Bedeninle değil insan kimliğinle var ol!
Ali Osman Aydın, teşhirciliğin ikiyüzlülüğünü vurgularken İslam'ın ölçülerini hatırlatıyor.
HAKSÖZ HABER
Teşhircilik modern dünyanın en büyük sorunlarından birisi. Kadın vücudu üzerinden başlatılan bu hastalık artık erkekler için de geçerli. Netice olarak insanın bedensel özellikleriyle kendini tanımladığı bir vasat çıktı ortaya.
Bedenin ideolojik bir gösterge olduğunu unutmamamız lazım. Bu bağlamda teşhircilik de pekala bir tavır alıştır. Bugün insanlar çok farkında olmasalar da bedenini başkalarından saklamak asaleti, sergilemek ise düşkünlüğü temsil etmektedir. Ali Osman Aydın kadın ve erkek vücutları üzerinden başlatılan teşhirci hastalığa dikkat çekerken önemli vurgularda bulunuyor.
Ali Osman Aydın / Yeni Akit
Soyunuyorum öyleyse varım!
Pantolonda 60’lar tarzını hatırlatan yüksek belli, geniş kesimi seviyorum. Bu yüzden bu tarz pantolonlar diktirip giyiniyorum. Çünkü artık böylesini bulmak neredeyse imkansız. Takım elbise pantolonları da dahil bütün markalar “skinny” dedikleri dar kesim pantolonlar dikiyorlar. Yırtmadan namaz kılabilmeniz mümkün değil. Yemeği fazla kaçırmanız bile sorun! Uzaktan Napolyon’un taytına benziyorlar. Bir erkek böyle bir pantolon giydiğinde bütün vakarını kaybediyor ve kaçınılmaz olarak ciddiyetsiz ve gülünç görünüyor.
Cekette de yine geniş, şöyle kalçaları kapatacak kadar da uzun etek tercihim. Allah’tan eski ceketlerim var. Yeni ceketler bel kemiği hizasının biraz altında. Giyinip ön düğmeyi iliklediğinizde Charlie Chaplin’e dönüyorsunuz. Bu yüzden ceket almıyorum. Bunun biraz daha eteği uzun olanı yok mu dediğim de söz birliği etmişçesine “artık onlardan dikmiyorlar” cevabını alıyorum.
Zorunlu olmadıkça caddeler ve AVM’ler de dahil kalabalık yerlere de çıkmıyorum. Geçenlerde çıktım… Keşke çıkmasaydım…Bizim pantolonlarımızı daraltan gizli el kadınların kıyafetlerini ebat olarak neredeyse üçte bire indirmiş. Ortada kıyafet namına küçücük bir şey kalmış. Bu kadar özgüvenle ve bu kadar normal bir şeymişçesine çıplak dolaşıldığına ilk defa şahit oluyorum. “Kaldır nikabını görem yüzünü” diye türkülerin yazıldığı topraklarda bu tablo hakikaten çok ilginç.
Tesettürlü olmadığı halde mağazalarda “normal” kıyafet bulamadığını söyleyen çok sayıda kadın var. Fakat, yeni çıplaklık akımını gecikmiş bir özgürlük olarak gören bir kesim de var.
90’lı yıllarda yayınlanan “Deli Yürek” dizisinde başrol Zeynep’in evindeki hizmetçi ile diyaloğu geliyor aklıma. Hizmetçi, diz üstü bir etekle kendisine servis yaptığında Zeynep “Üzerindeki eteğin bir karış daha kısası yok mu?” diye soruyordu. Hizmetçinin “Anlayamadım” cevabına karşılık Zeynep‘de, “Demek istiyorum ki madem teşhircilik yapacaksın biraz daha ileri git!” diyordu…
20 yıl önceki popüler dizinin kabullerine göre mini etek “ teşhirci” bir aksesuar olarak görülüyormuş… Bugün herhangi bir dizide ya da programda benzer bir kıyafet için aynı kelimeyi kullanmaya kimse cesaret edemez. Çünkü bugün geçmişle mukayese edilmeyecek kadar büyük bir kesim bu kıyafetleri tercih ediyor.
Bunda teşhir kıyafetlerinin siyasal bir anlama bürünmesi de etkili olmuş olabilir. Soner Yalçın’ın özetlediği gibi “inadına dekolte, inadına mini etek” şeklinde işleyen, teşhirci giyimi bir iktidar eleştirisi, siyasi konumunu belirten bir afiş olarak gören bir kafa yapısı da var memlekette. Fakat bu giyim kuşam şekliyle ilgili aslan payı kültür endüstrisinin.
Moda adlı sopayla bütün dünyaya kendi arzusunu dayatan bir kültür endüstrisi var. Kadınların önemli bir kısmı hala endüstrinin illüzyonundan kurtulabilmiş değil. Yaşadıkları şeyin bir kölelik sistemi olduğunu; kısayla daha kısa, dar ile aşırı dar dışında seçme şanslarının olmadığını göremiyorlar.
Modern toplum insanı için, “Kendini özgür sanan performans öznesi aslında bir köledir.” demişti Byung Chul Han. Çıplak gezen genç kadınlar da özgür olduklarını, “crop”ları ve mini şortlarıyla bunu anlatmaya çalıştıklarını söylüyorlar kendilerini eleştirenlere. Çünkü soyunmanın bir özgürlük, elitlik göstergesi olduğu zokası yutturuldu onlara. Lafa geldiğinde din ile ilgili herşeyi sorgulamayı teklif eden o çağdaş kadınlar, “Neden kadının özgürleşmesi hep beden üzerinden, daha fazla soyunma üzerinden olmak zorunda?” diye hiç sorgulamıyorlar nedense! Zaten kadınlar bedenleri üzerinde oynanan oyunu ve bu oyundaki rollerini anlasalardı, bu durumu soyunarak değil, tesettüre girerek protesto etmek isterlerdi!
Asıl üzerinde durulması gereken nokta bu zaten. Kadın neden düşünsel, entelektüel ve ahlaki varoluşuyla görünür olamıyor? Neden zihniyle yaşayan, cinsel obje olmayı reddedip bedenini setreden kadınlar görünmez kabul ediliyor. Neden “soyunuyorum öyleyse varım” her kadının uyması gereken bir yasaya dönüşüyor… Nasıl oluyor da ortalama güzellikte bir kadın düşünceye, bilgiye hiç ihtiyaç duymadan hayatını tamamlayabiliyor?
Demek ki kadınları cinsel objeye dönüştüren, onlara et parçası rolü veren bir algı mekanizması var. Fakat bununla birlikte cinsel obje olmaktan memnuniyet duyan, tek hedefleri bu olan kadınlar da var. Teşhirciliğin arkasında bu talep yatıyor. Bununla birlikte bazı kadınlar teşhir ettikleri şeyin izlenmesine itiraz ediyorlar. İşte buna ikiyüzlülük yahut çifte standart deniyor. Senin giyinme özgürlüğün varsa, başkalarının senin giydiklerini izleme özgürlüğü var. (Ayrıca bu kadınlar karşılarındaki erkeklerden, “beni ben olduğum için sev” diye talepte bulunuyorlar. Bu gerçekleşmiyor tabii. Çünkü kendini ötekine “ne olarak” sunarsan “o olarak” dikkate alınırsın!)
Dindar erkekler “bakışlarını kısacaklardır” muhakkak… Fakat bu giyim tarzına sahip kadınların yaptığı da bir tacizdir. Erkek ve kadın arasındaki cazibenin nasıl işlediğini pekala bilindiği halde, bu cazibeyi ilgi açlığını doyurmak için sonuna kadar istismar etmek toplumu provoke etmektir. Onlar ilgi açlıklarını doyuracaklar diye de özellikle gençlerin psikolojileri mahvoluyor. Bazı okuyucularımız, “Sokakta başımız önde gezmek zorunda kalmak bir eziyete dönüştü“ diyorlar.
Kadınların bugünküyle mukayese edilemeyecek kadar kapalı giyindiği 19. yüzyıl Rusya’sında kadın giyimi ile ilgili Tolstoy “Kreutzer Sonat” adlı kitabında şu tespitlerde bulunuyor.
“Kadınlar kendilerini neredeyse bir şehvet silahı haline getirdiler. Erkekler, bir kadına amaçsız, temiz düşünceyle yaklaşamaz oldu. Kadına sokulur sokulmaz, onun sersemletici etkisine kapılıp şaşkına dönüyorlar. Eskiden bile bir balo kıyafetinde, süslenmiş püslenmiş bir kadın görünce bir tuhaf olur, çekingenlik duyardım. Şimdi nerdeyse korkuyorum; bunda insanlar için tehlike, yasaya aykırı bir durum görüyorum. Polisi çağırıp korunmak, tehlikeden korumak için yardım istemek, tehlikeli nesneyi alıp götürmelerini talep etmek istiyorum!
Kadınların şehvet uyandıran kıyafetlere bürünerek erkekleri baştan çıkarmalarına, genel rahat ve huzuru kaçırmalarına nasıl izin verildiğini hayretle karşılayacaklar. Buna uygun davranmak, piyasa yerlerinde, yollarda tuzaklar kurulmasına göz yummak gibidir. Hatta ondan da kötüdür! Kumar niçin yasak oluyor da, kadınların ……. kılıklarına ses çıkarılmıyor? Oysa onlar, bin kat daha tehlikelidir!"
Noktalı yerde baya ağır bir benzetme olduğu dikkatlerden kaçmamıştır herhalde! Demek ki, kadın kıyafetinin toplum ahlakını tahrip etmesi sadece bizde ve bugün değil, başka zamanlarda ve başka toplumlarda da bir sorun olarak görülüyormuş.
Teşhirciliğin bu kadar arttığı, baştan çıkarıcılığın bu kadar yoğunlaştığı, “nefsini İlah edinenlerin” arttığı bir toplumda sadakat kaybolmaya başlar. Sadakatin olmadığı ilişkide de huzur ve güven olmaz. Böyle bir ilişki hem erkek hem de kadın için bir cehenneme dönüşür. İnsanların iyileşmek için girdiği ilişkiler onları daha da çok hasta etmeye başlar ki zaten öyle bir süreç yaşıyoruz.
Yeni giyim düzeni, yeni kadın anlayışının, yeni toplum tasarımının bir tezahürü. Fakat bu anlayışta kadına mutluluk yok. Kadının bu hikayedeki tek rolü teşhircilik yani kendini bir cinsel metaya dönüştürmek… İslam’ın teklifi ise çok açık: Nefsine dizginle, tesettüre gir, şehvetli bakışlardan korun ve “dişiliğinle” değil insan kimliğinle var ol.
HABERE YORUM KAT