Biat mi, Rab Edinmek mi?
Bahar; ayçiçeklerinin uyumlu güneş takibinin altında bereketin izlerini sürer. Bereketin tahsili için ayrık otlarının temizlenmesi gibi farklı olanların yolunup bir kenara atmak işin prosedürüdür.
İnsan; yeryüzünün halifesi olmak yerine bir ot, iradesiz bir sürü olsaydı her şey bu kadar basit olurdu muhakkak.
Ya da geçen yüzyılın romantik anarşistleri gibi bir yol tuttursaydık kendimize; “İnsan’ın insanı yönetmesi zulümdür” genel kaidesini detaylandırmadan yansıtsaydık toplum hayatımıza, her şey rüzgârda salınan otlar gibi ahengin melodisi ile doğal bir sürü gibi yaşamımızda, yüzlerce yıldır peşinden koşup durduğumuz eşitliği bir çırpıda yakalayıverirdik.
Ama ne yazık ki, yüklendiğimiz emanet ve onun ‘Kıskanıcısı’, öyle tek başına bırakmıyor insanoğlunu. Ve nefsimize seslenerek, kendini kopyalayarak, insan’ın insan’a tahakkümünü bir sürü argümana bağlayıveriyor. En kötüsü de, oturduğu doğru yolun üzerinde ve nefsinin derinliklerinden gelen bin bir çeşit baştan çıkarıcılığı ile insanı doğru yolda olduğu zannı ile tahakkümünü “En Kutsal Adına” ikame ediyor Hannas.
Güven’in ve itimadın yüklediği, paylaşımın ve yardımlaşmanın süslediği birbirlerinin velileri, mürşitleri olanların yekvücut/bünyan-ı mersus duruşları arasına sızıveren süreklilik, kıyamete kadar süre verilmişle kıyamete kadar süren serüvenimiz arasında sırat köprüsünün üzerinde yürütüyor bizi dünya yaşamında.
Hayat kocaman bir alış veriş ve herkes heybesini doldurup, önüne döküleceği güne kadar biriktiriyor kendi hayatını.
Kelime anlamı ile satmak, alış-veriş anlamlarına gelen ‘Biat’; hukuki norm’da bir antlaşmaya karşılık gelir.
İnsanoğlu ‘Yeryüzü Halifeliği’nde, onu kurtuluşa götürecek en büyük ve mutlak antlaşmasını/biat’ını Allah’a karşı yapmıştır. Bu biat tarihin sürekliliği içerisinde Tevrat, İncil ve Kuran’da belirtilir. (9/111).
Kitapların aktarıcısı ve pratiklerinin sunucusu olan Elçilere yapılan biat, vahye tabi olmak anlamında mutlak (48/10) olup, Allah bunun karşılığını ihsan ve fetih ile verecektir ( 48/10, 48/18).
Biat iradi bir bağlılık olarak, halifelik görevi olarak dünya yaşamında sorumlu insan için hiçbir şefaatin, dostluğun olmadığı gün artık iradi bir mekanizma olan biat’ın/alış-verişin olmadığı gün, kendi kitabına koşulsuz ve iradesiz tabi olacaktır. (2/254, 14/31)
Elçilerin toplumsal yaşamlarında ise ma’ruf davranışlar üzerine bir biat’tır (60/12), ve onun takipçileri, istişareye dayalı dinamik ve katılımcı bir biat’ı yaşarlar. Hiçbir Elçi kendi nefsine çağırmamış, “okuduğunuz Kitaba bağlı kullar olun” diyerek Rabbani Müslümanları yönlendirmiştir (3/79). Bunun bilincinde olan Rabbani Müslümanlar Elçilerin Doğrudan bildirilen vahyin haricindeki beşeri yönleri ile vahyi yaşama dönüştürme mücadelelerine aktif katılmış, istişarelerde bulunmuş hatta yapıcı eleştiri ve itirazlar da yöneltmişlerdir. Koşulsuz itaaat’in yalnızca Allah olduğuna ve Elçilerin vahyi almalarının haricinde kendileri gibi bir beşer olduğunun (14/11, 6/50, 10/50, 18/110, 41/6) bilincindeki bu Rasihun ve Ulul Elbab sahibi hikmetli istişare ehli, Elçilerin hep başucunda yer alırlar.
Kuşkusuz ki, kul olunacak, koşulsuz boyun eğilecek tek Rab Allah’tır. Elçiler bunun bilincinde, kendilerinden sonrakileri de uyarırlar. Buna rağmen İnsanoğlu Elçileri bile ilah ve rab edinecek kadar unutkan ve tembeldir (5/116, 117).
İnsan, insanlık tarihini en ‘Emin’ olan ve en ufak hatasında Mutlak Hâkim Allah’ın kontrolünde olan Elçileri bile nasıl ilah edinebilir? Ve buna bile cüret eden insan, ardılları ve mirasçıları için neler neler yapabilir.
“Aile meclisini topluyorum, bir konuda istişare edeceğiz. Evlatlarımdan birisi “babam ne derse ona tabi’yim” diyor. Bir daha ki istişareye almıyoruz, ortak karar. Zira delilleri dinlemeden oy’unun rengini belli etti. Onu istişarede tutmanın düşünen, tahlil eden ve irade gösterenlerin istişaresine saygısızlık olarak algılıyoruz ve çıkarıyoruz.”
Kendisine katılmayan, itiraz eden ve bunda ısrar eden ama bunu ölçülü ve nifak oluşturmadan yapan, perdelerin gerisinden bağırarak değil, fikrini açık ve net söyleyen kimselerin neden Elçilerin istişare heyetlerinde sürekli yer aldığını iyi anlaşılmalıdır.
Kuşkusuz bu, ölçüsüzlük ihtimali büyük sıkıntılara gebe ama başıma bir şey gelir korkusu ile evden dışarı çıkamayan adam daha mı efdal?
Tarihin gördüğü en dinamik topluluğun, Elçinin hemen ardından gelen büyük çatışmaların merkezinde de bu vardı. Prensipte biat ettiği kimsenin, kulu kölesi değil, onun katılımcısı ve doğrultucusu olmaya namzet, yanlış gördüğünde Allah’tan başka Rabbimiz yok diyen bu dinamik topluluğun bir kısmının ölçüsüzlüğü, bu dinamik ruhun öldürülmesinde de başat rol oynayacaktır.
Bilindiği kadarı ile Mekke’de Müslüman olanların Allah Elçisine bağlılıkları inançlarının bir gereği, doğal gerekirlik ve spontan’dı. Biat ancak Medine gibi, bazı kabileler gibi dış Müslümanların Allah Elçisine karşı hukuki bir iletişimi olarak ortaya çıktı. Hicretin ardından siyasal yapılanmada ilişkileri belirleyen ve yenilenerek işlevi gelişen bir özellik arz etti. Ticari bir kavramın ahdetme, söz verme gibi anlamları yüklenmesi ve ardından sosyo-siyasal bir bağlılık yüklenmesi yine doğal olarak gelişti. Allah Elçisinin ardından Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir’in Emir-ül Mü’minin olarak tanımlandığı dönemlerde; “ yanlış yaparsam bana biat etmeyin” dedikleri ve anlaşmazlıklar olduğunda oldukça hararetli ve tartışmalı itirazların, muhalefetlerin ve git gide çatışmaların olduğunu biliyoruz. Bunların haklılığı ve haksızlığı ya da ölçüsü, sınırlarına girmeden aktif bir İslam toplumu olduğunu, biat tanımlamasının kulluk, ya da sorgusuz itaat olmadığına özellikle dikkat çekelim.
Emevi ve Abbasilerle süren ‘Sünni’ geleneği kuşatan ‘Devlet’i Kutsama’ ile ‘Şia’ ve ‘Sufi’ geleneğini kuşatan ‘Kişileri Kutsama’, Sorumluluk ve paylaşım gerektiren ‘Biat’ mefhumunu tepe üstü çevirir. Artık aşağıdan yukarı katılım değil, yukarıdan aşağı tahakküm vardır.
‘Sorgusuz İtaat’in ne anlama geldiğini biliyor musunuz?
Diğer yandan halk katmanları arasındaki Tasavvuftaİ; mürşide kayıtsız şartsız teslim olma, tarikatlarda; emrin dışına çıkmama gibi mutlak otoriteye dönüşmesi ve seramonik merasimlerle, kişinin bir daha üzerinden çıkartamayacağı elbiseye dönmesi kavramın keskinleşmesini sağlar.
Yüzyıllardır sultanlar, krallar gibi çeşitli otoritelerin altında toplanan sürü haline gelmiş insan davranış form’unun, modern çağda farklı olduğunu zannetmeyelim. Totaliter, karizmatik liderlerin, ideolojik parti-teşkilat-doktrin yapılanmalarının, insanları değerlendiremez coşkulu fanatik tabiiyetlerinden, gücü ya da parayı elinde tutan kapitalist efendilerin köleleştirdiği insanların bürokratik, tüketici ya da kapılanıcı uyuşturucu tabiiyetleri, evet bütün hepsi insan fıtratına aykırı alış verişler, yani biatlerdir.
En nihayetinde biat etmekten itina ile kaçınan kimselerde bile kendi tebaası oluştuğunda ondan sorgusuz itaate dönüştüğünü gözlediğimiz bir davranış form’u. Biat ederken anlamından sapmış, katılımsız, istişaresiz, “Emr-i bil Ma’ruf Nehy’anil Münker’i” terk eden, otoriteyi rableştiren itaat kültürünün insandaki kökleri nelerdir? İnsanın tembelliğinden kaynaklanan benim yerime o düşünsün, benim yerime o irade buyursun davranışı mıdır? Yoksa itaat edilen otoritede kendinde olan bir zaaf’ı paylaşma güdüsü müdür? Aidiyet duyduğu yapıdaki korumacı/muhafazakâr savunma mekanizması mıdır? Bütün bu aidiyet duygusunun oluşturduğu asabiye’nin boyutları nelerdir? Uzun uzun analiz edilebilir. Ama ortada bir gerek var ki; bu kabuğu kıracak aktif, dinamik, istişari ve iradi topluluklar yeryüzünde halifeliği yüklenecek öbeklerdir, Musa as’ın seçilmişleri (7/155), İsa as’ın havarileri (3/52), Muhammed as’ın ashabı gibi
Aksi durum nedir?
Adım adım takip ettiğimiz Ehli Kitap gibi oluvermek nasıl bir şey? (3/64)
Rab edinmeyi, biat edinmek olarak yutturmak, tam anlamı ile kelimelerin anlamlarını kaydırmak, gözetmek yerine sorgusuz itaate çağırmak değil de nedir? (4/46)
Biat adına insanlara zulüm etmek ve kalpleri de kaskatı yapan şey bu değimlidir? (5/13, 5/41)
Allah Elçileri bizim gibi yer, içer, giyinir ve konuşurlardı. İlk dönem ardılları ağırlıkla böyle davrandılar. Onların takipçisi olan idari ve ilmi Ulul Elbab, Rasihun gibi Ulul Emir sahibi kimselerin, bu konularda bizden ayrı statüdeki tanınacak ayrıcalıkları, onların Yahudi ve Hıristiyanlardaki gibi ruhban ve ahbariler sınıfına ve bunların rab edinilmesine giden kapıları açar. (9/31)
İstenilen ve tercih edilen durum; Mekke’deki ortamda çekirdek toplulukların, “Kuran Nesli” diyebileceğimiz öncülerin, doğal ve gönüllü işbirliğinin ruhunda taşıdığı hayırlı alışveriştir/biat’ın ruhudur. Gerek bu yapılanmada, gerekse geleneksel kalıplara dönüşen Biat Kültüründe ise, biat edinilen kimselerin her hatasından, zulme dönüşen uygulamasından ve hatta haddi aşıp, Allah’a isyana dönüşen uygulamalarından; farkına varan ya da ihmalkâr davranarak umursamayan her kesin bir payı vardır.
Kuşkusuz ki her görüşten, her din’den insanların çoğu geleneksel ve anlamından saptırılmış ‘Rab Edinme’ üzerine ‘Biat Kültürü’ altında yaşıyorlar (6/116). Zulümatların çoğunun menşeinde bu var.
Müslümanlara düşen ise, bunun ruhuna uygun ihyasıdır (42/52).
“Ve: ‘Biz işittik’ dedikleri halde, gerçekte işitmeyenler gibi olmayın.” 8/21
YAZIYA YORUM KAT