1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. Batman'da Suriye Direnişinin Tarihi Konuşuldu
Batmanda Suriye Direnişinin Tarihi Konuşuldu

Batman'da Suriye Direnişinin Tarihi Konuşuldu

Batman Özgür-Der’de “Suriye Direnişi: Dünü, Bugünü, Geleceği” konusunu Bünyamin SEVİM sundu.

11 Mart 2012 Pazar 20:48A+A-

Batman Özgür-Der’de bu hafta “Suriye Direnişi: Dünü, Bugünü, Geleceği” konusu ele alındı. Semineri sunan Bünyamin SEVİM özetle şunları söyledi:

A) SURİYE’NİN TARİHİ:

Osmanlının paylaşıldığı 20. yy başında Fransızların payına düşen Suriye, 1920-1946 arasında Fransa sömürgesi olacaktır. Fransa Osmanlı politikasının tam aksine bölgede azınlık olan gayrimüslimleri ve Nusayrileri yönetim kademelerine getirmiştir. Çoğunluk olan sünnileri ise iktidardan uzak tutmuştur.

1949’da sünni, ABD yanlısı General Hüsnü Zaim’in yaptığı ve 5 ay süren bir darbeyle H.Zaim Arap dünyasının ilk askeri diktatörlüğünü kurmuş oldu. Bundan sonra sık sık birbiri ardınca sık darbelerin olduğu çalkantılı bir sürecin başlangıcı olmuş. Baas Partisi 1963’te darbeyle iktidara gelerek Suriye’yi Sovyet eksenine oturttu.66’dan itibaren Baas içinde başlayan sünni-alevi iktidar mücadelesi darbeci general Emin Hafızın şubat 1966’da Alevi-Nusayri darbesiyle devrilmesine yol açmıştır. Salah Cedid öncülüğündeki alevi darbesinin yardımcıları Muhammed Umran ve Hafız Esed idi.1966’da İsrail ile savaşan Suriye’de Savunma Bakanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı olan Hafız Esed ağır yenilgiyi iktidarın üstüne yıkarak kendisini ordu içinde güçlendirmiştir.13 Kasım 1970’te silah arkadaşlarına darbe yaparak tek adamlığını öldüğü 2000 yılına kadar sürdürmüştür.

Mustafa Sıbai, Said Havva gibi düşünce adamlarını öncülük ettiği Suriye İhvanı’nın Mısırdakinin aksine şiddeti tercih etmesi rejimin eline büyük imkan verdi. Suriye’de halen yürürlükte olan 49 sayılı kanunun 1.maddesine göre “İhvan-ı Müslimine mensub olan herkes suçlu kabul edilir ve idamına karar verilir.” Esed ile İhvan arasındaki ilk olay 1979’da Halep Askeri Akademisinde düzenlenen silahlı saldırıda 60 Alevi öğrencinin öldürülmesi olayıdır. Buna cevaben Esed hapishanedeki 15 İhvan üyesini idam ettirdi. İhvan ise 80’li yılların başında Hama, Halep gibi şehirlerde kitlesel gösteriler düzenlemiş ve artan kaos ortamında Esed’e yönelik başarısız bir suikast girişiminde bulunan hareket rejim tarafından sert bir cevap almıştır. İhvan üyesi 550 mahkum hücrelerinde diri diri yakılarak katledilmişlerdir. Tedmür Cezaevinde 600 ila 1000 arasında tutuklu keyfi olarak öldürülmüştür.

Şüphesiz ki en önemli gelişme Şubat 1982’de İhvan öncülüğünde başlayan halk isyanının Hama şehrinde kitlesel bir katliamla bastırılması olayıdır. En az 40.000 kişinin öldürüldüğü ve binlercesinin de kaybolduğu bu olayın Suriye’de muhalif tüm grupların sindirilmesine neden olduğu bilinmektedir. Yönetim kadrosu yurt dışına çıkmak zorunda kalan İhvan apolitik kültürel faaliyetlerle sınırla bir varlık göstermek durumunda kalmıştır. Hazırlanan raporlara göre halen en az 20.000 insan kayıp durumdadır.

Bu dönemden sonra muhalefetin bir tehdidi olamasa da bu defa Esed ailesi içinde iktidar kavgası başlamıştır. Esed, kardeşi Rıfat’ın başarısız darbe girişiminin ardından onu Fransa’ya sürgün etmiştir. Gaddarlığıyla bilinen oğlu Basil Esed’in esrarengiz bir kazada ölümünün ardından statükonun gülen yüzü küçük oğul Beşşar iktidara aday olmuştur.

Beşşar 2000’de babasının ölümüyle iktidara gelince ülkede iki kesimi iç düşman ilan etti: İslami muhalefet ve Kürtler. İslami kesim Hama olayından sona katliam, hapis veya hicretle tanışınca Suriye’de varlık gösteremez duruma getirildi. Şuan Lübnan sınırına yakın bölgelerde yer altına çekilerek bireysel eğitim bilinçlendirme faaliyetlerine ağırlık veren İhvan’ın yanı sıra az da olsa Selefi gruplar ve Hizbuttahrir de bulunmaktadır. Esed Ramazan el-Buti ve Dr.Muhammed Ratib el-Nablusi gibi alimlerle işbirliği yaparak isyancıları İslami açıdan gayrı meşru konuma düşürmeye çalışmış. 

BAAS PARTİSİ:   Resmi adıyla Arap Sosyalist Baas Partisi 7 Nisan 1947’de kurulmuştur. Suriye’de Mart 1963 darbesiyle iktidara geçen Baas Partisi, Sosyalizm ve Arap milliyetçiliğini benimseyen seküler bir partidir. Suriyeli bir Hıristiyan Mişel Eflak ile Suriyeli Sünni Selahaddin Bitar tarafından kurulmuş olan Baas Partisi başta Irak, Ürdün ve Lübnan olmak üzere pek çok Arap ülkesinde destek bulmuştur. Ancak 1990’lardan itibaren parti Sosyalizm ve Arap birliği fikirlerini geri plana atmıştır.

Suriye Anayasasının 8. Maddesinde “Devletin ve toplumun tek hakimi Baas Partisidir” yazmaktadır. Buna gore toplumu ve devleti yönetme hakkı paylaşılmaz ve tek olan Baas Partisi ideolojik çatısı altında mümkündür.

Baas Partisi, Suriye meclisinde üçte iki çoğunluğa sahiptir. 250 sandalyelik parlamentonun 167 sandalyesi Baas Partisi’nin de içinde bulunduğu Milli İlerleme Cep­hesi (MİC) koalisyonuna ayrılmıştır. Milli İlerleme Cephesi, Hafız Esad tarafından 1972 yılında rejime daha fazla kesimi entegre ederek bağlılıklarını kazanmak amacıyla Baas Partisi liderliğinde diğer küçük partilerle kurulmuş bir koalisyondur. Koalisyona katılan diğer partiler Baas Partisi’nin anayasal güvence altına alınmış önceliğini kabul etmişlerdir MİC içerisindeki partiler geleneksel olarak sosyalist ve Arap milliyetçisi eğilimindedirler. MİC aslında Suriye’de çok partili bir sistem varmış imajı yaratmak için kurulmuştur.

  EL-MUHABERAT: el-Muhaberat, Suriye istihbarat teşkilatlarına verilen genel isimdir. Suriye’nin Siya­si Güvenlik, Genel İstihbarat, Askeri İstihbarat ve Hava İstihbaratı olmak üzere önde ge­len dört istihbarat kurumu bulunmaktadır. Bu istihbarat birimleri Devlet Başkanı Hafız Esad’ın 1970–2000 yılları arasında iktidarını korumasını sağlamış ve ölümü sonrasında da iktidarın Beşar Esad’a geçişine yardım etmiştir

  Suriye’yi genel manada bir istihbarat devleti olarak tarif etmek mümkündür. İstihbarat örgütlerinin çokluğunun ve birbirleri arasında irtibatlarının zayıf olmasının Suriye halkı üzerinde birçok olumsuz etkileri görülmektedir. Örneğin, Askeri İstihbarat tarafından sorgulanan ve işkence gören bir Suriyeli’nin akabinde aynı şüpheden dolayı Hava Kuv­vetleri İstihbaratı tarafından da aynı muameleye tabi tutulması sıkça görülen bir olaydır. İstihbarat örgütlerinin günlük hayattaki varlığı, Suriyelilerin bazen kendi aile fertlerin­den bile şüphe duymalarına sebep olmaktadır.

ŞEBBİHA: Kelime anlamı ile hayalet ve hortlak sözcüklerine karşılık gelmekte, Arapça’da çokça suç işleyen anlamında kullanılmaktadır.  Suriye’de halk arasında görece eski kul­lanıma sahip olan bu kelime ile hukuksuz işler yapan ama güvenlik güçleri ve devlet içerisindeki güçlü bağlantıları nedeniyle yaptıklarının hesabını vermeyen kişiler kaste­dilmektedir.

Hafız Esad döneminde de aktif olan Şebbiha, Suriye’de gösterilerin başlamasıyla birlikte göstericilere ve muhaliflere yönelik tasfiye operasyonları yürüten, onlara doğrudan ateş açan sivil, paramiliter çeteler olarak ön plana çıkmıştır. Kendilerine çok hızlı ve görünmeden suç işledikleri için bu adın verildiği de söylenmektedir. Hafız Esad’ın dayısının oğlu Nemir Esad tarafından örgütlendiği söylenen Şebbiha’dan 1975’te Suriye ordusunun Lübnan’a girmesiyle birlikte Hafız Esad’ın abisi Malik Esad tarafından ilk defa açıkça bahsedilmeye başlanmış, 1982’de ise Rıfat Esad tarafından Şebbiha ilk defa ayaklanmalara karşı kullanılmıştır. Hafız Esad ise Şebbiha güçlerinden özellikle Lübnan ve Suriye’deki siyasi hasımları tasfiye için yararlanmıştır.

Sayıları 9 ila 10 bini bulan bu güçler Esad ailesinden bir çok kişi tarafından komuta edilmektedir. Bu grupların üyelerinin “eğitimsiz, fazla düşünmeyen, gözü kara, iri cüsseli kişilerden hatta azılı mahkûmlar arasından da seçildiği” söylenmektedir.

Suriye’deki birçok gayr-ı meşru faaliyetlerde rol aldığı ifade edilen grubun, kendilerine karşı mücadele verdiği gerek­çesiyle Basil Esad’a suikast tertip ettiği ve trafik kazasından sorumlu olduğu da iddia edilmektedir. Şebbiha, Mart ayında patlak veren isyan ile birlikte Baas Partisi rejimi tarafından mu­halifleri yıldırmak ve gözlerini korkutmak amacıyla kullanılmaktadır. Tamamı Nusayri ailelere mensup olan Şebbiha üyeleri, gösterilerde polis ve ordu güçlerinin yanı sıra konuşlanmakta, sokaklara, evlere ve köylere baskınlar düzenlemektedir.

B) SURİYE İNTİFADASI:

1-Direnişin gelişimi:

  Rejimin muhaberat ve Hama katliamı ile sindirdiği halktan ilk tepkiyi güneydeki Der’a şehri verdi. Der’a şehrindeki bazı gençler Mısırdaki olaylardan ve direnişten etkilenerek duvarlara Ortadoğu intifadasının ortak sloganlarından birisini yazmışlardı: “Halk sistemin yıkılmasını istiyor!!”  Bu gençler derhal toplatılıp işkence gördüler.Bu muamele dayanamayan halk protesto gösterileri için sokağa döküldü. Tabi rejim halkın üzerine ateş açacak kadar tepki gösterdi. Ama halk Ortadoğu intifadasının rüzgarını da alarak korku duvarını yıkmaya başladı. Ama maalesef Ortadoğu intifadaları içerisinde en örgütsüz ayaklanma Suriyede görülmüştür. Çünkü muhaberat İhvan başta olmak üzere hiçbir muhalif düşünceye yaşama hakkı tanımamıştı. Yine de halkın direniş zemininde kenetlenmesi ve gittikçe örgütlemeye çalışması özellikle Cuma namazından sonra yapılan Cuma eylemleriyle kitlenin büyümesi zaman almadı. Muhalefeti büyük ölçüde İhvan ve Hamas sempatizanları, şeyhler veya alimler etrafında toplanmış küçük öbekler , liberal ve sol eğilimli kesimler, ayrıca Kürt ve Türkmen muhalefeti oluşturmaktadır.

  Suriye Ulusal Konseyi: Dağınık halde olan Suriye muhalefeti bir araya gelerek siyasi bir çözüm arayışına girmiştir Muhalif hareketleri bir araya gelerek çatı bir konsey oluşturmaya itmiştir. 20 Ağustos 2011 tarihinde İstanbul’da kurulan Suriye Ulu­sal Konseyi (SUK) kısa sürede genişleyerek üye sayısını 240’a çıkarmıştır. SUK, içerisinde pek çok fraksiyondan muhalif hareketi ba­rındırmaktadır. Suriyeli Müslüman Kardeşler, Ulusal Demokratik Değişim için Şam Dekla­rasyonu Hareketi, Aşuriler, bazı Kürt, seküler ve bağımsız muhalifler ile yerel koordinasyon komiteleri tarafından desteklenmektedir. Kendini Suriye’nin resmi temsilcisi olarak uluslararası arenada kabul ettirmek isteyen Ulu­sal Konsey bu anlamda uluslararası toplumla temaslarını artırmıştır. Şu ana kadar devlet seviyesinde sadece Libya tarafından resmi olarak tanınmış olan Konsey, Tunus ve Mı­sır’dan bazı siyasi partiler tarafından tanımış, aynı zamanda Katar ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle de yüksek düzeyde temas kurmuşlardır. Aynı şekilde Fransa, İspanya, İtalya ve Bulgaristan, Ulusal Konseyi diyalog için muhatap olarak tanımışlar, AB ise konseyin kurul­masını memnuniyet veren bir gelişme olarak nitelendirmiştir. Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Konseyi barışçıl bir demokratik geçiş talep eden Suriyelilerin meşru temsilcisi olarak gördüklerini ifade etmiş­tir. Bu bile bizim Esed diktatörlüğünü eleştirdiğimiz kadar aslında emperyal hesaplarının,çıkarlarının peşinde olan Batılı ülkelerin bu yaklaşımlarından da rahatsılığımızı ifade etmemiz gerektiğini göstermektedir..Bu direnişin kendi başını kusursuz bir adalete gebe olamayabileceğini peşinen kabul etmemiz ve zafer sonrasında sadece nisbi bir özgürleşmeyle beraber, kapitalizm üzerinden, emperyal güçlerin daha rahat sömürebilecekleri bir pazara da dönüşebileceği unutulmadan direniş desteklenmeli.

  Konseyin Türkiye ile temasları ayrı bir öneme sahiptir. Konseyin İstanbul’da kurul­masına izin veren Türkiye, daha sonra da muhaliflerin pek çok toplantısına lojistik destek vermiş, aynı zamanda Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla resmi temas da kurmuştur.

Burhan Galyun: Ağustos ayında konseyin başkanlığına seçildi. Paris’te yaşayan Galyun, Sorbonne Üniv.'nde Siyaset sosyolojisi bölümünde profesör ve Doğu Çalışmaları Merkezi’nde müdür olarak görev yapmaktadır. Liberal-demokrat bir insan hakları savunucusu olarak bilinmektedir. Uzun yıllar diasporadaki muhalifleri bir araya getirmeye çalışmış ve kendisi de kıyasıya muhalefet etmiştir.

Abdulbasit Seyda: 1994’ten beri İsveç’te sürgünde olan ve 2003’te yayınladığı ‘Suriye’de Kürt Sorunu’ kitabıyla da tanınan Abdulbasit Seyda, Ulusal Kürt Bloku’nu temsil etmektedir, Suriye Ulusal Konseyi’nin 26 üyeli Genel Sekreterliğindeki dört Kürt’ten biridir ve Konsey’in İcra Kurulu üyesidir. Ilımlı kişiliği ve liberal görüşleri ile ön plana çıkan Seyda, kon­sey içerisindeki uyumu ve birlikte çalışma ruhunu güçlendiren isimlerden birisidir.

M. Faruk Tayfur: Suriye Müslüman Kardeşler Teşkilatı Siyasi Büro Şefi ve Suriye Ulusal Konseyi İcra Kurulu Üyesi olan Muhammed Faruk Tayfur, Hama şehrinde doğmuştur. Halep Üniversitesi Mimarlık bölümünden mezun olmuştur. 1975 senesinde Müslüman Kardeşlerle bağlantısı sebebiyle Suriye’den ayrılmak zorunda kalan Tayfur, son iki yıldır İstanbul’da ikamet etmektedir. Tayfur hem Beyanuni döneminde hem de Şukfa döneminde Müslüman Kardeşler teşkilatı içerisinde birçok vazifelerde bulundu. Tayfur, Suriye Müslüman Kardeşleri’nin Şukfa ile birlikte en etkin iki isminden birisidir.

Tayfur, Müslüman Kardeşler adına yaptığı açıklamalarda Suriye’deki değişimin gerçek­leşmesinde her türlü silahlı eylemden uzak kalınması çabası içinde olduklarını belirtmekte ve 1982’deki Hama katliamının intikamını alma peşinde olmadıklarına vurgu yapmaktadır. Esad rejiminin ülkeyi mezhep savaşına sürüklemeye çalıştığına dikkat çeken Tayfur, Müslüman Kardeşler olarak bu tuzağa düşmemek için özen gösterdiklerini söylemektedir. Rejime karşı verilen mücadelede bütün etnik unsurların, dinlerin ve mezheplerin yer aldığını söyleyen Tayfur, Esad rejiminin devrilmesi sonrasında demokratik, sivil ve bütün halkın eşit olduğu bir Suriye hedeflediklerini dile getirmektedir. Suriye’deki rejim karşıtlığının mezhepsel temelli olmadığı vurgulayan Tayfur, muhalefetin özgürlük, demokrasi ve açık yönetim hedefi önceliğinde bir araya geldiğini ifade etmektedir. Daha özel ortamlarda aslında konsey çerçevesindeki unsurların aksine içerde çarpışan muhalif unsurların İhvan kontrolünde olduğunu ifade etmiştir.

C) TÜRKİYE MÜSLÜMANLARININ SURİYE DİRENİŞİNE BAKIŞ AÇILARI:

  Türkiye Müslümanları arasında tüm Ortadoğu direnişleri ile ilgili  komploculuk, farklı yaklaşımlar olduysa da Suriye konusu kadar niyet okuma ve değerlendirme farklılığı yaşanmadı. Üstelik Suriye muhalefetinin çoğu temsilcisi İstanbul’da iken ve onlarla tartışma imkanı olduğu halde, Suriye intifadasını nesnel deliller göstermeksizin komplolarla açıklamak akan Müslüman kanı karşısında gerçekten üzücü bir durumdur. Bunun en önemli iki nedeninden biri İranın Suriye ile stratejik ilişkisi, diğeri de Suriye’nin sözde İsrail karşıtlığı. İran’ın bu yanlış stratejisinin peşine sorgusuz takılan Müslümanlar akan kanı görmezden gelip ısrarla var olan direnişi emperyalist ülkelerin bir oyunu olarak nitelemektedirler. Halbuki İsrail ile ilgili gerekçelerinin aksine Esed ailesinin  üçüncü güçlü adamı ünlü iş adamı Rami Mahluf New York Times ‘a verdiği demeçte Batının desteğini tekzip edilmemiş olan şu ifadelerle celbetmeye çalışıyordu: “Biz düşersek İsrail güvenliğini düşünecektir. Biz gidersek israilin güvenliği kalmayacaktır.

 Mezhebi hesaplar ve devlet çıkarları için İran ve Hizbullah’ın takındığı tavır bizatihi tutarsızdır. Çünkü ABD ve İsrail’i karşılarına almak için Suriye’nin yanında olduklarını belirtiyorlar ama Rusya ve Çin gibi artık ABD’den kapitalizm dümenini almış olan devletlerle de işbirliği yapmakta beis görmüyorlar. Bu da maalesef salt bir antiemperyalist antisiyonist tavır içinde olmadıklarını göstermesi açısından düşündürücüdür.

  Türkiye’deki Caferi kardeşlerimizin yaklaşımı ise maalesef “Kutsal Devlet” miti etkisinde beliriyor. Örneğin Zeynebiye Camiinde verdiği hutbede Suriyeli muhalifleri “terörist gruplar” olarak niteleyen Selahattin Özgündüz, Baas zülmüne başkaldıran halkı “Amerika ve İsrail” yanlısı olmakla suçlayabilecek kadar mezhebi körlüğe saplanabilmektedir.

Kadın, çocuk, yaşlı demeden aylardır katliam yapan ve “Bizler laik Arap Milliyetçileri olarak radikal İslamcılara karşı savaşıyoruz” diyen Esad’a hutbeden verilen bu desteğin Müslümanları nasıl bir pozisyona düşürdüğünü göstermektedir. Halbuki, Rabbimiz Nisa Suresi 135. ayette ‘Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun.’ buyuruyor. Yine Maide 8. ayette Rabbimiz ‘Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın.’ buyuruyor. İddialara cevap mahiyetinde Türkiye’de kalmakta olan Suriye muhalefet temsilcilerinden  Fevzi Zakiroğlu Özgür-Der forumunda özetle şunları söyledi:

Suriye halkını harekete geçiren temel saikleri dış güçler ile irtibatlandırmak yanlıştır. Dış varlık olsa bile -ki yoktur- halkın olmadığı yerde onların varlığının hiçbir anlamı yoktur. Suriye’de halkı sokaklara döken sebepler vardır. Bunun temelinde 40 yıllık Baas rejiminin zulüm politikaları yatar. Kendisine zaman tanınan oğul Esad ise babasının politikasını sürdürmekten başka bir şey yapmamıştır.

Suriye muhalefeti etrafında yoğun bir tartışma yaşanmaktadır. Ama şunlara dikkat edilmelidir: İsrail ve ABD Mısır’da olduğu gibi Suriye’de de rejimin düşmesini değil, en fazla reform talep etmektedir. İddia edildiğinin aksine Suudi Arabistan ve Ürdün Suriye’de iktidarın değişmesini istemez, onlar tüm hesaplarını zayıflatılmış bir Esad iktidarı üzerinde kuruyorlar. Suriye’nin ardından sıranın onlara geleceğini bilirler.

Suriye’de olaylar Der’a’da Mısır devriminden etkilenen çocukların duvarlara yazı yazmasından dolayı gözaltına alınarak işkence görmeleri üzerine başladı. Tüm iddialara karşın Suriye’de gösteriler barışçıl bir şekilde devam etmektedir. Fakat halka ateş açmayan askerlerin infaz edilmesi çetelerin saldırısı olarak takdim edilmektedir. Halka ateş açma emrini yerine getirmeyen ordu mensuplarını Baas rejimi katlediyor. Bunu da muhalefetin üzerine atarak muhalefeti lekelemeye çalışıyor. Suriye’de halka ateş açmayı reddeden bazı askerler Suriye Özgürlük Ordusu’nu kurmuşlardır. Ama bunlar operasyonel kuvvetler değil, barışçıl gösterileri korumakla ilgileniyorlar.

  Şimdi bazı tartışmalara da değinmek gerek: Hamas kimdir? İhvan değil midir? Zalim Baas rejimi Hamas’a ev sahipliği yapacak da kendi kardeşleri olan Suriye İhvanı mı yapmayacak; bu nasıl iddia edilebilir? Mısır’da Camp David’i deviren İhvan, Suriye’de nasıl Camp David’i inşa etmekle suçlanır? Şu anda Suriye’de devrimin öncülüğünü İhvan yapmaktadır. Devrimin Filistin direnişine sahip çıkmaması imkânsızdır. Elbette ki Kudüs hepimizin hedefidir. Peki, biz 50 yıldır Kudüs’ü neden kurtaramıyoruz? Çünkü Müslümanları despotlar engelliyor, Kudüs’e giden yolu despotlar kuşatmıştır. Filistin’e giden yolu açmadan Filistin’i nasıl kurtaracağız? Bu despotların yıkılması ile Kudüs kurtarılabilir. İran’ın Suriye yanında olmasının politik bir tercih olduğunu düşünüyorum.

D) SONUÇ: 

Müslümanlar olarak Suriye olaylarına da tüm gelişmelere olduğu gibi merhameti ve hikmeti elden bırakmadan yaklaşmak durumundayız. Yanı başımızda her gün acımasızca  katledilen insanlar ve annelerinin kucağında  öldürülen bebeklerin insani-islami hiçbir yanımızı harekete geçirmemesini, gündemimizi bir haber değeri kadar meşgul etmesini sorgulamamız gerekir. Bu durum maalesef zihinlerimiz kadar yüreklerimizin de sınırlarla birbirinden ayrıldığını bir daha göstermektedir. Emperyalist ülkelerin iştahının kabarması, hesaplar içine girmeleri orada yaşanan acılara sessiz kalmamızı gerektirmemektedir. Gündem değerlendirmesinde iki seçenek arasında bir tercihe zorlanıyoruz. Halbuki Müslümanlar olarak hem Esed zulmünü hem de sömürgeci güçlerin hesabını bozacak bir sorumlulukla tavır almak zorundayız. Böyle bir seçeneğin tarafı olduğumuzu ifade etmeliyiz. Suriye özelinde tüm direnişleri desteklerken muhalifler içinde İslami gruplarla beraber başka liberal, sol öbeklerin de olduğunu unutmadan yani tamamen İslami hareketler olarak tanımlamadan desteklemek gerekir. Bu bilinçle, yani devrilen iktidarların yerine Müslümanların ıslah ve inşa çabalarını kolaylaştıracak, onlara Yesrib, Habeşistan olacak mekanların oluşabilmesi umuduyla bakılmalı bu olaylara.  

 

HABERE YORUM KAT

4 Yorum