1. HABERLER

  2. HABER

  3. Beyaz elitler, beyaz sanatçılar versus cahil ve fakir halk
Beyaz elitler, beyaz sanatçılar versus cahil ve fakir halk

Beyaz elitler, beyaz sanatçılar versus cahil ve fakir halk

Bengül Güngörmez, Türkiye'de bazı kesimlerin topluma dönük nefretinin arka planını mercek altına alıyor.

13 Eylül 2022 Salı 16:00A+A-

Prof. Dr. Bengül Güngörmez / Açık Görüş

Beyaz elitler, beyaz sanatçılar versus cahil ve fakir halk

Geçtiğimiz günlerde kamuoyunu meşgul eden önemli hadiselerden birisi de şarkıcı Gülşen Çolakoğlu'nun 30 Nisan 2022'de verdiği halka açık bir konserde İmam Hatip Liselilere yönelik sarf ettiği sözler nedeniyle tutuklanması ve sonrasında da yaşadığı konutu terk etmemek şartıyla tahliyesine karar verilmesiydi. Hadisenin vuku bulmasının akabinde 702 kişinin müşteki olmasıyla birlikte savcının iddianamesine göre sanatçı Gülşen Çolakoğlu'nun üç yıla kadar hapis isteniyor. Toplumun belli bir kesimine yönelik hakarete giren bir ifadenin tutuklamaya götürüp götüremeyeceğini ben bilemem hukukçular bilir zaten alanım da değil ama alınan karar bana biraz hukukun aşırı bir yorumu ve refleksi gibi geliyor. O yüzden söz konusu hadiseyle ilgili bu değerlendirmemi sosyolojinin ve siyasetin alanıyla sınırlı tutmayı tercih ediyorum.

Seküler kurtarıcılar

Kimileri sanatçı Gülşen'in ifade özgürlüğünü kullandığını ve soruşturulmaması gerektiğini iddia etti ve Türkiye'de hala ifade özgürlüğü ile ilgili ciddi sıkıntıların varlığını sürdürdüğünü ifade etti. Gülşen hadisesinde yasalarla belirlenen ifade özgürlüğünün sınırlarını aşan ifadeler söz konusu olabilir ancak yine de ben asıl meselenin ifade özgürlüğü meselesi değil, daha derinlerde yatan ve kökleri geçmişimizde gizli olan bir tutumun varlığını sürdürme meselesi olduğunu düşünüyorum. Bu tutum toplum olarak muzdarip olduğumuz şu gerçekte kendisini gösterir: Türk toplumunun beyaz elitlerinin, Türk toplumunun seküler kurtarıcıları rolüne soyunmaları gerçeği.

Sihirli sözcük: Modernlik

Devasa bir imparatorluğun kaybı, Osmanlı elitlerini acilen çözüm arayışına yöneltti. Geleneksel bir düzenden gelen cedlerimiz modern değildi ve sorunlarının çözümü için yüzlerini gelişmiş olarak gördükleri Batı toplumlarına döndürdüler. Modernlik sihirli bir sözcüktü. Modernleştiğimizde çökmekte olan devleti ve toplumu "kurtarmak" mümkün hale gelecekti. Bu tercih, Batılılaşma, modernleşme tercihi cedlerimizin "gönüllü" tercihidir. Biz toplum olarak modernleşmeye ve Batılılaşmaya gönüllü talip olduk. Her dönemi şartlarıyla değerlendirmek gerekir. Osmanlı'nın çöküşü ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarını da o dönemin şartlarıyla düşünmeliyiz. Döneme bakıldığında egemen elitlerin tercihleri bize doğru gibi görünebilir lakin neticede giymeye çalıştığımız elbise bizim terzilerin elinden çıkmamıştı. Elbise dardı ve her yerinden sıkıyordu.

Batılı bir elbiseyi giyince toplumun kurtulacağını düşünmek o kötü giden ahval ve şerait içinde anlaşılabilirdir lakin bugün bu tutumu hala sürdürmeyi anlamak zordur. Türkiye'nin beyaz elitleri (bir de bizim gibi zenci olanları vardır, profesörüm ama zenci profesörüm!) cedlerinin geçmiş tutumlarını ideolojik boyutta sürdürmektedirler. Bunlara beyaz sanatçıları da ekleyebilirsiniz. Bu beyaz elitler meselesi, Türk Kürt fark etmez, yalnızca Türklerin değil Kürtlerin de beyaz elitleri vardır ve feodal buldukları ve yeterince ırkçı olmadığını düşündükleri geleneksel Kürt halkını beğenmezler. Bu durumda elinizdeki metnin yazarının şunu da kendi kendisine sorması gerekir: muhafazakar beyaz elitler var mı ya da varsa ne zaman sahneye çıkacaklar?

Sekülarist beyaz elitlerin ve sanatçıların halini en iyi erken yaşta kaybettiğimiz ve çok iyi bir yazar ve entelektüel olan Oğuz Atay anlatmıştır. Şöyle sesleniyordu milletine Oğuz Atay: "Ey zavallı milletim dinle! Şu anda, hepimiz burada seni kurtarmak için toplanmış... Bulunuyoruz. Çünkü ey milletim, senin hakkında az gelişmiştir, geri kalmıştır gibi söylentiler dolaşıyor. Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden az gelişiyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun? Bizler bu kadar çok gelişirken geri kaldığın için hiç utanmıyor musun? Hiç düşünmüyor musun ki, sen neden geri kalıyorsun diye düşünmek yüzünden biz de istediğimiz kadar ilerleyemiyoruz. Bu milletin hali ne olacak diye hayatı kendimize zehir ediyoruz. Fakir fukaranın hayatını anlatan zengin yazarlarımıza, gece kulüplerinde içtikleri viskileri zehir oluyor. Zengin takımının hayatını gözlerimizin önüne sermeye çalışan meteliksiz yazarlarımız da aslında şu fakir milleti düşündükleri için küçük meyhanelerinde ağız tadıyla içemiyorlar. Ey şu fakir milletim! Aslında seni anlatmıyoruz. Sefil ruhlarımızın korkak karanlığını anlatıyoruz. İşte onun için sana yanaşamıyoruz. Senin yanında bir sığıntı gibi yaşıyoruz. Hiç utanmıyor muyuz? Hiç utanmıyoruz."

Atay'ın çizdiği resme uyuyor

Evet sahneye çıkıp toplumun önemli bir kısmını sapıklıkla suçlayan biri elbette Oğuz Atay'ın çizdiği resme uymaktadır. Aynı şey Aleviler için söylenseydi mesela, ya da toplumun modern Kemalist kesimleri veya etnik bir azınlık için ifade edilseydi nasıl bir tepki alırdı? Ya da zenci sanatçılarımızdan birisi laik kesimler için aynı ifadeyi kullansaydı ne olurdu? Tahminim yer yerinden oynardı ve destek bulmak bir yana o kişi kamuoyunda, medyada, sokakta linç edilirdi. Beyaz elitler ve sanatçılar ise sözü edilen beyaz sanatçıya desteklerini hiçbir şekilde esirgemediler çünkü hepsinin kafasındaki ideal, "halka bilimsel yahut evrensel bir yaşam tarzını aşılayıp benimseterek, onu adam etmek"tir. ( Aydın-Halk çelişkisi meselesi için bkz. Hüsamettin Arslan, "Pozitivizm: Bir Bilim İdeolojisinin Anatomisi", Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, Ed. Sabahattin Şen, Bağlam Araştırma Dizisi, İstanbul, 1995 Herhalde bu konuda daha iyi bir metin yazılmadı yazıldıysa lütfen bana da haber verin.) Sol-Kemalist çevrelerin geniş halk kitleleriyle ne zaman nasıl barışacağı kaç yıllık muhafazakar iktidarından sonra hala belirsizdir. Geniş dindar halk kitlelerini yönetmeye talip olanların o kitlenin değerlerine yaptığı saygısızlıklara rağmen muvaffak olabilmesi mümkün müdür?

Cevap sandıkta verilir

Ama haklı olmak güçlü olmaktır aynı zamanda. Ne kadar güçlüler haklı gibi görünse de. Millet bu hakaretleri yutmuş görünür sonra cevabını başka bir yerde, özellikle de sandıkta verir. Netice itibariyle Türkiye elitler – halk ikilemini aşmadıkça huzur bulamaz. Belki de 'Beyaz' muhafazakar elitler, 'beyaz' muhafazakar sanatçılar çıkmadıkça bir dengeye kavuşmak mümkün olmayacak. Bununla birlikte sorun o ki muhafazakarlar uzun süren iktidarları boyunca memleketin alt yapısıyla uğraşmaktan üst yapıya yeterince önem gösteremediler. Şapkayı çıkarıp önümüze koyalım: Kültür açısından hala istenilen seviyeye gelinemediğini görüyoruz. Gönüllü entelektüel ve spiritüel birlikler yeterli seviyede değil olanlar da maddi manevi desteklenmediği sürece sonraki nesillere kalacak güzel ve muazzam çalışmaların ortaya çıkması mümkün değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2017'de yaptığı bir konuşmada "Medyadan sinemaya, bilim teknolojiden hukuka kadar pek çok alanda hala en etkin yerlerde ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişilerin, ekiplerin, hiziplerin bulunduğunu biliyorum. Açıkça söylemek gerekirse bu durumdan da büyük üzüntü duyuyorum.

Biz 14 yıldır siyasi iktidarız. Ama halen sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var." ifadeleriyle tam da bahsettiğimiz konuyu dile getirmişti.

Siyah beyaz ayrımını bir kenara bırakıp, ideolojik gözlükleri bir kenara atarak gelecek nesiller için liyakat usulüne dayanan bir iş birliği platformu oluşturulup yapılması gerekenler rahatlıkla yapılabilir. Bütün enerjini mevcut yapıyı değiştirmeye harcamaktansa yeni tohumların atılmasını ve yeşermesini sağlamak çok daha verimlidir. Yeni kuşakların kaliteli zaman geçirme ihtiyacını karşılamak istiyorsak alt yapıya olduğu kadar kültürel üst yapıya da hatta daha fazla yatırım yapmamız zaruridir.

HABERE YORUM KAT