Batılı olabilmek uğruna her yolu denemek: Kemalizm
Mustafa Armağan, Kemalistlerin "Batılı olabilmek" için ortaya koydukları "fedakarlıkları" inceliyor.
Mustafa Armağan / Yeni Akit
Kemalizm’in Dramı
Kemalizm’e bir ideoloji yontma derdindeki Kadro hareketinin Şevket Süreyya Aydemir, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Burhan Belge ile birlikte liderliğini üstlenen Vedat Nedim Tör, Türkiye’nin 1939 yılında düzenlenen New York Dünya Sergisi’ne tam 1,5 milyon dolarlık bir bütçeyle katıldığını yazmaktadır. 12 ay açık kalan ve o zamanki parayla 1,5 milyon dolara, bugünkü parayla birkaç milyar liranın üzerinde bir paraya mal olan bu sergi TC’nin ne kadar barışçı bir devlet olduğu mesajını vermeye yönelik bir mantıkla hazırlanmış.
Vedat Nedim Tör’ün Kemalizmin Dramı adlı kitabına bakılırsa “Barışçı Türkiye’yi bir ayağı Avrupa’da, bir ayağı Asya’da ve elinde tuttuğu halatı düğümleyen bir dev heykelle canlandırmışlar”. Kemalist Türkiye bir tolerans (hoşgörü) memleketidir” mottosu ile dünyaya, o zaman dünya denilince Batı akla geldiği için Batı devletlerine ve halklarına barış mesajı vermişler. Ziyaretçilere Türk yemekleri ve kahve ikram etmişler. “Sözün kısası” demiş yazar, “Kemalist Türkiye’nin düşmanı yoktu.”
Ne âlâ memleket, değil mi?
“Ben uslu durursam kimse bana kötülük yapmaz” gibi en safiyane bir çocuğun bile içine düşmeyeceği bir yanılsamayla Batıya şirin gözükme hastalığımız o gün başlamadı kuşkusuz, “Biz cihangirlik emeli beslemiyoruz” diyen liderlerin mesajlarıyla başladı. Asla “cihangirlik emeli” beslemediğimiz için başımızın sıvazlanacağını ve “Ah aferin, ne güzel de uslu uslu duruyorsunuz, şimdi akide şekerini hak ettiniz” denileceğini zannedenler daha dün Disney+ kanalının Ermeni baskısına boyun eğmesi karşısında şoke oldu. Nice 1,5 milyon dolarımız boşa mı gitti şimdi? İsrail lobisine yedirdiğimiz onca para pul mu oldu? Biz de sizdeniz, hatta sizden daha bir laikiz sakızlarımız zerrece kaale alınmadı mı?
Beyler Batı’ya asla yaranamazsınız.
“Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız. Osmanlı, yani İslâm” diyen Cemil Meriç’i dinleseydiniz, hadi o zaman o çocuktu, bari Akif’in Çanakkale Şehitleri’ne şiirindeki;
“Maske yırtılmasa hâlâ bize afetti o yüz
Medeniyet dediğin kahbe, hakikat yüzsüz”
beytine itibar etseydiniz, bunlar başınıza gelmezdi. Ama hayır, Batılı olabilmek uğruna Batı’ya karşı savaşmıştık. Bunu ben demiyorum, Hamdullah Suphi Tanrıöver adlı sözde “Türkçü” söylemiş. Bu nasıl bir Türkçülüktür? Çünkü Türk olmamak için savaş veren bir sözde Türkçülük masalı dinletmişlerdi millete. Türkçülüğün babası Ziya Gökalp’in kitaplarını bile yasaklamışlardı. Türkçülüğün Esasları adlı kitabın Demokrat Parti iktidara gelinceye kadar yasak olduğunu da bilmeyiz. Hem zaten ne biliyoruz ki!
Yaklaşan dünya savaşının tamtamları ayyuka çıkmışken, Almanya’sından İtalya’sına, Fransa’sından İngiltere’sine kadar dağa taşa silah ve mühimmat yığarken, silolara gıda stoklarken biz heykel stokluyor, Ermeni lobilerine Türk yemekleri tattırarak şirinlik muskası takacağımızı sanıyorduk.
Birilerini zengin etmek için düzenlenen sergiye o zamanın parasıyla tam 1,5 milyon dolar gömen Kemalistler savaş sırasında 20, hatta 50 katına fırlayan gıda maddelerinden stoklamış olsa hiç olmazsa savaşa girmediğimiz halde yetersiz beslenme ve tifo gibi bulaşıcı hastalıklardan hayatını kaybeden 30 bine yakın askerimizin kursağına birkaç lokma girmesini temin eder, belki bazılarının hayatını kurtarabilirdi.
Onlar ideoloji yapıyorlardı. Boş, sığ ve tutarsız bir yığın laf. Ama suçu millete yıkmakta benzersizdiler. Halk istenilen şekilde yoğrulamamış, düzenlenememiş, arzu edilen kıvama bir türlü getirilememişti. Bütün suç halktaydı. Ah bir fırsat bulunabilseydi neler yapacaklardı ama… Ne yaparsın!
Halkı suçlayan halk düşmanları ne gariptir ki bu harekâtı Halk Partisi eliyle yapmaya kalkıyorlardı. Tarihin gördüğü en büyük halk aleyhtarı hareketlerden birinin “Halk Partisi” ismini almasındaki garabet herhalde dünya siyaset literatürüne geçecek kadar büyük bir paradokstu.
Neyse ki Kadroculardan Yakup Kadri ölümüne kadar sakladığı bir raporunda bu hakikati Cumhuriyetin 10. yıldönümünde (1933) şöyle itiraf etmişti:
“İnkılap daha 10 yaşında fakat şimdiden bünyesinde ihtiyar bir bünyenin bütün zaaflarını taşıyor.”
HABERE YORUM KAT