1. YAZARLAR

  2. MURAT AYDOĞDU

  3. Benim Dinim Adil mi?
MURAT AYDOĞDU

MURAT AYDOĞDU

Yazarın Tüm Yazıları >

Benim Dinim Adil mi?

06 Mart 2012 Salı 12:41A+A-

 

1978 yılının kaotik bir kış ayında adil olmadığına inandığım bir uygulamanın hırsı ile koptuğum yoldaşlarımdan sonra sorguladığım şeydi:

“Hayatımı adadığım şeyler adil mi?”

Ve o günün sonrasında sorguladığım sadece kişiler değil, düşünceler ve hatta inandığım şeylerdi…

Bu kişilerle, bu tip insanlarla tekrar ve Müslüman kimliği altında karşılaşmak ne acı….

Ve daha acısı milyonların suskunluğu, umarsızlığı ve karışık kafaları…

Allah’ın Kitabı insanların dünyasında yok mu? Müslüman kimlik ve bu din adil mi? sorularını, bu acımasız adalet(sizlik) anlayışının katlettiği insanlar sorarlar mı?

Lebbeyk, ya Allah Lebbeyk” sloganlarını duyunca dinginleşiyor ve “Evet bu Kitap hala mazlumların dilinde yaşıyor” düşüncesi ile tazeleniyor.

Adil davranırsınız, adil davranmanız kolaydır zira yönetmek zorunda olduğunuz insanlar yoktur. Sizi sayanlar ya da sizden etkilenenler vardır belki ama onları kaybetmeniz de önemli değildir, nasıl olsa öfkeli haykırışlarınıza ses verecek bir sürü yeni insan vardır, adaletsiz bir dünyada. Aslında adil olduğunuza inanırsınız ve o kesin inanç sizi günahlarınızı görmenize engel olacak şekilde kuşatmıştır.

Bu mümkün mü?

Adalet duygunuz katı bir formda ve insanların acılarını istatistik olarak görecek kadar merhametsiz ise ya da hayat vermek üzerine değil de hayat almak ve feda etmek üzerine şekillenmiş ise neden olmasın?

Kendi hayatını feda etmek, kendi yoldaşları ile feda yoluna gitmek ince bir çizgide adil şahitliğin şahadete ulaşan çizgisidir elbette. Ama başkalarının hayatlarını feda ederek yapılan nedir, isim vermeye zorlanıyorum…

Kendisini bir şeye adamış kişi için bu çok adil bir davranıştır mutlaka ama seni benim ideallerim için feda ediyorum, deme hakkı hangi adalet anlayışına sığar?

Davaları için savaşırken, bilmedikleri mü’minlerin zarar ve sıkıntıdan kurtarılması için, Allah’ın rahmetine sokması için elini savaştan çeken ile bu çekilişi zalimle anlaşma olarak algılayan ve mazlumları onların eline terk edenin adalet arayışı arasındaki fark dağları titretecek kadar büyük değil mi?

Sahip olmak istediğimiz güzel şeylere sahip olunca ve bunların bizim kadar ya da daha fazlası ile başkalarında da olmasını istediğimizde bu güzel şeylerin bizde uyandırdığı duygu ‘gurur’dur.

Sahip olduğumuz bu güzelliklerin başkalarında da olmasını istemediğimizde ya da en azından bizden daha azına sahip olmasını istediğimizde bunun bizde uyandırdığı duygu ‘kibir’dir.

Sahip olamadığımız güzelliklere, değerlerimiz çerçevesinde ulaşamadığımızda ya da az ulaştığımızda buna razı oluyorsak ‘tevazu’ sahibi oluruz, ulaşmak için değerlerimizi çiğnediğimizde bu ‘hırs’ olur.

Sahip olamadığımız güzelliklere başkalarının değerler çerçevesinde sahip olması ya da bizden daha fazla sahip olmasına razı olamıyorsak bunun uyandırdığı duygu ‘nefret’tir.

Sahip olamadığımız bu güzelliklere, başkalarının değerlerini çiğneyerek ulaşmasına razı olmuyorsak bu ‘adalet’ anlayışıdır.

Adalet ve vicdanın ikiz kardeşler olduğu söylenir.

Armageddon misali, kurgulanmış bir gelecek uğruna kendi gibi olmayanların “tüketilen bir istatistik” gibi harcanmaları ve buradan devşirilen “başarı”nın adaletin yerini aldığını kaç kişi fark etti?

Unutmak! Bir tarihin şahitliğini ve zalimlerin devasa boyutlu kurgularını yıkan bir ‘adanmışlığı’, ‘gözyaşı” ve “alın yazılı” bir batıniliğe gömenlerin unuttukları adaletsiz ve ‘şuur’suz bir ‘şiar’ nasıl bir ‘şiar’dır.

Bir zamanlar şahadet parmaklarımız yukarıda ya da sıkılı yumruklarımızla, tutkulu, coşkulu devrim şarkılarımız öyle bir anda kırılıp toz gibi dağılıveriyor.

Nasıl mı?

Merhameti kaybedince, tankların kuşattığı bir şehrin insanları terörist olarak adlandırılabiliyor ve sormak akıllara bile gelmiyor: “’Tankın karşısındaki terörist’ tanımlaması nereye oturur?” İster devrim, ister inkılâp, ister adil şahitlik ya da ne derseniz deyin…, toz gibi dağılan…

Yaşadığımız büyük bir felaket, her zaman yaşadıklarımız gibi ama bize çok daha yakın şimdi. Sınırlarımızın dibi anlamında değil, Müslümanız diyenlerin ıstıraplarımıza yabancılaştığı kiminin felakete ortak, kiminin sessiz, kiminin de tereddütlerle iç sıkıntıları ile yutkunduğu zamanları yaşarken.

Belki de bir “kopuş” bu, tam da ‘çaresiz’ ve ‘kaybolmuş’ hissettiğimiz bazı şeylerin, pas tutmuş ve çatlamış çelik yüreklerin aralıklarından filizlenecek bir kudret olabilir mi?

İnsanın bir başkasının acılarını anlamaya çalıştığında merhamete en yakın olduğu andır.

Ateş çukurunun başında katledilen kardeşlerinin haykırışları belki Allah’ın nimetini hatırlatır, belki kalpleri ısındırır, belki kardeşler olarak sabahlanacak günün yakın olduğu an olur…

 

YAZIYA YORUM KAT

7 Yorum