Batı'nın bölgedeki çıkmazı
Gün geçtikçe Batılılar inandırıcılıklarını daha çok kaybediyor. Teşbihte hata olmasın çoğu zaman onları meşruiyet çerçevesini İslam'a dayandırdığı halde vergi gelirleri azalır diye Yahudi ve Hıristiyanların İslam'a girişini yasaklayan Emevi yöneticilerine benzetiyorum. Kendi sözünü dinlemeyeceklerse, demokrasiyi savunanların önünü kesiyorlar.
Tunus ve Mısır'da başlayan toplumsal patlamalar karşısında Batı ne yapacağını şaşırmış durumda. Hepsi gafil yakalandılar, şimdi eski bohçaları açıp duruma nasıl vaziyet edeceklerine bakıyorlar. BOP'tan "yaratıcı kaos"a ve "Türkiye modeli"ne kadar her seçenek masanın üzerinde.
Fransız bakanların Tunus zorbalarla sefaları bir bir ortaya çıkıyor. Berlusconi, Mübarek'i Ortadoğu'nun "en dirayetli, aklı başında lideri" ilan etti. Almanya Başbakanı Merkel, Mübarek'i ülkesine memnuniyetle kabul edeceğini açıkladı.
Batılıların "demokrasi ve insan hakları" ekonomik ve askeri güçlerine hizmet ettiği sürece savunulacak değerler. Onlar için sadece üç tehlike söz konusu: Bölgenin petrol kuyuları, İsrail'in topraklarını işgalle genişletme fiilinin zarar görmesi ve elbette İslam dünyasının kendine özgü bir değişim projesini ortaya çıkarıp durumunu ıslah etme iradesi gösterebilmesi.
Amerika, acınacak durumda. Petrol ve İsrail'i merkeze alan bir Ortadoğu politikasından milim şaşmıyor. Bu, bütün dünyada koca bir imparatorluğun dış politikasını İsrail ve Yahudi(lobi)leri tarafından rehin alındığına ilişkin bir kanaatin yaygınlaşmasına yol açıyor. Petrol ve İsrail söz konusu olduğunda, Amerika ve Avrupa'nın elinde "diktatörlükleri" desteklemekten başka seçenek kalmıyor. Bu ise bir yandan Amerikan karşıtlığını artırıyor, diğer yandan Batı'nın sözde ihraç ettiği değerlere karşı inancını zayıflatıyor, Batı'yı ikiyüzlü, sahtekâr, güvensiz kılıyor.
Bu, yanlış ve giderek dinler ve halklar arasında husumet tohumlarının ekilmesine yol açan hastalıklı bir politikadır. Bu politika Batı'ya zarar görüyor. Ama bana sorarsanız, uzun vadede dünya Yahudileri ve bugün İsrail'de yaşayanlar da bundan büyük zararlar veriyor. Çünkü sonuçta insanların kullandığı kriterler sadece real politik, rasyonel tutumlar, güç kullanımı ve 'kimin sözü geçerse haklı odur' prensibi değil; hakkaniyet, vicdan, adalet ve özgürlük arayışıdır. BM'nin kurduğu bir devlet, BM'nin hiçbir kararını tanımıyor, dünyada sınırlarını beyan etmeye yanaşmayan tek ülke sıfatını koruyor, milyonlarca insanı ana yurtlarından kovuyor, ırk esasına göre dünyada topladığı insanları yerleştirmek için savunmasız Filistinlilerin bağlarına-bahçelerine el koyuyor, etrafını elinde bulundurduğu nükleer bombalarla tehdit ediyor, kendisi bir din/Yahudi devleti iken bölgenin dinine karşı açıktan savaş açıyor, sivilleri öldürüp savaş suçu işliyor vs. Buna rağmen Amerika ve Avrupa, İsrail'e "gözünün üstünde kaşın var" demiyor. Ben bir İsrailli olsaydım, bundan gerçekten derin bir kaygı duyardım. Çünkü:
1) Bu açık haksızlıklar bütün dünyada Yahudilere karşı öfke biriktiriyor, yanan anti semitizm ateşine odun taşıyor.
2) Korktuğundan dolayı Batılı kamuoyları ikiyüzlü bir tutum takınıyor. Yahudilere açıktan gülerken, içten içe büyük kızgınlık duyuyorlar.
3) İsrail'de ve dünyada, gerçekten barıştan, diğer din mensuplarıyla bir arada yaşamaktan, başkalarının haklarına saygı duyan aklı başında-barışçı Yahudilerin elini zayıflatıyor. Güvercinler zayıfladıkça Siyonist şahinler zulüm ve küstahlıklarına yenilerini ekliyorlar.
Diktatörlerin gidişinden en büyük tedirginliği İsrail'in duyduğu anlaşılıyor. Bu, Batı'yla beraber bölgedeki gayri meşru rejimlerin tümünün arkasında Batı ve İsrail'in desteğinin olduğu gerçeğini bir kere daha ortaya çıkarmış oluyor.
Bu, sürdürülemez bir bölge düzenidir. Batı, eğer kendini ve Yahudileri sahiden düşünüyorsa, bölge ve dünya politikasını Yahudi lobilerinin etkisinden kurtarmalı, bölge sorunlarını bölgenin gerçek güçleri ne ve nasıl vaz'ediyorsa, onları referans alıp çözüm şekillerine de saygı duymalı.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT