“Beyaz” Kibre Karşı “Siyah” Öfke
‘Onların kanunları varsa bizim de inançlarımız var.’
Bob Dylan
Şair Dylan Thomas’a duyduğu hayranlık sebebiyle adını Bob Dylan olarak değiştiren Robert Albert Zimmerman ilk şarkılarını yazmaya başladığında tarih 1960’ları gösteriyordu. Gençlik ise o yıllarda hala ellili yılların uykusundaydı. Jhon Lennon’ın aşk şarkıları ve Elvis Presley romantizmi ile kendinden geçiyordu. Bob Dylon bilge ve protest bir müzisyen olarak gençliği bu ‘tatlı’ rüyadan uyandırmaya kalkıştı. 1963’te ‘Bizi Kötü Günler Bekliyor Anneciğim’, 64’te ‘Sıkı Bir Yağmur Yağacak’, ‘Cevaplar Rüzgarda Yazılı’ şarkılarıyla haykırışa geçti. ‘Üçüncü Dünya Savaşını Konuşalım’ ise bir ‘kehanet’ gibi gelecek savaşlardan haber veriyordu.
‘Savaşma Seviş’ sloganlarının gürültüsü Amerikan gençliğini, niçinini anlayamadıkları Vietnam Savaşı’ndan alıkoymadı. Dylan ise ‘onların kanunları varsa bizimde inançlarımız var’ diyerek bu kirli savaşa karşı bir ses yükseltti. Aynı günlerde bir başka ismi de Vietnam uçağına bindirmeyi başaramadı ‘kanun’ adamları. Bu kişi ‘kelebek gibi uçarım, arı gibi sokarım’, ‘rüyalarınızı gerçekleştirmenin en iyi yolu uyanmaktır’ diyen Muhammed Ali’den başkası değildi. Bir zamanların Cassius Marcellus Clay’ı Muhammed Ali!
Beraberce FBI’ın sorgusuna alındılar. Birlikte hapis yattılar. Fakat Vietnam’a gitmeyi reddettiler. Sonunda onların haklı olduğu ortaya çıktığında, Amerika’nın savaşa dahil olduğu 1963 ila 1973 yılları arasında 60.000 askeri ölmüştü. Ancak bu sayı toplamın yanında çok küçük kalacak cinstendi. Kuzey ve güney toplam olmak üzere Vietnam Savaşı’nda 2.000.000 sivil öldü. Yeter mi, hayır! 700.000 ila 1.000.000 arasında Kamboçyalı ve 50.000 Laoslu sivil de öldü. Toplam ölü sayısının 2.750.000 ila 3.000.000 arasında olduğu tahmin ediliyor. Bir tarafta Doğu Bloku Kuzey Vietnam, Çin ve Sovyetler Birliği, diğer tarafta anti-komünist Güney Vietnam ve Amerika! Toplamda Amerika Vietnam’da 8.000.000 ton bomba kullanmıştı ve Napalm bombaları her şeyi yakıp yıkıyordu. 8 milyon ton bomba Hiroşima’ya atılan atom bombasının 640 katı büyüklüğüne tekabül ediyordu ve her 40 Vietnamlı başına 1 ton bomba düşüyordu. Sonunda Amerikan Atom Komisyonu Başkanı Robert Oppenhaimer ‘fizikçiler günahın ne olduğunu öğrendi’ demişti. Bu bir ironi miydi? Belki öyle belki değil!
Dylan 1980’lerde savaş, yoksulluk, faşizm üzerine yazıp söylemeye devam etti: ‘Ya orada ölen çocuk ben olsaydım anne… Kurumuş nehir yatağında su ararken… Yada ağaç kabuklarıyla karnını doyururken…’ 1990’larda ise Dylan Amerika’nın nasıl kendi kendisini bitirdiğini, intihara giden yolda nasıl büyük bir azimle koştuğunu, kendisini de vuracak silahları nasıl büyük bir iştahla üretmeye devam ettiğini taşıdı şarkılarına: ‘Yüksek duvarlar ördüm, demir kapılı… Korunmak için kendi kötülüğümden… Yine de vuracaklar beni biliyorum, onları kötülükle büyüttüm ben... Terörist kim, çoktandır bilemiyorum ben…’ Evet, bütün bunlar çok da uzun olmayan bir zaman önce yaşandı.
Sylviane Diouf’un tespitiyle, 1501 tarihinde, ilk Afrikalılar Yeni Dünya’ya taşındığında, İslam Batı Afrika’da zaten yerleşik idi. Çünkü İslam 660’lı yılların başından itibaren Kuzey Afrika’dan kıtaya giriş yapmıştı. Sahra’nın güneyi ise 8.yy’dan beri kuzeyli tüccarlar vasıtasıyla tanınıyordu. Bu coğrafya’da İslam Kuzey Senegal’den bugünkü Mali toprakları olan o günkü Galo’ya kadar yayılıyordu. Yarım asır içerisinde İslam, batıda Senegal nehrinin kıyılarından, doğuda Çad Gölü sahillerine kadar yayıldı. 14.yy’a geldiğimizde Malili tüccarlar ve alimler Nijerya’ya İslam’ı taşımışlardı.
Afrikalı insanların ticaret metaı olarak görülüp köle olarak Amerika kıtasına taşınmasıyla başlayan bir hikayenin etrafında dolanıyoruz aslında. Ve nihayetinde yirminci yüzyılda başlayan bir Amerikan Müslüman uyanışından bahsedecek olursak bunun simge isimlerinden bahsediyoruz. Muhammed Ali yada Malcolm X yani kayıp, bilinmeyen Malcolm Kardeş! Malik eş-Şahbaz!
1985 yılında Gölden Yayınevi tarafından Türkçeye ‘Aydınlığın Siyah Yüzü – Malcolm X ve Ben’ adıyla tercüme edilen, Malcolm ile arkadaşlık yapmış Hakim Cemal’in kitabının son paragrafları şu cümlelerle bitiyor: ‘Ben küçüğüm ama Malcolm büyüktü. O bizi, siyah olduğumuzu bilmeye ve bundan gurur duymaya sevk etti. Eğer yaşasaydı, çok daha ilerilere sevk ederdi. Fikirleri, gücü, hepsi kafamızın içinde dönüyor. Yeni liderlerin geldiğini görürsek, onlar beraberlerinde başlangıcı MalcolmX’in kafasında olan mesajları ve formülleri getirecekler. Nereye varacağımızı bilemiyorum ama, yolun başlangıcının aydınlatıldığını ve bu işin Malcolm X tarafından yapıldığını biliyorum. Ve benim için mesajının en çok ışık saçan kısmı şu kelimelerde saklıdır: ‘Zaruri olan her vasıta ile’’
Muhammed Ali, Malcolm X, Frantz Fanon yada sömürgecilerin ve emperyalistlerin karşısında onurluca dikilince, dayaktan geçirilmiş, yüzü gözü şişirilmiş, iplere bağlanıp sürüklenmiş ve kemikleri kırılıp işkenceyle öldürülmüş Zaire Başbakanı Lumumba, yada Üçüncü Dünya, Cezayir, Mali, Afrika, Afro-Amerikalı dediğimizde zorunlu olarak biz sömürgecilikten, onun psikolojik ve sosyolojik travmalarından, geride bıraktığı kan deryasından, yaralılardan, yaralanmış ve aşağılanmış bilinçlerden bahsediyoruz.
Malcolm kardeş bu tarihin en büyük şahitlerinin başında gelir. Onun zaruri olan her vasıta ile bu ırkçı faşizan ayrımcılığa karşı yürütmeye azmettiği mücadelenin aslında bir meyvesi de Muhammed Ali’dir. Bir meyvesi Hakim Cemal’dir. Dolayısıyla derisi siyah bir insanla ilgili yazmak her halükarda sömürgeciliğin karanlık sayfalarında acılarla dolaşmak demektir. Köleliğin ve köleciliğin tarihine dalmak demektir. Ama aynı zamanda Batı ve Amerika denen o azgın kibrin, sömürü endüstrisinin yani barbarlığın, yurtsuzlaştırmanın, insan ticaretinin, ayrımcılığın dehlizlerinde dolaşmak demektir. Kendimizi geçmişin adamı yapamayız ancak geçmişi hafızalarımızda canlı tutmadan da şimdiyi yaşayamaz ve geleceği kurmaya yönelemeyiz.
Bugün Batı dediğimiz kıta Avrupa’sı ve Amerika ve tabi ki doğu bloğunun bakiyesi olan Rusya ve Çin ile diğer şürekaları yeniden insanlaşma çabasına yönelmedikçe bizim tarihin bu acıklı ancak bilinç aşılayıcı sayfalarını hatırlatmamız yadırganmamalıdır.
Batı ve özelde Amerika sadece bir renk ayrımcılığı yapmadı. Etkileri uzun süre zihinlerden silinmeyecek bir imge ve imaj üretti. Bu imge siyah ve siyah insan imgesidir. Kötülüğün sembolü olan bir imge! Aşağı, ikinci sınıf, köle, hizmetçi, öldürülmeyi hak eden, ezilmesi gereken bir böcek, bütün erdemi beyaz adama hizmet etmek olan bir şeytansı yani.
Bunun karşısında duran isimlerden birisiydi Muhammed Ali. Yada Cassius Marcellus Clay, Muhammed Ali olunca bu savaşın bir parçası haline geldi. Vietnam’a gitmeyi reddettiğinde o artık sadece profesyonel bir boksçu değildi. Artık politik bir imgeye dönüşmüştü. Üçüncü dünyacıların, ezilen siyahilerin ve ben Muhammed Ali’yim dediği için Müslümanların adalet ve özgürlük taleplerinin politik imgesi!
“Louisville’de zenci diye anılan insanlar köpek muamelesi görüp en temel insan haklarından bile mahrum bırakılırken ben ne diye üniforma giyip memleketimden 10 bin mil uzağa, Vietnam’da kahverengi bir halka bomba ve kurşun yağdırmaya gidecekmişim? Hayır! Beyaz efendilerin esmer halklar üzerindeki tahakkümünü devam ettirmek maksadıyla girişilen bir savaşa katılıp başka bir yoksul halkın öldürülmesine ve yakılmasına yardım etmek için evimden 10 bin mil uzağa gitmeyeceğim. Böyle kötülükler artık son bulmalı! Bu duruşum yüzünden milyonlarca dolar kaybedeceğimi söyleyerek beni uyardılar. Ama ben duruşumu koruyorum ve işte tekrar söylüyorum: Halkımın gerçek düşmanı orada değil, burada!
Adalet, özgürlük ve eşitlik için savaşanların köleleştirilmesine hizmet ederek dini cemaatimi, halkımı ve kendimi rezil edecek değilim. Bu savaşın 22 milyonluk halkıma özgürlük ve eşitlik getireceğine inansaydım, kimsenin zorlamasına gerek kalmadan kendim koşardım cepheye; hemen yarın. İnançlarım için ayağa kalkmakla kaybedeceğim hiçbir şey yok. Hapse atılacağımı söylüyorlar; ne var ki bunda? Biz zaten 400 senedir hapisteyiz.”
1942 de doğan Clay, 1962’de bir arkadaşı vasıtasıyla Nation of Islam / İslam Milleti hareketinin sözcüsü Malcolm X ile tanıştı ve kısa süre içinde “Siyah Müslümanlar”ın arasına katıldı. 1964’te Sonny Liston’ı altıncı rauntta nakavt ederek Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonu oldu. Maçtan sonra Müslüman olduğunu bütün dünyaya ilan etti. “Köle ismi” Cassius Marcellus Clay’i bırakıp ben ‘Muhammed Ali’yim, bu zafer benim değil inancımın zaferidir’ dedi. Çıktığı televizyon programlarında da Müslümanlığını sürekli ön planda tuttu.
Birbiri ardına kazandığı maçlarla büyük bir üne kavuştu. 1974 yılının 29 Ekim günü, şimdiki ismi Demokratik Kongo Cumhuriyeti olan o zamanki Zaire’nin başkenti Kinşasa’da gerçekleşen ve ‘Rumble in Jungle’ (Ormandaki Kapışma) denen boks tarihinin en büyük maçlarından birinde hiç yenilmemiş George Foreman’ı 8. raundun ortalarında nakavt ederek bir fenomen haline geldi. Bu maçta antrenörlerinden Bundini’nin destek tezahüratı hem Muhammed Ali’nin misyonunu hem de insanların gönlünde ve gözündeki Ali’nin anlaşılması için yeterince öğreticidir. Bu sözler artık o tarihten sonra Ali hakkında adete bir destana dönüşecekti.
‘Dans et şampiyon, kimsesizler yurdundaki yalnız çocuklar için dans et! O çocuklar için salla yumruklarını! Kiralarını ödeyemeyen işsizler için dans et! Bitir şu alçağın işini! Köprü altlarında uyuyan ayyaşlar için, kanserden ölen yoksul hastalar için, kefaletleri ödenmeyen sefil mahkûmlar için, herkesin terk ettiği eroinmanlar için, kocaları olmayan gencecik hamile kızlar için, dans et şampiyon!
Savaş onlar için! Çenelerini dağıt hepsinin! Düşkünler yurdundaki zavallılar için, emeklilik maaşı alamayan yaşlılar için, sokak köşelerindeki yalnızlar için, dans et şampiyon! Savaş onlar için! Temizlik işçileri için salla yumruklarını; hava limanlarında, otobüs duraklarında, benzin istasyonlarında yerleri süpüren küçük insanlar için!
Savaş onlar için, şampiyon! Otellerde yatakları yapıp tuvaletleri temizleyen küçük odacı kızlar için dersini ver şu aşağılık herifin! Seni kurtaranlar senatör, vali, başkan değildi; sokaktaki insanlar kurtardı seni. Şimdi sokaklar adına savaş! Hadi evlat, işini bitir şu aşağılık herifin! Bu ring ikinize fazla! Hadi bitir işini, suratını paramparça et!
Yoksullar adına şampiyon, yoksullar adına! Hadi yavrum, salla yumruklarını! Muhammed Ali’yi yenebilecek tek insan Cassius Clay’dir, ama o da bu akşam aramızda değil. Dans et şampiyon, hadi oğlum, dans et!...’
Sonra kalktı ve 1974 yılında Lübnan’da Filistinli mültecilerin kaldığı çadırları ziyaret etti. Filistinli olmakla zenci olmak aynıydı. Dünyanın ötekileri siyahlar, Müslümanlar, Afrikalı siyah derililer, Mağripliler! Bu hem İsrail azgınlığına hem de Amerika’ya verilmiş bir cevaptı. Ben sizin durduğunuz yerde durmuyorum, saldırdığınız, yok etmeye çalıştığınız ezilenlerin yanındayım mesajıydı.
O sadece bir boksör değildi. Yaptığı sporu bir mücadele aracı haline getirmiş bir ötekiydi. Ve öteki olarak mücadele etmesi gerektiğini hiç unutmadı. Her ortamda Müslüman olduğunu çekinmeden söyledi. ‘Ben Allah’tan zenginlik istedim, O da bana İslam’ı verdi’ diyerek sahip olduğu en büyük zenginliğin İslam olduğunu ifade etti. Amerikalı Müslümanların her türlü zaafı ve eksikliği ile malul bir Müslüman idi. Ancak Müslüman olmakla şeref duymayı ifade etmekte ısrar etti. Çünkü Müslüman olmak onlar için insan olmayı anlamak, insan olmaya layık olmak anlamı içeriyordu. İnsan bu Amerikan dindarlığı içerisinde insan olamazdı.
Ekim 1976’da Türkiye’ye gelerek Milli Selamet Partisi Genel Başkanı merhum Necmettin Erbakan tarafından Yeşilköy Havalimanı’nda binlerce kişi ile karşılanan Muhammed Ali, ‘ilk defa bir beyaz lider beni kucaklıyor’ demişti.
Hem sömürü hem ayrımcılık gibi iki büyük zulme maruz kalmış bu Afrikalı kardeşlerimizin, yani Afro-Amerikalılar’ın öncü ve sembol şahsiyetlerindendir Muhammed Ali! 11 Eylül olaylarında kendisini sıkıştırmaya çalışarak ‘siz Müslümansınız ve Müslüman teröristler bu eylemi yaptı, ne düşünüyorsunuz’ diye soran gazeteciye ‘“Siz Hitler ile aynı dini paylaşan bir mensup olarak neler hissediyorsanız aynısını hissediyorum” diyerek bir itirafçı gibi davranmayı reddetmişti.
İnatçıydı, ve hırslıydı. Çünkü başarmak için çok çalışmak gerekir diyordu. Sporu bıraktıktan sonra hayır işleri yapmaya ve dünyayı dolaşarak ezilen halkların mücadelesine destek vermeye devam etti. Her bir fani gibi aramızdan göçtü gitti. Bu fani dünyada çok büyük bir iz bıraktı. Bir sporcunun yapması gerekenin çok ötesinde bir mesaj bıraktı. Katledilen Müslüman halkların sesi ve yumruğu oldu.
O şimdi Rabbimizin merhametine muhtaçtır. Sporcu ve sanatçılara düşen halkların yazgısına katılmak, acılarını paylaşmak ve onların kısılan sesleri olmaktır. Bugün Filistin’in, Suriye’nin, Arakan’ın, Türkistan’ın, Felluce’nin, Halep’in sesi olmayan spor da, sanat da, kültür de boş ve anlamsız bir avunmadır. Bize düşense ona merhamet ve bağışlanma dilemek ve hayır duada bulunmaktır.
1976 - İstanbul Erbakan ile Birlikte
Yeşilköy havalanından Erbakan'la çıkarken
Foreman'ı nakavt ettiği Zaire maçı
Zaire'de karşılanışı
1998 Fidel Castro ile görüşmesi
Bob Dylan ve Ali
Ali ve ABD polisi
Bob Dylan ve Ali
Malcolm X ve Ali
Ali, Sonny Liston'u nakavt ediyor.
YAZIYA YORUM KAT