptım. Bunları sıralamaya çalışırsam çok uzun bir liste olur. Bu yüzden diğer soruya geçiyorum.

Abdulkerim, Abdullah Muhaysini ile röportaj yaparken

-Suriye’de hiç unutamadığın anılar var mı? Olduğuna inanıyorum. Bize anlatır mısın?

Unutamadığım çok fazla anı var. Ama sanırım aklıma ilk gelen, galiba 2016 yılıydı. Evet 2016 yılını ve Doğu Halep’teydik. Ve bomba yağıyordu, üstümüze bomba yağıyordu. Çocuklarıyla yürüyen kadınları görebiliyorduk. Bombalar düştüğünde, başörtülü bu kadınların çocuklarının ellerini tuttuğunu, çocuğu kendilerine yakın tutmaya çalıştıklarını, sağa mı, sola mı koşacaklarını bilemediklerini, nereye gideceklerini, ne yapacaklarını bilemediklerini görüyorduk. Ve bu benim üzerimde gerçekten derin bir etki yaptı. Çünkü düşünüyordum, İslam dünyasının dört bir yanında ne kadar Müslüman var ve hiçkimse bu kadınları korumaya çalışmıyor, buradaki iyi Suriyeliler ve nihayetinde her nasılsa terörist olarak yaftalanan bazı yabancı savaşçılar hariç, yahut diğerleri, bunun nasıl olduğunu bilmiyorum, siyasi atmosfer değişti ve bu da sonucu. Diğer örneklerle beraber, beni etkileyen bir şeyi düşünürken söylemeliyim ki bu olay kesinlikle bunlardan biriydi.

-Sevgili Bilal Abdulkerim, Halep Kuşatması hakkında konuşalım. Bu günleri, şehrin düşüşünden öncesini ve sonrasını bir gazeteci ve her şeyden öte bir insan olarak tecrübe ettin. Bu esnada askeri, siyasi, insani olarak tüm yönleriyle neler oldu? Lütfen bize tarif et.

Herkes Doğu Halep’in kuşatma altında olduğunu biliyordu. Tüm dünya biliyordu. Herkes burada neler olup bittiğini biliyordu. Bir şehrin orta yerine atılan sığınak delici bombaları, balistik füzeleri, misket bombalarını herkes biliyordu. Evleri, binaları tamamen yerle bir ediyorlardı.

Kilometrelerce öteye düşen ve içinde bulunduğum binayı sallayan sığınak delici bombaları hatırlıyorum. Fakat ana mesele bu değil. Ana mesele, dünyadaki herkesin bunu biliyor olmasıydı. Bu bir sır değildi. Bu insanların oturup “hey, biliyor musun, bu gerçekten yaşanıyor mu bilmiyordum” diyebileceği bir şey değildi. Gerçekten olay bu değildi.

Bir insan olarak, tüm bu ölü erkek, kadın ve çocukları görmek, bugüne kadar halen düşünmekte olduğum bir şey. Unutulabilecek bir şey değil.

Fakat, bunun iki boyutu vardı. Bir boyutu, küçük boyut. 1994 Ruanda soykırımı sonrasında, Darfur’daki olaylardan sonra ve diğer olaylardan sonra “bir daha asla” diyen, “bu bir daha olmayacak” diyen, “biz izlerken olmayacak” diyen ve bunun gibi belirli sloganlar dillendiren dünyaya rağmen bu olmaya devam etti ancak bu farklıydı. Zira bu televizyonda canlı olarak yaşandı ve herkes bunu izleyebiliyordu. “Bu yaşanıyor mu? Gerçekten mi? Bilmiyordum” denilebilecek bir şey değildi. Yahut karanlık bir kişinin size getirdiği haberler değildi bunlar. Biz, On the Ground News olarak, diğerleriyle birlikte bunu filme aldık. Ve sürekli olarak çok sayıda rapor yayınladık. Yani kimse Doğu Halep’te ne olduğunu bilmediğini kimse söyleyemez.

Abdulkerim, kuşatılmış Halep'te muhaliflerin lideri Ebul Abid ile beraber

Nihayetinde dünya öylece durdu ve hiçbir şey yapmadı. Ve bu gerçekten insanın gözünü açan bir deneyimdi. Çünkü halihazırda şüphe ettiğim bir şeyi pekiştirdi. Bu da ülkelerin insani sebeplerle savaşa girmeyeceğiydi. Bunu yalnızca kendi fayda ve kazançları için yaparlar.

Ve durumun en büyük sebebi İslam ümmetinin hiçbir şey yapmaması. Suudiler hiçbir şey yapmadı, Katarlılar hiçbir şey yapmadı, Mısırlılar hiçbir şey yapmadı, tüm İslam ümmeti, Pakistanlılar hiçbir şey yapmadı. Hiçkimse herhangi bir şey yapmadı. Oh, Müslüman dünyasından ve gayrimüslim dünyadan büyük tepki vardı. Fakat durumun gerçeği şu ki bu tepki sahadaki realiteyi değiştirmedi. Ve bir şeyler yapabilecek bu kişiler hiçbir şey yapmadı. Ve söylemeliyim ki teşekkürlerin çoğu Türk hükümetine gitmeli, zira tahliye konusunda uzlaşmak için ellerinden gelenin en iyisini yaptılar. Bazı kişiler daha fazlasını yapabileceklerini, askeri olarak dahil olabileceklerini, şöyle böyle yapabileceklerini söyleyebilir. Bunu tartışabiliriz. Fakat durumun realitesi şu ki Erdoğan ve hükümeti, tüm İslam dünyasının tamamından daha fazlasını yaptı ve bu bir gerçek.

-Bilal Abdulkerim neden ABD hükümetine karşı hukuk yolunu kullanıyor?

Birkaç yıl evvel, Doğu Halep kırsalında kayıt yaparken aracım bir ABD insansız hava aracı tarafından saldırıya uğradı. Dışarıda durup yaklaşık 20 dakikadır kayıt yapıyordum, yani arabada kimin olduğunu biliyorlardı. Ve ben onlara karşı, suikast girişimi nedeniyle hukuki girişimde bulundum.

Bazı insanlar neden bana suikast düzenlemek isteyeceklerini sorabilir. Muhtemelen birçok nedenleri olduğunu düşünüyorum, fakat bu soruyu ABD hükümetine sormak gerek. Diyebilirim ki, burada haberleri verme konusunda epey istekliyiz, haberlerin bazıları da burada Kuzey Suriye’de bir camiye düzenlenen 65 kişinin öldüğü katliamla ilgili. (17 Mart 2017 tarihinde ABD’nin Cîne köyündeki bir camiye düzenlediği hava saldırısını kastediyor.) Bu insanların bazıları camiden kaçmaya çalıştıkları sırada öldürüldü. Bazı El Kaide militanlarını öldürmek istediklerini söylüyorlardı. Ancak durum pek de böyle çıkmadı. Başta Pentagon camiyi vurduklarını dahi reddetti. Fakat biz buraya gittik, bölgeyi kayda aldık ve camiyi vurmadıklarını söylemenin asla mümkün olmadığı gösterdik. Pentagon daha sonra hikayeyi değiştirdi ve ‘camiyi vurduk’ dedi, fakat dediler ki ‘bazı militanları öldürmeye çalışıyorduk.’ Bu, belirli hedefleri öldürmeye çalıştıkları diğer insansız hava aracı saldırıları, bu insansız hava aracı saldırılarını çocukların oynadığı yerlerden 30-40 metre mesafede gerçekleştiriyorlardı. Ve ben bu şekildeki olayları bildirmek konusunda oldukça istekliydim. Bu şeylerin önemli olduğunu, bunların aydınlatılması gerektiğini düşünüyordum. Ve sanıyorum ki bunlar benden hoşlanmamalarının bazı sebepleri. Ve bana yönelik saldırının gazeteciliğe karşı bir saldırı olduğu kanaatindeyim. Belki sakalım olduğu için ve ibadetlerini yerine getirmeye çalışan bir Müslüman olduğum için bir grubun veya bir oluşumun parçası olduğumu farz ettiler ve bunun üstesinden gelmeyi düşündüler. Diyebilecekleri gibi ezbere bir saldırıydı.

Abdulkerim'in aracı drone saldırısı sonrası kullanılamaz hale gelmişti

Füze arabayı vurdu, araba havaya uçtu, ben tam tersi yöne bakıyor haldeyken bir yanı üzerinde yere düştü. Olmayan tek şey benim ölmemiş olmamdı. Bu olabilirdi. Bu yüzden ABD hükümetine karşı hukuk yoluna başvurdum. Bu hukuk savaşını onlar bana getirmedi, ben onlara götürdüm. Bana sessizce suikast düzenlemeye çalıştılar. Ve onlara karşı açtığım bu dava, herkesin takip ettiği bir dava olmalı.

-Bir gazeteci olarak, sen sahadasın, sıradan halkla berabersin. İnsanların gözünden bölgede hayat ve Suriye devriminin mevcut durumuna dair genel düşünce ne şekilde?

Şu an, insanlar endişeli, korkmuş, bu arada sivillerden bahsediyoruz, çünkü hiçkimse İdlib’e bir saldırının olup olmayacağını bilmiyor, yani bilirsiniz, savaşın şiddeti artacak mı, artmayacak mı. Buna aslında hiçkimsenin inandığını düşünmüyorum. Fakat istiyorlar. Halk hala korkuyor, burada kırsalda Türk güçlerinin konuşlanmış olmasından dolayı bir rahatlık var. Fakat aynı zamanda, eğer zaman gelirse Türk güçlerinin devrime askeri olarak arka çıkacağına tam olarak ikna olmuş değiller. Yani evet, siviller arasında durumun bu olduğunu düşünüyorum. Savaşçılar arasında ise, morallari yüksek, eğer Rusya, Suriye Arap Ordusu ve İranlı ortakları ile askeri olarak karşılarsa, hazırlıklarını yaptılar, bunu yapmaya hazırlar. Başarılı olsunlar yahut olmasınlar, akıllarında durum buna bağlı görünmüyor. Fakat yürekten hissediyorlar ki, sonunda silahlarını indirmeyecekler ve teslim olmayacaklar. Nihai olarak, geçmişte ne Rusya ne de rejimin anlaşmalara sadık kaldığını biliyorlar. Her çatışmasızlık yahut ateşkes, rejim ve Rusya’nın yeniden silahlanabilmesine ve yeniden imkanlarını takviye etmesine, ve kendilerini bir sonraki raunda hazırlamasına yaradı. Bu yüzden buradaki insanları çoğusu bu yönde düşünüyor.

-Güney cephesinin çöküşünün ardından, Esed rejimi gözünü İdlib’e dikti ve İdlib bölgesini tamamen kuşatmak için PYD ile yakın işbirliği ve ittifak arayışına başladı. Sen, Bilal Abulkerim, devrimin gidişatı hakkında ne düşünüyorsun? Devrim nasıl gidiyor, yakın ve uzak gelecek hakkında düşüncen nedir? Suriye krizi nasıl bitebilir, diplomasiyle mi, savaşla mı, yoksa nasıl?

Benim şahsi görüşüm, Suriye krizi için çözümün siyasi olmadığı. Bu tıpkı şunun gibi. Eğer Hitler’in dönemine gidecek olsaydık, bunun siyasi bir çözümü olmazdı. 3. Reich (Nazi Almanyası) durmayacaktı. Onları mağlup etmenin tek yolu askeriydi.

Bir milyona yakın insanı öldüren bir hükümeti kabul etmenin ve onlarla bir uzlaşı olabileceğini düşünmenin hiçbir yolu yok. Ya onlar devrimi tamamıyla yok eder, yahut devrimci savaşçılar devam ederek en sonunda rejim ve müttefiklerini, onları mağlup edene dek geri püskürtürler. Söylediğim gibi, bir milyona yakın insanın öldürülmesinden sonra, iki taraf nasıl bi arada var olabilir? Bunun mümkün olduğunu düşünmüyorum.

Güney cephesinde yaşananları gördükten sonra, gözleri olan herkes için apaçık hale geldi ki ABD, Ürdün hükümeti ve Türkiye arasında, temel olarak Dera’ya herhangi bir saldırı olmayacağını belirten bir anlaşma vardı. Ve daha sonra, rejim yüzünü Dera’ya çevirdiğinde, ABD devrimci güçlere “ailelerinizi düşünün, kendi başınızasınız, sizi askeri olarak desteklemeyeceğiz” şeklinde basitçe belirten bir mektup yolladı. Bu sadece, anlaşmaların dünyanın bu kısmında anlaşmaların hiçbri şey ifade etmediğini vurgulamaya devam etti. Ya kendinizi ve sivilleri korumaya yetecek kadar gücünüz vardır yahut öldürülürsünüz. Bu, bundan fazla bir şey ifade etmez. Yan, evet, rejim gözünü İdlib’e dikti. Fakat İdlib’e gözünü dikmek ve İdlib’i almak göründüğü gibi kolay değil. Bu yüzden ileride ne olacağını bekleyip görmemiz gerekiyor.

-Biliyorsun, İdlib’de bir suikastler silsilesi yaşanmakta. Birçok lider, davetçi ve önemli kişiler bu saldırılarda öldürüldü. Bu suikastler hakkında neler biliyorsun ve ne düşünüyorsun?

Bu saldırılar farklı oluşumlar tarafından düzenleniyor. Bunların ilki “Davaiş”, yani IŞİD olarak bilinen grup. Onlara İslam Devleti demeye dilim varmıyor. Bu intihar ve bombalı araç saldırılarını onlar düzenliyor. Büyük bir oyuncu olmaya yetecek güçleri yok. Fakat oyunbozucu rolü oynayabiliyorlar. Önümüzdeki aylarda bu tür bombalı araçları, suikast saldırılarını, yol kenarına yerleştirilmiş bombaları, bu şekildeki saldırıları maalesef daha fazla göreceğimizi düşünüyorum.

Bu saldırılar aynı zamanda rejim güçleri tarafından da düzenleniyor. Fakat rejim güçleri daha farklı tür saldırılar gerçekleştiriyor. IŞİD’in düzenlediği saldırılar gibi saldırılar düzenlemiyorlar. Fakat buradalar. Ve bu bölgelerde faaliyet göstermeye devam ediyorlar. Liderleri ve bunlar gibi önemli insanları ve gazetecileri hedef alıyorlar. Bu sebeple bu röportajı okuyan herkes, bu kişilerin yakalanması ve faaliyetlerine devam edememesi için dua etsin.

-Astana süreci hakkında soracağım. Biliyorsun, Humus, Doğu Guta, ve Dera, bunların hepsi gerginliği azaltma bölgeleri kapsamındaydı. Fakat Rusya, İran ve Esed rejimi tüm güçleriyle bu bölgelere saldırdı, scorched earth politikasını kullandılar, sivilleri ve muhalifleri çıkmaya zorladılar. Aynı senaryoyu İdlib’de de bekliyor musun? Ve eğer gerçekleşirse, Türkiye’ye yönelik bir mülteci dalgası bekliyor musun?

Evet, bunun bu bölgelerde de yaşanmasını bekliyoruz. Eğer, bunu yapabilecek kabiliyete sahiplerse, ki bunu açıklayacağım. Tamamen inanıyorum ki, İran’a karşı uygulanan yaptırımlar İran ekonomisini derinden etkiledi, ABD nükleer anlaşmadan çekildiğinden beri. Yani buna ek olarak bir rol oynadığına inanıyorum. İran’a yönelik sert yaptırımlar 4 Kasım’a uygulamaya girecek. Bu yaptırımlar İran’ın hayati can damarlarını, yani enerji sektörünü hedef alacak. Bu da İranlıların petrol ve doğalgaz satma konusunda çok çok zor zamanlar geçireceği anlamına geliyor, zira Trump yönetimi İran’ı zayıflatma konusunda oldukça istekli.

Bu da muhtemelen sahada İranlıların, İdlib’e bir saldırı gerçekleştirmeye güç yetirecek kadar birliklerinin olmayacağı anlamına geliyor. Bu yüzden yapılan bir anlaşma olduğuna inanıyorum. Çünkü Ruslar İdlib’i alabileceklerini düşünseler asla bir anlaşma yapmazlardı. Dünyadaki baskıdan çekinmiyorlar, insani meselelerden çekinmiyorlar, evlerinde yahut çarşılarda paramparça olarak ölmüş kadın ve çocukların televizyonlarda gösterilmesinden çekinmiyorlar. Bunu geçmişteki yıllarda gördük. Yani, anlaşma yapmalarının bu gibi şeylerle ilgisi olduğunu düşünmüyorum.

Erdoğan ve hükümetinin, Esed-Ruhani-Putin ekseninin bu zayıflığından faydalanma konusunda istekli olduğu kanaatindeyim. Ve onun, bunu değerlendirmek için çaba gösterdiğini düşünüyorum. Soçi’de yapılan anlaşmanın neden Türkiye ile Rusya arasında olduğunun, İran’ın neden bunun parçası olmadığının bir sebebi olduğunu düşünüyorum. Bu şans eseri olmadı. Yani evet, Türk hükümetinin bu bağlamda bunu değerlendirmek için çaba gösterdiği fikrindeyim. Zira Türkiye’ye akın eden en az 1.5 milyon mülteci olabilir. Ve minimum diyorum.

Ve Türk hükümetinin, para birimlerinin de ateş altında olduğunu anladığı kanaatindeyim. Kim tarafından ateş altında? Bu tartışmaya açık bir şey. Fakat gerçek şu ki Türk lirası yılın başından beri yaklaşık yüzde 40 değer kaybetti. Ve yoldaki 1.5 milyon yeni mülteci ile, muhtemelen Türk ekonomisi kırılma noktasına gelebilir. Türk lirası yaralıyken, İran riyali yaralıyken ve Rusya’da Rus rublesi yaralıyken, bir çatışmasızlığın tüm taraflara gerçekten yardımcı olacağı kanaatindeyim. Ancak buradan nereye varacağı tartışmaya açık bir husus.

-Türkiye varlığı hakkında düşüncelerin neler? Türkiye güçlerini gözlem noktalarından çekebilir mi? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yeni hamlesi sence ne olacak?

Hayır, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir sonraki hamlesinin ne olabileceğini bilmiyorum. Topun Rusya-Esed-İran’da olduğunu düşünüyorum ve Türk ordusunun bekle ve gör modunda olduğu kanaatindeyim, yani bekleyip ileride ne olduğunu görecekler.

Güçlerini çekerler mi? Bunu yapmaları için bir sebep göremiyorum. Hedeflerine henüz vardılar mı? Vardıklarını düşünmüyorum. Bu yüzden henüz güçlerini çekecekleri fikrinde değilim.

-Gelecekte ne yapacaksın? Eğer muhaliflerin kontrolündeki bölge korunursa Suriye’de kalmaya devam edecek misin? Veya İdlib rejimin eline geçerse ne yapacaksın?

Kendime verdiğim söz, etkili olabileceğim yerlerde bulunmaya çalışmak. Ve şu zamanda Kuzey Suriye’de olmanın, buranın etkili olabildiğim bir yer olduğunu düşünüyorum. Ve Allah’ın On the Ground News’e etkili bir haber organizasyonu olmayı nasip ettiğini düşünüyorum.

Etkili olduğum sürece inşallah burada olacağım, yahut zulme uğrayan insanlara yardımcı olup hizmet edebileceğimi düşündüğüm herhangi bir yerde. Yani evet, burada oluşum hakkında düşündüğüm şey bu.

Açıkçası İdlib’in gerçekten rejimin eline geçeceğini düşünmüyorum, şartlar gerçekten onların aleyhine. Böyle bir şey beklemiyorum. Herhangi bir seyahat planı veya herhangi bir yere bir yolculuk ayarlamadım. Yani inşallah vakti gelene kadar burada kalacağım, gelecekte ne olacağını kim bilir.

-Soçi anlaşması ve beraberinde gelen çatışmasızlık süreci hakkında ne düşünüyorsun?

Soçi anlaşması, 2011 devriminin başlangıcından bu yana yapılan diğer anlaşmalar gibi. Suriye halkının bir kazanımı yok. Tüm bu anlaşmalardan Suriye halkının bir kazanımı olmadı. Yapılan her anlaşma rejimin yaralarını sarmasını ve bir sonraki savaşa hazırlanmasını sağladı. Gerçek bir çatışmasızlıkla herhangi bir alakası olmadı, biz anlaşmalara dair durumun aslında nasıl olduğu Halep’te hissettik, aynı zamanda ben doğrudan hissettim. Diğer yerlerde de aynı durum vardı, farklı bir şey değil.

İranlılar finansal olarak çok kötü yaralı. Lübnanlı, Hizbullah olarak bilinen grubu finansal olarak destekleyen onlar. Buna ek olarak diğer tüm Şii gruplar İran tarafından destekleniyor. İran sıkı ABD yaptırımları altında, İdlib’i geri almak için gerekli olan uzun ve kapsamlı bir savaşa devam edebilmek için paraya sahip değiller, tabi eğer bunu yapabilirlerse.

Yani Soçi anlaşması bu. Rejime yaralarını sarması ve bölgeye bir saldırı düzenlemelerinin mümkün olup olmadığını görmesi için vakit veriyor. Fakat bu yapılabilir görünmüyor. Ruslar açıkça belirtti ki sahaya adım atmayacaklar. Bunu havadan yapabilirler fakat bu yeterli olmaz. Ve bütün taraflar bunun farkında.

Kaynak: Mepa News

HABERE YORUM KAT

2 Yorum