"Batı'nın Ulvi Değerleri Akdeniz'e Gömülürken"
Abdülkadir Şen yazısında, Batı'nın mülteci politikasının tarihî arka planını ele alıyor; Batı'ya iltica etmeye çalışırken ayağına çelme takılanın mülteciler olmadığını, Batı'nın evrensel olma iddiasındaki kendi değerleri olduğunu söylüyor.
Abdükadir Şen, Batı ile Türkiye arasında sağlanan mültecilerle ilgili mutabakatın Batı için ne ifade ettiğini açıklıyor:
Suriye krizi, başladığından günümüze dek, beş yıldır uzmanlar ve ilgilileri tarafından sürekli günübirlik olaylar üzerinden ve gelip geçici gelişmeler bağlamında ele alındı. Bu tarihselci, parçacı, güncelci bakış açısı krizin daha derin etkilerini, aktörlerin varoluşsal tepki ve stratejilerini ele almayı da zorlaştırıyor. Oysa ABD ve Batı başta olmak üzere hemen hemen her aktörün Suriye politikası geçmişten, inşa edilmiş tarih algısından, kimlik ve kültür kodlarından bağımsız incelenemez. Her aktörün siyaseti incelendiğinde karşımıza siyasi gelenekler, tarihi dostluklar ve düşmanlıklar, dini tutum ve buna benzer daha varoluşsal, daha yapısal nedenler dizisi çıkar. Örneğin Suriyeli mülteciler konusunda AB ülkelerinin tutumu klasik oryantalist bakış açısından ve neo-kolonyal alışkanlıklardan izler taşıyor. Türkiye’nin Suriye konusundaki tutumunun ise Osmanlı-İslâm geleneğinden bağımsız olduğunu kim iddia edebilir?
Gelin tarihi bir seyre çıkalım ve mülteciler ile ilgili Türkiye ile sağlanan (Türkiye açısından anlaşma, Batı açısından pazarlık) mutabakatın klasik Batı mantığında neyi ifade ettiğini beraberce gözlemleyelim. Anlaşmaya göre son dönemde Batı için tam bir baş ağrısına dönüşen mülteci akışı belası (tam da AB ve Batı ülkelerinde çoğu zaman üstü örtülü bazen de açık sözlülükle ifade edildiği şekilde) Türkiye’nin yardımı ile durdurulacak, Türkiye mültecileri topraklarında misafir edecek (onların algısı ile bekçilik yapacak). Batı da cüzi miktarda ödeme ile hem tarihi sorumluluğundan kaçınacak hem kurtarıcı olacak hem de mülteciler arasından seçmece usul ile zeki, çalışkan, eğitimli olanları alıp kendi çıkarları için istihdam edecek. AB yaptıkları ve yapmadıkları ile denizlerde boğulmaya terk ettiği halklarımızın sessizce ölümü ve çocuklarımızın deniz kıyılarına vurmasını bir sinema izleyicisi sessizliği ile izlemesi, Suriye’de Esed rejiminin kimyasal saldırıları da dahil tüm katliamlarına göz yumması ve dolaylı yollarla desteklemesi, uluslararası kurumlar, kurallar ve yaptırımları da sadece kendi çıkarları söz konusu olduğunda devreye sokması itibariyle zaten yaşananlardan büyük oranda sorumludur. Bugün Suriye’de yaşanan krizin kökenleri 1924 yılında ülkenin Fransızlarca beş parçaya bölünüp etnik-dini çatışmanın bilinçli bir program ile derinleştirilmesinde yatmıyor mu?
(...)