Benim Dinim Adil mi?
1978 yılının kaotik bir kış ayında adil olmadığına inandığım bir uygulamanın hırsı ile koptuğum yoldaşlarımdan sonra sorguladığım şeydi:
“Hayatımı adadığım şeyler adil mi?”
Ve o günün sonrasında sorguladığım sadece kişiler değil, düşünceler ve hatta inandığım şeylerdi…
Bu kişilerle, bu tip insanlarla tekrar ve Müslüman kimliği altında karşılaşmak ne acı….
Ve daha acısı milyonların suskunluğu, umarsızlığı ve karışık kafaları…
Allah’ın Kitabı insanların dünyasında yok mu? Müslüman kimlik ve bu din adil mi? sorularını, bu acımasız adalet(sizlik) anlayışının katlettiği insanlar sorarlar mı?
“Lebbeyk, ya Allah Lebbeyk” sloganlarını duyunca dinginleşiyor ve “Evet bu Kitap hala mazlumların dilinde yaşıyor” düşüncesi ile tazeleniyor.
Adil davranırsınız, adil davranmanız kolaydır zira yönetmek zorunda olduğunuz insanlar yoktur. Sizi sayanlar ya da sizden etkilenenler vardır belki ama onları kaybetmeniz de önemli değildir, nasıl olsa öfkeli haykırışlarınıza ses verecek bir sürü yeni insan vardır, adaletsiz bir dünyada. Aslında adil olduğunuza inanırsınız ve o kesin inanç sizi günahlarınızı görmenize engel olacak şekilde kuşatmıştır.
Bu mümkün mü?
Adalet duygunuz katı bir formda ve insanların acılarını istatistik olarak görecek kadar merhametsiz ise ya da hayat vermek üzerine değil de hayat almak ve feda etmek üzerine şekillenmiş ise neden olmasın?
Kendi hayatını feda etmek, kendi yoldaşları ile feda yoluna gitmek ince bir çizgide adil şahitliğin şahadete ulaşan çizgisidir elbette. Ama başkalarının hayatlarını feda ederek yapılan nedir, isim vermeye zorlanıyorum…
Kendisini bir şeye adamış kişi için bu çok adil bir davranıştır mutlaka ama seni benim ideallerim için feda ediyorum, deme hakkı hangi adalet anlayışına sığar?
Davaları için savaşırken, bilmedikleri mü’minlerin zarar ve sıkıntıdan kurtarılması için, Allah’ın rahmetine sokması için elini savaştan çeken ile bu çekilişi zalimle anlaşma olarak algılayan ve mazlumları onların eline terk edenin adalet arayışı arasındaki fark dağları titretecek kadar büyük değil mi?
Sahip olmak istediğimiz güzel şeylere sahip olunca ve bunların bizim kadar ya da daha fazlası ile başkalarında da olmasını istediğimizde bu güzel şeylerin bizde uyandırdığı duygu ‘gurur’dur.
Sahip olduğumuz bu güzelliklerin başkalarında da olmasını istemediğimizde ya da en azından bizden daha azına sahip olmasını istediğimizde bunun bizde uyandırdığı duygu ‘kibir’dir.
Sahip olamadığımız güzelliklere, değerlerimiz çerçevesinde ulaşamadığımızda ya da az ulaştığımızda buna razı oluyorsak ‘tevazu’ sahibi oluruz, ulaşmak için değerlerimizi çiğnediğimizde bu ‘hırs’ olur.
Sahip olamadığımız güzelliklere başkalarının değerler çerçevesinde sahip olması ya da bizden daha fazla sahip olmasına razı olamıyorsak bunun uyandırdığı duygu ‘nefret’tir.
Sahip olamadığımız bu güzelliklere, başkalarının değerlerini çiğneyerek ulaşmasına razı olmuyorsak bu ‘adalet’ anlayışıdır.
Adalet ve vicdanın ikiz kardeşler olduğu söylenir.
Armageddon misali, kurgulanmış bir gelecek uğruna kendi gibi olmayanların “tüketilen bir istatistik” gibi harcanmaları ve buradan devşirilen “başarı”nın adaletin yerini aldığını kaç kişi fark etti?
Unutmak! Bir tarihin şahitliğini ve zalimlerin devasa boyutlu kurgularını yıkan bir ‘adanmışlığı’, ‘gözyaşı” ve “alın yazılı” bir batıniliğe gömenlerin unuttukları adaletsiz ve ‘şuur’suz bir ‘şiar’ nasıl bir ‘şiar’dır.
Bir zamanlar şahadet parmaklarımız yukarıda ya da sıkılı yumruklarımızla, tutkulu, coşkulu devrim şarkılarımız öyle bir anda kırılıp toz gibi dağılıveriyor.
Nasıl mı?
Merhameti kaybedince, tankların kuşattığı bir şehrin insanları terörist olarak adlandırılabiliyor ve sormak akıllara bile gelmiyor: “’Tankın karşısındaki terörist’ tanımlaması nereye oturur?” İster devrim, ister inkılâp, ister adil şahitlik ya da ne derseniz deyin…, toz gibi dağılan…
Yaşadığımız büyük bir felaket, her zaman yaşadıklarımız gibi ama bize çok daha yakın şimdi. Sınırlarımızın dibi anlamında değil, Müslümanız diyenlerin ıstıraplarımıza yabancılaştığı kiminin felakete ortak, kiminin sessiz, kiminin de tereddütlerle iç sıkıntıları ile yutkunduğu zamanları yaşarken.
Belki de bir “kopuş” bu, tam da ‘çaresiz’ ve ‘kaybolmuş’ hissettiğimiz bazı şeylerin, pas tutmuş ve çatlamış çelik yüreklerin aralıklarından filizlenecek bir kudret olabilir mi?
İnsanın bir başkasının acılarını anlamaya çalıştığında merhamete en yakın olduğu andır.
Ateş çukurunun başında katledilen kardeşlerinin haykırışları belki Allah’ın nimetini hatırlatır, belki kalpleri ısındırır, belki kardeşler olarak sabahlanacak günün yakın olduğu an olur…
YAZIYA YORUM KAT
Açık ve net görülüyor ki Allah’ın Kitabındaki anlatım ve Elçinin pratiği Müslümanların eziyet ve işkenceden kurtulması doğrultusunda gerçekleşmektedir. Bu gün Hudeybiye ile meşrulaştırılmaya çalışılan yanlış, merhametsiz, mezhepçi, devletçi ya da pragmatist politikalarla Irak, Afganistan, Çeçenistan, Uygur ve Suriye’de ABD, Rusya, Çin ve Baas diktasının katliamları daha çok artmakta hatta katliamlara ortak olunmaktadır.
Yanıtla (0) (0)Bu tip merhametli olmayan atomcu, siyak, sibak ve Elçi pratiğine uymayan okumalar olsa olsa Ruhbanca, oligarşiye dönüşmüş “adaletsiz bir Din”dir ve benim Dinim bu değildir.
Hudeybiye anlaşmasında Medine’ye sığınan Müslümanların Mekkelilere iade maddesi vardır. Ama Medine’ye sığınmadan mücadele eden Müslümanlara karşı bir eylem yapılmaz hele hele bunlara karşı Müşriklere yardım etmek asla olmamıştır.
Yanıtla (0) (0)Hudeybiye sonrasında Allah Elçisine sığınan Ebu Cendel ve Ebu Basir’in Müşriklere iadesini anlatılır. Ebu Basir iade edildikten sonra yolda kaçar ve Mekke Sam kervan yolu üzerindeki İys denilen yere yerleşerek Mekke kervanlarına saldırırlar. Ebu Cendel’in de kaçıp katıldığı üç yüze yakın birlik. Müşriklerle savaşırken Medine’deki Allah Elçisi ve Müslümanlar Kureyş’e yardım ve destek olmazlar. Müşrikler bu durum karsısında Müslümanları Mekke'de tutmanın zarardan başka bir şey getirmeyeceğini, gerçekten iman etmiş bir mümini hapsetmenin serbest bırakmaktan daha zararlı olduğunu anladılar ve ilgili maddenin antlaşmadan çıkarılması için başvurdular. Bunun üzerine anlaşma kaldırılır ve Iys'teki Müslümanları Medine'ye giderler.
Feth 25.ayette açıkça vurgulanan; “Mü’minlerin sıkıntıdan kurtarılması” amaçlı bir anlaşmadır. Yine ayette vurgulanan “Bilmediğiniz Mü’minlere zarar vermeniz” durumu söz konusudur.
Yanıtla (0) (0)Allah’ın ayetlerini hayatlarına yansıtmaya çalışan insanların hem bilgi hem de merhamet çerçevesinde davranmaları esastır. Söz konusu Hudeybiye ile ilgili ayetlerde iktidarı kutsayan bir merkezle değerlendirmeler ayetin siyak-sibak ve pratiklerini görmeyen ve görmediği gibi bunu katı bir merhametsizlikle değerlendiren zihin, zulme karşı mücadele iddiasında akim kalmaktadır.
Sevgili Diyarbakırlı kardeşim, Fetih Suresi ne anlatıyor.
Yanıtla (0) (0)1- Kalpleri açan nedir?
2- Dosdoğru yol üzerinde günahları bağışlatan nedir?
3- Aziz bir yardım nasıl gelir?
4- Kalplerde sekinet nasıl oluşur?
5- Kötülükleri nasıl örtülür?
6- Zan ile münafıklık nasıl yapılır?
18- Güven üzerine biat nasıl olur?
20- Eller savaştan nasıl çekilir?
24- Hem de zaferin en yakın olduğu anda.
25- Müslümanların zarar görmemesi için.
26- Cahiliye öfkesi kimlere daha yakın? Huzur ve güveni kimler istiyor?
27- Şahit olan Allah yeter.
28- Müminlere karşı şefkatli inkârcılara karşı şiddetli davranan kim?
Feth 25.ayette açıkça vurgulanan; “Mü’minlerin sıkıntıdan kurtarılması” amaçlı bir anlaşmadır. Yine ayette vurgulanan “Bilmediğiniz Mü’minlere zarar vermeniz” durumu söz konusudur.
Allah’ın ayetlerini hayatlarına yansıtmaya çalışan insanların hem bilgi hem de merhamet çerçevesinde davranmaları esastır. Söz konusu Hudeybiye ile ilgili ayetlerde iktidarı kutsayan bir merkezle değerlendirmeler ayetin siyak-sibak ve pratiklerini görmeyen ve görmediği gibi bunu katı bir merhametsizlikle değerlendiren zihin, zulme karşı mücadele iddiasında akim kalmaktadır.
Allah'ın dininin bizleri adalete teşvik ettiğinden şüphemiz olamaz ama savunduklarına dinden delil getirmeye çalışanların çabası bir adalet arayışı değildir. Adalet, dinin ilkelerini her şarta ve koşula uygulayabilmenin hikmetini sürekli ve canlı tutmaktır. Bu da Rabbimizin fıtratımıza yerleştirdiği vicdanla birlikte, ilkelerin bizi götürdüğü iklime emek harcamakla olur. Allah'ın adaleti mutlaktır ama insanın ki yoruma mebnidir. Yorumlarımızın sağlıklı olabilmesi için hem ilkelerimizin sahih hem de bu ilkeler üzre akıl yürütmelerimizin sağlam olması gerekir.
Yanıtla (0) (0)SA. Aziz kardeşim duyğusl vede inandığını yazmışsın.Kuran okulunda şöyle bi yöntem vardır,anlamada zorlandığımızda ayetin siyakına sibakına bakarız.farklı müfessirlerin ayetle ilgili görüşlerine bakarız.Hatta yetinmez konu bütünlüğü çerçevesinde konuşur tartışır en doğruya ulaşmağa çabalarız.Malum suriye konusunda,esat diktası ve mazlum halkın dışında,taraf olan suriye muhalefeti ve suriye dostları diye bilinen kişiler guruplar devletler var.Yine taraf olan çin rusya var.Birde iran ve hizbullah var.Tümünü masaya yatırdığımızda hemen sonucuna hah işte bak işin aslı bu diyeceğimiz netlikte bilgi varmı?Hele hele gündeme getirilişi batılı ve suud katar patentli mezhep kışkırtıcılığı teşvikleride havada uçuşurken;müslümanların azami hassasiyet ve ihtiyat içinde olması gerekmiyormu?Ortada akmasını bizim istemediğimiz,birilerinin ise aktığında üzerinden hesap yapılan bir kan var.Yanlız kanı görüp,akıtanları ıskalamak lüksüne sahip değiliz.Dostca kardeşce uyarıyorum,çok çabuk dolmuşa binip oyun kurucuları sevindiriyoruz.Hele birde sessiz yığınların sesi olcağını umarak yüzde elli oy verdiğimiz,bizden bildiğimiz kardeşlerimizde bu işin önünde yer alınca,kime ne diyebilecemizi şaşırıyoruz.İlahi sana yalvarıyoruz ne olur layık değilsekte bize doğruları göster.Kardeşliğimize halel gelmesin,hainler zalimler gafiller belli olsun.Hak ve hakikati arayanlara selam olsun.
Yanıtla (0) (0)Murat kardeşin yazısı önemli bir konuya parmak basıyor. "Benim dinin adil mi?" Eğer bir din adaleti emretmiyor, o dinin sahibi adil olmayı salık veemiyor ve dahası emretmiyorsa o dinin hiçbir esprisi yoktur demektir. Yani kusacası o din saapasağlma bir kaynaktan 'iletilmiş' olarak gelmemekte, zaman ve süreç içerisinde 'üretile gelen' donelere sahipse ateşi beklemekten başika birşey yok dcemektir!
Yanıtla (0) (0)"Benim dinim adil midir?" esprisi ne çok ta günümüzü resmetmekte biz ilgililer için. Bam telini ve kırılma anını tüm çıplaklığıyla gösteremektedir.
Eğer bu din kendini, mezhebi kalıplar içerisine hapsediyor, iletileni değil, maksadın hilafına olacak şekilde üretileni baz alıyor ve en önemlisi de din adına bizlere ne sunuluyorsa o bilgileri Kur'ani ölçüler içerisinde tahkik etmeden alıp baş tacı ediyorsak, inannınız ki o din -mezhep- adil, madil olmaz, olamaz!
İitikadi anlamda olmamak kaydı ve şartıyla sadece fıkhi anlamları içeren mezhebimiz, meşrebimiz olsun, ama onu dinimize karıştırmayalım, onu ona ortak kılmayalım, yoksa meszhebi alışkanlıklarla strateji ve ali(!) çıkarlar gereği kesinlikle adil olamayız, adaletiikame edemeyiz!
İnanmayanlar bu süreçte Suriye'de ve sair Sünni coğrafyanın bazı bölgelerinde hayata mezheçi gözle bakma ve ona göre strateji geliştirme çabaları adilo olmamızı ilelebet engelleyecektir!
Yukarıda da değindiğimiz gibi mezhebimizi dinimize karıştırmayalım. Bu hassasiyete kalalım, sonuca ulaşamasak bile...