1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Batılı Sömürgecilerin Göç/Göçmen Sorununa Yaklaşımı
Batılı Sömürgecilerin Göç/Göçmen Sorununa Yaklaşımı

Batılı Sömürgecilerin Göç/Göçmen Sorununa Yaklaşımı

Hayrettin Karaman, Yeni Şafak’taki köşesinde yayınlanan son iki yazısında uluslararası göç sorunu ve batılı devletlerin göçmenlere yaklaşımı konusunu değerlendirmiş.

12 Temmuz 2018 Perşembe 12:39A+A-

Hayrettin Karaman’ın kaleme aldığı konuyla alakalı iki yazısını birleştirerek aşağıda ilginize sunuyoruz:

Kaçak Göçmenler ve Batı Sömürgeciliği / 08 Temmuz 2018

Müslümanlara yakışan, ötekilerde vicdan ve utanma duygusu varsa onları utandırması gereken bir haber:

“Florida’nın batı kıyısı üzerinden Meksika Körfezi’ne bağlantılı olan Tampa Körfezi bölgesinde yaşayan Müslüman halkın gözetim altında kamplarda tutulan göçmen çocuklara ev sahipliği yapmaya hazır olduğu ifade edildi. Tampa Körfez bölgesi İslam toplumu adına konuşan Ahmed Bedler, “Dini inancımız gençleri ve çocukları koruyup kollamaya çağrı yapar ve ailenin bir arada tutulmasının önemini vurgular” diyerek konuşmasında son Peygamber Hz. Muhammed’in hadislerinden örnekler verdi. Bedler, körfez bölgesinde yaşayan Müslümanların halen gözaltında tutulan 2300 çocuğa ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu belirtti. Çocuklar aileleriyle veya yakınlarıyla yeniden biraraya gelene kadar yüzlerce Müslüman ailenin onları evlerinde ağırlamak istediği aktarıldı. Bedler, hükümetten bu konuda herhangi bir mali destek beklemediklerini de beyan etti.”

ABD ve Avrupa yoksul bıraktıkları ve kendilerine uşaklık eden zalimleri başlarına diktikleri ülkelerden kendilerine göçmek isteyen açlara ve mazlumlara kapılarını sıkıca kapatıyorlar, bir şekilde sınırı geçmiş olanlara da köpeklerine ve balıklarına yapmadıkları muameleleri yapıyorlar.

Dünyaya, kendilerine ait olandan ibaret sandıkları medeniyeti getireceklerini iddia eden “tek dişi kalmış canavarlar”, kendilerinden özür dilemeleri gereken ve haklarının azıcığını da olsa geri vererek sefaletten kurtarabilecekleri insanlara zulmediyorlar.

Bakın bunlar neler yaptılar ve yapıyorlar:

Sömürgeci Avrupa ülkeleri Hindistan, Afrika ve Orta Asya ülkelerini silah zoruyla işgal ettiler (Rusya’ya da ayrı bir bahis açmak gerekiyor), bir yandan halkı dinlerinden döndürmek ve kültürlerinden uzaklaştırmak için çalışmalar yaparken diğer yandan asıl hedefleri olan sömürüyü gerçekleştirdiler. Kenya’nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyata, Batı ülkelerinin Afrika’da yaptıklarını şu veciz ifadesiyle dile getirmişti:

“Misyonerler Afrika’ya geldiğinde bizim topraklarımız onların İncilleri vardı. Dua edelim dediler. Gözlerimizi kapattık. Açtığımızda, bizim İncilimiz, onların toprakları vardı”.

Tarih boyunca kendisine ait olmayan coğrafyalar üzerinde sayısız savaş ve çatışmanın mimarı olan ABD’nin kanlı bir tarihi vardır. Kristof Kolomb’un 1492 tarihindeki keşfinden hemen sonra başlayan Kızılderili katliamı, yerli halkın tabi tutulduğu soykırımın adıdır. O tarihten 1886 yılına kadar süren katliamda, 70 milyon Kızılderili ortadan kaldırıldı. ABD’nin resmi devlet politikası olan Kızılderili soykırımında resmi makamları Kızılderili kellesi başına 5 dolar ödemişti. Devlete ait binaların bodrumları, Kızılderili kafataslarıyla dolmuş taşmıştı. İlk biyolojik silah, Kızılderililer üzerinde uygulanmıştı. Sürgüne gönderilen Kızılderililere yardım olarak dağıtılan battaniyelere çiçek mikrobu bulaştırılarak çok sayıda insanın öldürülmesi sağlanmıştı. Kızılderililerin açlıktan ölmesi için başlıca yiyecekleri olan bizonların toptan ölmesi de, soykırım yöntemlerinden biri olmuştu…

Avustralya ve Aborjinler ile devam edelim.

*

Batılı Sömürgeciler ve Kaçak Göçmenler / 12 Temmuz 2018

Denizlerde boğulan, tel örgülerin önünde aç ve açık kalan, bütün “gelişmiş ülkelerden” kovulan yoksul ve yoksun göçmenlere bu Avrupalılar neler yapmışlardı? İşte bu yaman sualin kısa cevabını vermeye çalışıyorduk ve sıra Aborjinlere gelmişti..

1770 yılında Kaptan James Cook, Avustralya’nın doğu sahillerini Büyük Britanya adına ele geçirdi ve burayı Yeni Güney Galler (New South Wales) olarak isimlendirdi. Avustralya’daki İngiliz sömürgeciliği 1788’de Sydney’de başladı ve kıtaya ilk gelen Batılı yerleşimciler çiçek, suçiçeği, grip, kızamık gibi hastalıkları da beraberlerinde getirdiler. Bünyeleri bu hastalıkları hiç tanımayan Avustralya yerlileri bu hastalıklara yakalanarak büyük ölçüde kayıplar verdiler ve nüfusları önemli ölçüde düşüş gösterdi.

İngiliz yerleşimcilerin ikinci etkisi arazi ve su kaynaklarını kendilerine ayırmaları olmuştur. Oysa geleneksel arazilerini, yiyecek ve su kaynaklarının kaybı yerliler üzerinde ölümcül etki yapmıştı. Geleneksel dini pratiklerinden uzaklaştırılan bu halklarda doğum oranları hızla düşmüş, alkol gibi yerlilere yabancı içkilerin kullanımı artmıştı. 1788 yılı ile 1900 yılları arasında yerliler, maruz kaldıkları hastalıklar, topraklarının kaybı ve kendisini kıtanın efendisi ilan eden beyaz adamdan gördükleri şiddet sonucu nüfuslarının yaklaşık %90’ını kaybettiler. Merhametsiz Batılılar çeşitli bahanelerle birden fazla katliam düzenlediler ve masum halkı acımadan öldürdüler. Kalanları da içkiye alıştırdılar, normal hayat imkanlarından mahrum olan insanlara içki ve battaniye dağıtarak dağda bayırda perişan yaşayıp erkenden ölmelerine zemin hazırladılar.

Batılılar, aç, açık, işsiz, maddi manada geri bıraktıkları, örneklerini verdiğimiz ülkelerin peşini bırakamadılar, ekonomik ve stratejik imkanlarını sömürmeye devam edebilmek için buralarda kukla yönetimler oluşturdular, onlara teslim olmak istemeyen yönetici ve halkı uyandırmak isteyen aydınları ya zindanlarda çürüttüler veya öldürdüler. Her türlü maddi imkandan mahrum olan halk çağdaş iletişim araçları vasıtasıyla Batı’daki hayatı görünce oraya akın etmeye başladılar. Batı almaya var, vermeye ise yok olduğu için bu akını durdurmak için harekete geçti. Geçmişinde sömürgecilik bulunmayan ve dini, dili, rengi… bakımından kendinden olmayanlara da adalet ve merhamet ile davranmış bulunan Türkiye açlık ve ölümden kaçarak kendine sığınanlara kucak açtı. Batıya geçmek isteyenlere de mani olması için ona yardım vaadinde bulundular, ama bu vaadlerini de yerine getirmediler.

Eski Yunan halkı ile bir bağı bulunmayan bugünkü Yunanlıların yönetimi Türkiye ve Erdoğan düşmanlığı yapıyor, mensubu olmadığı medeniyeti sahiplenerek dünyaya karşı övünüyor. Bakın genelde Avrupa ve özelde bu millet, kendine sığınan insanlara nasıl muamele ediyor? (Yapılanları bizzat müşahede etmiş bir solcu Türk’ten aktaracağım. Yunanistan’ın Türkiye’de darbe yapanlara kucak açması ve onları koruması insaniyetinden değil, Türkiye düşmanlığından kaynaklanıyor.)

“Avrupa ülkelerinde ciddî bir ırkçılığın geliştiğini söylemek gerekir… Avrupa ülkelerinin yaşadığı kriz dönemlerinde göçmenlerin yaşam koşulları daha fazla çekilmez bir hâl alıyor. Zira işsizlik ve pahalılığın nedeni olarak görülüyor göçmenler. Göçmenler en pis işlerde ve en ucuz ücretlerle çalıştırılıyorlar. Göçmenler her türlü aşağılanmaya ve dışlanmaya maruz kalıyorlar… İnsan kaçakçılığı dünya çapında büyük bir sektör durumundadır. Kaçak göçmenler yolunacak birer kaz olarak görülmektedirler. Bir beladan kurtulayım derken ömürleri boyunca çalışıp edindikleri paralar insan tacirlerinin acımasız kasalarına akmaktadır.

Kaçakçılar, işin risk taşıyan yanlarını ve geçilen yolların tehlikeli noktalarını tespit etmişler. Eğer bir yerde kontrol edilme olasılığı varsa, o noktada kaçırdıkları insanları yolun kenarında bırakıp gidebilirler ya da nehirden geçerken kürekleri kaçaklardan birinin eline tutuşturup, kendileri nehrin diğer tarafında kalırlar. Bazı durumlarda da nehrin ortasında kaçakları suya döküp kaçarlar… Birkaç farklı yol ve araçla sınırdan geçirilen kaçakların büyük çoğunluğu geçtikleri ilk ülke olan Yunanistan’da yakalanırlar. Onları nehrin bu tarafından almaya gelecek olan kişiler genellikle gelmezler. Çünkü Yunanistan’da kaçakçılıktan yakalananlara verdikleri hapis cezası beş yıldan başlıyor. Alacakları insana “geldim, yaklaştım, geliyorum” diyerek onları oyalarlar ve sonunda kaçaklar yakalanırlar. Yunan polisi, Meriç nehrinin kenarında ve yakın civarlarda dolaşarak kaçak göçmenleri toplar. Onları kapalı ve havasız bir araca koyarak en yakın karakollara taşırlar. Kaçakların üzerlerindeki değerli telefon ya da başka malzemeler kaybolur. Yunanistan karakolları ahırdan daha beter yerlerdir. Tek katlı ve uzun bir mağaraya benzer bu karakollar. Tuvaletlerinde sifon yoktur. Sıcak sular akmaz. İnsanlar üst üste yatarlar. İçeride her zaman dayanılmaz bir koku vardır. İnsanlar bitlenirler. Aylarca, belki de yıllarca yıkanmamış yatak ve battaniyelerin üzerinde yatılır. Eğer yatacak yer varsa tabi. Genellikle yatacak yer bulmak bir ayrıcalıktır Yunanistan karakollarında. Eğer Yunan polisinin istediği gibi davranırsan şiddet uygulamazlar. Ama onların istemediği gibi davranırsan şiddet uygularlar. Özellikle Meriç Nehri’nde yakalamış oldukları kaçakçılar eğer konuşmazlarsa dayak yerler. Bunların canlı tanığıyız. Bu uygulamalara itiraz edersen hemen polisler gerçek yüzünü gösterirler. Haksız uygulamalara itiraz etmek, açlık grevi türü eylemler yapmak polisin şiddetli cevabıyla karşı karşıya bırakır…

Avrupa’da ırkçılık ve ayrımcılığın yaşanmadığı hiçbir ülke bulamazsınız. İşte Avrupa Birliği’nin en merkezi ülkelerinden biri olan Almanya. Burada da her türlü ayrımcılık var. Kaçak göçmenlerin kalmakta olduğu kamplarda yapılan ayrımcılık her gözün görebileceği açıklıkta yapılmaktadır. Buraya Rusya’dan gelmiş ve iltica başvurusunda bulunmuş olanlara tüm imkânlar seferber edilmiş. Fakat Afgan, Kürt, Arap vb. göçmenler Rusların yararlandırıldıkları imkânlardan yararlandırılmıyor. Kampta bulunan internet kafeye Ruslar dışındakiler sokulmuyor… Kaçak göçmenler Avrupa’nın tüm ülkelerinde denetim ve aşağılanmayla karşı karşıyadır. Kaçak göçmenlerin neredeyse burada geçen ömürleri evrak işlerinin peşinde koşturmakla geçiyor. Evrak işleri yüzünden intihar edenlerin olduğu anlatılıyor. Kaçak göçmenler buralarda ömürleri boyunca denetim ve gözetim altında tutulurlar. Eğer denetim dışına çıkarlarsa hemen karın doyuracak ve nefes alacak kadar verdikleri olanaklardan kesintiler yaparlar…”

 

HABERE YORUM KAT