1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Bigane kalamayacağımız bir coğrafyanın sakinleriyiz...
Bigane kalamayacağımız bir coğrafyanın sakinleriyiz...

Bigane kalamayacağımız bir coğrafyanın sakinleriyiz...

Abdullah Muradoğlu, 2024 senesinde gelişmelerin 2025'e olası etkilerini inceliyor.

31 Aralık 2024 Salı 09:15A+A-

Abdullah Muradoğlu / Yeni Şafak

2025’e girerken..

“20. Yüzyıl” geçmemiştir bile, bütün ağırlığıyla “21. Yüzyıl”ın içindedir. 2025’e girerken 20. Yüzyılın iki dünya savaşının sonuçlarıyla boğuşuyoruz hâlâ. Ukrayna-Rusya Savaşı, Filistin’de “soykırım”, Lübnan’da “devlet krizi”, Asya-Pasifik’te “Tayvan”. Liste uzayıp gidiyor. Hepsinin kökü 20 Yüzyıl’da. Her iki dünya savaşı da Kapitalist Batı uygarlığının krizlerinin sonucuydu.

“Osmanlı İmparatorluğu”nun tasfiyesini ve modern Ortadoğu’nun sözde inşasını anlatan David Fromkin’nin kitabına “Tüm Barışlara Son Veren Barış” başlığını koyması gayet yerindeydi. “Osmanlı’nın Çöküşü: Ortadoğu’da Büyük Savaş 1914-1920” başlıklı kitabın yazarı Eugene Rogan ise kendisiyle yapılan bir röportajda “Avrupa’daki bir çatışmayı dünya savaşına dönüştürenin gerçekten de Orta Doğu olduğunu iddia ediyorum” diyordu.

Dünya-tarihsel durumun tasviri, bu iki dünya savaşının sonuçları kavranmadan yapılamaz. Dünya-tarihsel durum tasvir edilemezse, nereye gittiğimiz de bilemeyiz. 20. Yüzyılın uzun krizinin yine bir dünya savaşıyla sonuçlanabileceğine dair ihtimallerse bir süredir tartışılıyor.

ABD küresel sistem içindeki hakim konumunu kaybetmemek için “uzay” ve “yapay zeka” katkılı bir silahlanma yarışını körüklüyor. Bu silahlanma yarışına ve cepheleri genişletme girişimlerine her iki dünya savaşından önce de tanık olunmuştu. Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar elde edilebilir mi? Amerikalı tarihçi Barbara Tuchman antik çağlardan 21. Yüzyıla uzanan tarih içerisinde yönetenlerin sersemliklerini “Ahmaklığın Yürüyüşü” diye nitelemişti.

ABD’nin jandarmalığını yaptığı sözde liberal uluslararası düzen dikişlerinden patlamış bulunuyor. Bu düzen Filistin’de soykırım yapan İsrail’in azgınlığını durdurmayarak gerçek yüzünü gösterdi. Dünyada öngörülebilir ve öngörülemeyen riskler artmış olup, insanlık benzeri görülmemiş zorluklarla karşı karşıyadır. İngiltere’nin “AB”den ayrılmasıysa Avrupa entegrasyon sürecini tersine çevirdi. Batı uygarlığının krizinin belirtileri olarak merkezler dağılıyor, saldırgan popülizmler yükseliyor, sahte cennetler gerçek cehennemlere dönüşüyor.

Avrupa Birliği’nin lokomotif güçleri, Almanya ve Fransa liderlik yeteneklerini kaybetmiş gözüküyor. Rusya-Ukrayna Savaşı Avrupa’yı tüketiyor, gerilimleri derinleştiriyor. Almanya’da koalisyon çöktü, Şubat’ta yeni bir seçim var. Fransa’da Macron ikinci bir azınlık hükümeti daha kurdu. Hem Romanya, hem de Gürcistan siyasi krizler yaşıyor. Dünyada nüfus dengeleri de değişiyor. Avrupa, Çin, Rusya, Japonya giderek daha fazla yaşlanıyor. “Göç” ve “mülteci” sorunlarıysa birçok ülkede sosyal bölünmelere neden olan en önemli faktörler haline geldi.

Avrupa, Ocak 2025’de Başkanlık koltuğuna oturacak olan Donald Trump’la nasıl baş edeceğini kara kara düşünüyor. “NATO”nun kuruluşundan bu yana askeri güvenliğini ABD’ye havale eden Avrupa kendi güvenlik mimarisini tasarlamaktan hâlâ yoksun görünüyor. Diğer bir yandan “Küresel Güney” ekonomilerinin yükselişi sebebiyle Batı ülkelerinin dünya pazarlarındaki payları giderek azalıyor. Batı’nın pazar kaybetme korkusu kabûsa dönüşüyor.

Çalkantılı bir sürece giren dünyada uluslararası güvenlik alanında da büyük değişiklikler yaşanıyor. ABD Asya-Pasifik’te ikili, üçlü, dörtlü anlaşmaları Çin’e karşı askeri ittifaka dönüştürmek istiyor. “Soğuk Savaş” parametreleriyle davranmayı sürdüren ABD, yeni gerçekliklere sırt çevirerek dünyayı kendi imajında süngüyle yapılandıracağı vehmine kapılmış durumda. ABD, süngüyle yapılamayacak tek şeyi yapıyor: “Süngünün üzerine oturmak”.

David Fromkin Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarını merkezi İslam uygarlığı havzasında “tüm barışlara son veren barış” olarak nitelemişti. Barış düştüğü yerden kalkacaktır. İslam dünyası Batı’dan Doğu’ya, Bosna’dan Çin’e, Arnavutluk’tan Endonezya’ya, kuzeydeyse Kazan’dan güneyde Afrika içlerine kadar uzanan geniş bir coğrafyayı içeriyor. Bu coğrafyada kurulacak yeni bir nizam dünya barışının da anahtarı olacaktır. Bu coğrafyanın kaderi bu coğrafyada yaşayanlar tarafından suhuletle ele alınmadığı takdirde istikbal çok daha kasvetli olacaktır.

Dünya-tarihsel durumu bir olaylar dizisi şeklinde anlamak yerine varlığımız için bir” bekâ sorunu” olduğunu kavramalıyız. Batı’lı emperyalist güçler 1918 sonrasında Asya ve Avrupa arasındaki İslam dünyasını parçalayıp bloke ederek küresel genişliklerini son derecesine eriştirmek istiyorlardı. Şimdiyse sonuçların sonuçlarıyla yüzleşiyoruz. Bigane kalamayacağımız bir coğrafyanın sakinleriyiz. Coğrafya ile ilgilenmez isek coğrafya bizimle ilgilenecektir.

HABERE YORUM KAT