BDP, kendisini 'şiddetin rantı'ndan soyutlamamış
İsterdim. BDP, canı istiyorsa Meclis'te, istemiyorsa –keyfi bilir- Meclis dışında siyaset yapsın.
BDP, anadilde eğitim istesin.
BDP, demokratik özerklik istesin.
BDP, hatta federasyon istesin. Hatta ayrılık istesin.
Bunları kendi aklıyla yapsın.
Bunlardan bazılarını alsın, bazılarını alamasın.
Siyaset, biraz da uzlaşmaktır. Kimse istediğinin tamamını alamaz. Bir taraf, vermek istediğinin bir fazlasını vermeye razı olabilir. Diğer taraf, almak istediğinin bir eksiğiyle iktifa etmek durumunda kalabilir.
Bir gün, toplum, senin tezini anladığında, belki daha fazlası mümkün olur.
Belki de olmaz, bir eksik veya bir fazla ile ama gerçek bir siyasi hüviyet (entity) olarak, varolursun.
Bir yerde uzlaşırsın ama durmazsın, mücadelene devam edersin.
Mücadelene kan bulaştırmazsın.
Mücadeleni kirletmezsin.
(Böyle bir süreçte, PKK vesayeti, bir dereceye kadar anlaşılabilir. Ama, bir dereceye kadar.)
Böyle mi oldu, BDP'nin siyaset sahnesindeki varlığı?
'Keşke' demek, 'edeb'e aykırıdır -ve beyhudedir- ama, diyeceğim. Keşke böyle olsaydı.
(Şunu hatırlatayım; bu yazı, Yeni Şafak'ın BDP'ye sorumluluğunu hatırlatan manşetine veya o gün yazdığım yazıya bir 'apolocya' değil.
Yanlış yaparsan, haksızlık yaparsan, özür dilersin ve böyle bir durumda özür dilemek bir erdemdir. Doğru yaptığın zaman özür gerekmez.)
Böyle olmadı, BDP, PKK'nın kendisine sunduğu lebaleb insan kanıyla doldurulmuş kadehi bir defa olsun reddetmedi.
O kanın siyasi 'rant'ından bir defa olsun feragat etmedi.
'Vermezseniz kan dökülür.'
Söylediği şey, yaptığı siyaset, en kısa ifadesiyle buydu.
'Kim döker kanı?'
'PKK.'
Bu mu siyaset?
Önceki gün, kongrede, 'kardeşlik'i partilerinin tüzüğünden çıkardılar.
Altını çizmem gerekiyor, bunu, kendilerine 'gönüllü olarak' oy verenler adına yapabilirler.
Tehditle oy vermek zorunda kalanlar ya da tehditlere rağmen kendilerine oy vermeyen büyük çoğunluk adına değil.
Onların yaptıkları, birbirlerini kardeş gören Kürtler'i ve Türkler'i bağlamaz.
Bir de Meclis'e gelmeyeceklermiş.
Birkaç gün önce '1 Ekim'de geliyoruz' demişlerdi. Fikir mi değiştirdiler, talimat mı değişti?
Kongre günü, PKK'nın saldırıları devam etti. Halı sahada top oynayan polisi öldürdüler.
Polisin eşi, maçı seyrediyordu. Onu da öldürdüler.
Buna ne diyor BDP?
Hiç bir şey.
Hiç bir şey mi acaba? Sadece 'hiç bir şey' mi?
Sadece 'hiç bir şey'se, bu da bir şeydir!
Kongre gösterdi ki, BDP, kendisini 'şiddetin rantı'ndan soyutlamamış. Soyutlamaya da uğraşmıyor.
Ama, bir başka gerçek var, BDP'nin görmek istemediği.
Millet bıktı.
Millet derken, burada, en çok Kürtler'i kastediyorum.
Diyarbakır'ın esnafı, Diyarbakır'da esnaflık yapmak istiyor. Dükkanını açıp, nasibini beklemek ve almak istiyor. Ve bu, onun hakkı.
Bölgenin insanı, özgürce konuşmak istiyor. Tepesinde devlet ya da PKK tehdidi olmadan.
Orada, -ya da burada- sözü kıymetli, bir çok Kürt aydın var, ko-nu-şa-mı-yor-lar.
Ve konuşmak, hangi dilde olursa olsun özgürce konuşmak, onların hakkı.
(Bence özgür konuşmak nece konuştuğundan önemlidir.)
Tehdit olmazsa, o haklarını kullanabilecekler.
Tehdit olmazsa, şiddet olmazsa, kan olmazsa, anadilde eğitimi de, başka taleplerini de özgürce dile getirebilecekler.
Bir şey daha var ve bu da bir gerçek.
Tehdit olmazsa, BDP içinde siyaset yapmak isteyen figürler de siyaset yapabilecek.
Hangi tehdit mi?
Bunu BDP'liler herkesten daha iyi biliyor.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT