Batıyla Gerilen İlişkileri İslamcıları Kurban Ederek Düzeltebilir misiniz?
Yazısında gündemi analiz eden Merve Şebnem Oruç, batıyla gerilen ilişkileri düzeltmek için AK Parti’yi İslamcılarla arasına mesafe koymaya çalışanlara “İslamcıları kurban edince Batı’yla işler yoluna mı girecek?” diye sormuş.
Merve Şebnem Oruç’un konuyla ilgili yazısı şöyle:
İslamcıları Kurban Edince Batı’yla İşler Yoluna mı Girecek?
Cem Küçük mevzuya hızlı girdi. 'Züccaciyeci dükkanına dalan fil' misali, Mavi Marmara şehitlerine 'manyak tipler' deyince kıyamet koptu. Oysa daha 'gizli hayırcılar', 'AKePe'li hainler' yazıları yazılacaktı; birbiriyle muhafazakar kimliklerinin haricinde hiçbir şeyleri benzemez isimler, 'İslamcı'lar diye bir sepete konacak; sepet 'Hocacılar' diye damgalanacak, son darbeyi vurmadan önce altları iyice oyulacaktı. Kısmet olmadı; Küçük erken kalkıp yol alayım dedi. Acele edince bir çuval inciri berbat eti. O sırada ağzından baklayı da çıkarıverdi.
Küçük'ün malum programdaki cümlelerinin ve ardından yaptığı savunmaların arasında gözlerden kaçmayan “Batı'yla işleri yoluna koyalım. Bu kavga sürdürülemez, durum daha da sertleşmeden artık bir yerden dönelim,” kaygısı önemli.
Batı'yla yaşanan gerilim bazılarında psikolojik baskı oluşturmaya başlamış olmalı ki, son zamanlarda Müslümanlara yapılan saldırılarda, “Bunlar radikal! Bunlar Siyasal İslamcı!” söyleminin yanına “Bunlar İsrail'e kafadan düşman! Batı'ya kategorik düşman!” cümleleri eklenivermiş durumda. Aslında bu tedirginlik, bu panik ve “Beyler, Tayyip Erdoğan bu işi de çözer, yeter ki gerilimi biraz düşürelim, iş ciddi,” şeklindeki ruh hali bir süredir vardı; 16 Nisan sonrası dile döküldü.
Batı'yla da Doğu'yla da gönül ister ki normale dönelim, bu çatışma hali bitsin ve hayat idealde olması gereken seyrine dönsün. Ama “Meseleyi İslamcılara ihale edelim, zaten Batı onlara düşman. Birkaçını kurban edelim, sonra da Batı'yla masaya oturalım” bakışı çözüm mü, işte ondan emin değilim.
Eğer kurban vermek işe yarayacaksa, mesela Batı kabul ediyorsa beni verebilirler Batı'ya, yazdığım Suriye, Mısır, İslam yazılarının bedelini ödeyebilirim. Tatlı dille sorsalar, eminim bu ülkenin bekası için gitmesi gerekiyorsa gidecek, hatta canını verecek, yüzlerce, binlerce insan çıkar; en başta da o 'radikal', 'İslamcı' dediklerinin içinden. Zaten çoğunun dünyalık bir derdi yok; Filistin için, Gazze için canını feda etmeye hazır olanlar Türkiye için mi etmeyecek? Nitekim nasıl da ölmeye hazır yaşadıklarını, tereddüt etmeden ölüme koştuklarını 15 Temmuz gecesi gördük; “Tayyip Erdoğan ölecekse biz de öleceğiz,” dediklerini duyduk.
Ama Batı'nın meselesi şununla bununla, yeri doldurulabilir olan hiçbirimizle değil ki. Onların esas derdi Erdoğan'la... O yüzden seni beni değil, FETÖ'yü kendilerinin yendiğini düşünüp Erdoğan'ın yanında bir tek kendilerinin durduğunu günde kırk kere söyleyenleri bile değil, mesela Halkbank Genel Müdür Yardımcısı'nı tutsak alıyorlar, Erdoğan'a hala 'peşindeyiz' mesajı göndermeye çalışıyorlar.
Açılan posterlerde Erdoğan'ın şakağına silah dayıyorlar, onun kendileri için nasıl bir tehdit olduğunu gitgide daha bir ciddiyetle söylüyorlar. 15 Temmuz'da karşılarına çıkanları şehit etmekten çekinmediler, ama gerçek şu ki: Tek hedefleri, tek avlamaya çalıştıkları Cumhurbaşkanı Erdoğan'dı.
Belki Cem Küçük ve arkadaşları “Batı denen puta birkaç İslamcıyı kurban edelim, böylece masaya oturabiliriz,” diye düşünüyor, Cumhurbaşkanı'nın “Allah'tan başka kimsenin önünde diz çökmeyiz” cümlesini retorik buluyor olabilir, ama esas meseleyi ıskalıyorlar: Batı'ya göre en büyük ve en tehlikeli 'İslamcı' Erdoğan.
Evet, bu arkadaşlar bir konuda haklılar, iş ciddiye biniyor. Küresel güçler, Gezi günlerinde alay ettikleri, aşağıladıkları, hakir gördükleri Erdoğan için şimdi “Ajanlarını Batı'ya gönderiyor, acaba suikastçılarını da liderlerimizi öldürmek için gönderir mi?” ciddiyetine büründüler.
Diyelim ki 16 Nisan geçti, kampanya döneminde yükselen volüm düşürülebilir; gerilimin şu anki ana merkezi Almanya'da Eylül'de seçim var ve yükseltilen Erdoğan karşıtlığı sonucu, orada kimse bu dili düşürmeyecek. Hatta kampanya sürecinde liderler, Erdoğan'a vurmakta yarışacaklar.
Dahası mesele sadece bizdeki referandum, onlardaki seçimlerle alakalı değil ki. Onlar bizi bölmeye çalıştılar, ülkemizde iç savaş çıkarmaya çalıştılar, darbeyi desteklediler. Erdoğan'ın hayatına kastettiler. Arap devrimlerinin rotasını 'İslamcıları' güçlendiriyor diye değiştirdiler, ama Suriye iç savaşını büyüsün de bizi de içine alsın diye seyrettiler. İstedikleri kıvama gelince de, üstümüze süpürdüler. Bizi “Erdoğan'ı verin, bu iş bitsin” diye terörle, ekonomiyle, darbeyle tehdit ettiler. Açık konuşalım, ortada söylemin çoktan ötesine geçmiş bir soğuk savaş var.
Ve bu savaş bitmiş değil. Türkiye bölünmedikçe, Erdoğan yıkılmadıkça, iş dönüp dolaşıp kendilerini vurmaya başladı. İşte bir milyon mültecinin adı bile İngiltere'yi AB'ye bağlayan son bağları koparmaya yetti. Obama gitti, Trump da mirasını yok ediyor. İngilizlerle Almanların arası az buz değil basbayağı açılıyor, kavgaya Fransa'yı da sokmaya çalışıyorlar. Artık 3-4 yıl önceki hallerinde değiller. Adeta bir kayaya tüm güçleriyle çarpıp onu parçalamaya çalışırken parçalanan dalgalar gibiler.
Erdoğan bu oyunu hiç beklemedikleri kadar iyi oynuyor, bu yüzden onlar için tehdit olmayı sürdürüyor. Şimdi de birlikte kalanları hız kesmeden geri püskürtmeye devam ederken, ayrılanların rekabet iştahlarını gıdıklıyor. Aralarını daha da açıyor. Yani iş ciddi olmasına ciddi olabilir ama, onlar için de ciddileşiyor... Buradan bakıp paniğe kapılmadan önce bunu da görmek gerekiyor.
Malum kesim endişe halinde her şeyi birbirine karıştırarak tüm İslamcıları toplayıp birkaçını kurban etmenin çıkış yolu olduğunu düşünüyor ya da Batı'dan birileri onlara böyle şeyler fısıldıyor olabilir. İyi hoş da, hiç kimsenin Erdoğan'ı kendilerinden daha fazla desteklemediğini iddia eden bu arkadaşlar, şimdi “Suçu İslamcılara atıp kurtulalım” derken Batı'nın esas meselesinin Erdoğan olduğunu nasıl akıldan çıkarabiliyor. Benim kafamı esas burası kurcalıyor.
Yeni Şafak
HABERE YORUM KAT