Batıcı Söylem, Sömürgeci Mantık…
Tanım açısından…
İdeolojik formasyonlar içerisinde ve hayatın tümünü kuşatıcı oranda batının mutlak hâkimiyetini temel alan ‘Batıcılık’ düşüncesi modern temelli bir kadercilik anlayışını ele verircesine ‘Allah, hakikat ve hikmet’ olgularını saf dışı bırakarak insana, batıcılık haricinde bir başka düşünce formunun olmadığı gerçeğini(!) ona, salt bilimsel yol ve yöntemlerle kabul ettirebilme düşünce ve çabasına dayanır! Batıcılığın ve onun izdüşümü hükmünde olan bu olguların hemen tümü, hayata dair bir söyleme dayandığından ötürü kendini kurgulama yoluyla var olmanın mücadelesini verme uğraşısı içerisinde olmuştur. Ör. Kapitalizm, liberalizm, sosyalizm, faşizm, milliyetçilik, feminizm vs.
Bu çabaları ve bunun yanında yapılıp edilenleri fıtrat aynasına tutup değerlendirdiğimizde nice hayırların, hayırlı işlerin büyük oranda bir bozuma uğradığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu bozuma uğrama, batıcı söylem veri alındığında, Kur’an perspektifinde değerlendirildiğinde aralarında bizlere olan yakınlık, uzaklık derecelerine göre konun alması elbette söz konusu olabilecektir. Hiçbirisini içselleştirmemek ve dayanak almamakla birlikte bazılarını muvakkat yani geçici olarak ele alıp, kesinkes, onu aşma şartıyla, bir değerlendirmeye tabi tutabiliriz…
Fıtrata karşıtlık…
Yukarıda da vurguladığımız gibi bu olguların hemen tümü seküler temele sahip olduğundan insan ilişkilerinde aşkın olanı görmez, es geçer ve mümkün mertebe yok sayar! Ki, modern düşüncenin böyle bir şey olması gerekir! İşin gerekçesi olarak da modern batı düşüncesi ana mihverini oluşturan, seküler temelli bir hayat telakkisini insanın kendi dışında var olan, yaşayan, duran varlıklar açısından baz alındığından Tanrıya, yani Allah’a katiyen yer vermez, vermez, vermeyi aklından bile geçir(e)mez! Kısacası bu durumda kısmen, insanı ta yaratılış safhasında diğer varlıklara nazaran özgün ve özgür kılıcı ve şeref bahşedici fıtratın, yitimini, bozumunu ve bizzat tükenişini ilan etmenin sonucu olarak işleri sarpa sardırmaktadır!
Sair bu paradigmal halin böyle sürdürülmek istenmesi batıcı düşüncenin geniş kitlelere kanıksatıcı bir rolle vazgeçilmez olarak dayatılması, çıkış temeline uygun olarak ‘ilerlemeci bir tarih ve toplum anlayışı’nı ve durumunu, şiddetle vurgulamasını da içerecek bir seküler, laik, sosyal Darwinist, eklektik, elitist ve içerisinde bulunulan siyasal zeminler açısından da jakoben durumları hep onaylayıcı fenomenleri söz konusu kılar.
Materyalist temelli, ilerlemeci bir mantık örgüsü Fransız ihtilalinden buyana çeşitli değişim ve dönüşüm emaresi göstere, göstere yer, yer de kırılmalara uğrayarak sosyal Darwinist değişim ve dönüşüm düşüncesini tüm ideolojik formasyonlar bütünlüğünde devam ettirmeye çalışmıştır. Bu süreçte hayatın hemen her alanını kapsayıcı oranda belirleyici ve etkin birçok karşı çıkışlar sonucu bir takım ilişki biçimlerinde elle tutulur değişimlerde vaki olmuştur.
Elle tutulur birtakım değişimlerin olması, kendilerini merkez konumunda gören ideolojik iz sürdürücülerin gidişata dair içerden olacak şekilde olayları tahlil etmeleri, sonucu ‘sıkıntılı’ olsa da gidişatı net bir biçimde görmeye çalışmaları ve bizlerin Sünnetullah dediğimiz, hayatta her daim var olan sosyal kanunlara, afaki ve enfüsi ayetlere ve yorumlarına uygun davranıp ona göre hareket etmelerinin sonucu varlıklarını belirgin bir şekilde sürdürmüşlerdir. Hayatı doğru okuma kaydı ve şartıyla ona yönelik müdahaleyi elden bırakmama o ideolojik izlerin devamını da sağlamıştır, bir açıdan… Salt, batı için kayıtlı ve batılı birey açısından bir üretim ve tüketim fenomeninden ziyade, insanların zihinsel arka planını oluşturma çabalarına mebni dünya görüşleri, coğrafi keşiflerin yürürlüğe konulduğu andan itibaren sömürebilmek ve sömürgeciliğe anlam katabilmek açısından, dünyanın, kendileri dışında, geri kalanına kendi yaşamsal değerlerini ihraç olayında, ürete geldikleri kültürle birlikte, bir yığın bilgi birikimini de alabildiğine sunmaya çalıştılar. Sunmakla kalmadılar, dikte ettiler ve uygulama sürecinde de işin başında ya bizzat kendileri durdular, ya da kendi mahfillerinde yetiştirdikleri ‘yerli’ adamları sayesinde bu işi ilelebet(!) sürdürmeye çalıştılar.
Cumhuriyet tarihi içerisinde…
Bu olguyu cumhuriyet tarihi içerisinde kendi hikâyemiz açısından somutlaştırırsak, şu durumların ortaya çıktığını görebiliriz; Batıcı söyleme koşut olarak gelişen ‘yerli’ sömürgeci mantığın izlerini, öyle geçmişte kalan anlatılarda aramaktan ziyade günümüz Türkiyeli Müslümanların ortaya koyma azmini göstererek kamusal alanda görünür olmaları, orayı görünür kılmaları, o olgudan hareketle de sosyal bağlamda olmak üzere siyasal, ekonomik ve kültürel alanda da kendi kurumlarını oluşturma çabaları ve bu çabaların bir açıdan tepe noktası sayılan –içeriği tartışılmakla birlikte- siyasal iktidar yoluyla elde etmeye çalıştığı çabalar liberal cenahın önemli bir bölümüyle birlikte Kemalist seçkincilerin, ulusalcıların, solun önemli bir bölümüyle birlikte, bir açıdan da varlık gerekçesi batılı kodlarda apaçık ortada duran muhafazakârların engeline takılıp durmaktadır. Bkz. Ulusal medya…
Bu olguyu ve pratiğinin iz düşümünü bir nebzecikte olsa dile getirmek için kısa ve somut olarak şunları söyleyebiliriz; bu engelleme çabaları parlamento içi sair saiklerle olmuyorsa eğer, en başta devleti –daha açıkçası var olan rejimi- korumaya yönelik işlevselliğe mebni kılınan kurumlar vasıtasıyla ortaya konulmaya çalışılmaktadır hep… Ör. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, YSK vb…
En başta ideolojik tercihler ve daha sonra ise soğuk savaş döneminden kalma faşist ve Stalinist karaktere uygun bir anlayışın süreç içerisinde Kemalist kalıplar açısından bir vesayete dönüşmesi aslında sözde hep dillendirilen o ‘tam bağımsızlığa’ nazaran, batının ve batıcılığın kesintisiz tahakkümünün modernleşme ameliyesine yol açtığını ve bununda doğal olarak vahim bir sömürüye –maddi/manevi- dönüştüğünü kendi tarihi süreçlerimizden biliyoruz…
Kısaca belirtmek gerekirse peş peşe gerçekleştirilen devrimlerin hemen hepsi batıcı ve modern doneler içerecek oranda, sözde bağımsız ama varlık sebebini modern ve jakoben batı düşüncesi ve pratiği içerisinde arayan muhtevasıyla karşımıza çıkmaktaydı.
Ki, kendi tarihi süreçlerimizden yola çıktığımızda modernizmin bizzat kendisinin düşünce ve çabalarının batı için ve batı adına serdedildiğini, batıyı eksen aldığını ve tarihin akışında kesinlikli kırılmalara yol açtığını ve bundan amacında öteki olanın zihni ve yaşamsal olarak sekülerize edilebilse bile eğitimden, siyasete, kültürden, ekonomiye varıncaya dek hemen her alanda batının tahakkümünü perçinleyebilmek esas amil olmaktadır!
İşte bundan yola çıkılarak batıcı/modernist söylem ve sömürgeci mantığın günlük hayatta nasıl safha, safha yayılmak için bahaneler bulduğu, ona yapıştığı, kaos ve karmaşa ortamlarının oluşmasına etki ettiği, bir toplumu ve milleti buhranlara sürüklemesi, ana unsur olan Müslüman kitlenin kendine gelmesi, kıblesine dönme çabası yasama ve yürütme yoluyla olmadığı zamanlarda sitemin bir nevi koruyucu kalkanları hükmündeki kurumlar marifetiyle, ya da şiddet döngüsü içerisinde iğreti ulusalcı bazda kimlik dayatma yoluyla sürdürülmek istenmektedir.
Öngörülen, o maksadın hasıl olması açısından ilerlemeci tarih ve toplum anlayışının ilelebet sürmesi düşüncesinin temel bulması, batıcı bir silsile içerisinden tarihi süreçte sol ve liberal düşünceye değin paradigmal bir seyir takip etmiştir. Bu bir nevi ‘düşman, hız meselesi’ kabilinden ustalıklı bir şekilde temellendirilip batıcılığın sömürgeciliği onayladığı düşüncesini resmileştirmekte, açığa çıkarmaktadır!
Batıcı söylem ve sömürgeci mantık, birbirinden farklı gibi görünse de aynı seküler minval üzre baştan kurgulandığı gibi ilgilisince bir sürekliliğe tabi tutulmaktadır. Ama bu süreklilik görülebildiği kadarıyla kapitalizme ve o çerçevede de liberalizme imkân tanımaktadır. Diğerleri ise, ancak birer görüntü ve korkutucu özne olma işlevini sürdürmektedir. Ki, onlardan istenen de esasta budur!
Ki, materyalistler/maddeciler ontolojik olarak toplumsal planda, temellendirmek açısından, en başta batılı toplumları materyalist anlayışa mebni kılmak adına ardı ardına, batılı paradigmal düşünceler birbirlerinin yerini alacak oranda söz konusu olurlar.
Burada, gelinen süreçte batı, kendisi adına, kendi tecrübelerinden yola çıkarak liberalizm, demokrasi, insan hakları ve buna benzer düşünce ve yaşam pratiklerini baz almakta; uygulamakta ve dünyanın geri kalanı için ise; kendi ilerlemeci sürecinin tamamlayıcısı hükmünde gördüğü, militarizmi, onları, yani geri kalan(!) toplumları bir hizaya getirme yolu olarak terörizm vs. unsurları kaba materyalist pratikler çerçevesinde uygun görmekte…
Bu görüşümüzü teyit bağlamında batının var olan modern serüvenine dünyanın geri kalan kısımlarında -Ortadoğu, Afrika, Asya, Latin Amerika- olduğu gibi cumhuriyet tarihi boyunca kapitalist gelişime, sol ve ulusalcı akımların Kemalizm’le var olan ilişkilerine değin bir birikime göz attığımızda hemen her şeyi müşahede etme imkânını yakalayabiliriz. Konumuz bütünlüğünde batıcı söylemi ve onun yol açtığı sömürgeci mantığı irdelerken, konu bütünlüğünde ister, istemez her şeyi kuşatıcı olması öngörülen modernizme ve modernleşmeye satır aralarında yer vermeye çalıştık.
Sonuç olarak…
Bir proje olan modernleşme bizler açısından ilk günlerdeki algı biçimine yakın bir oranda halende geçerliğini korumaktadır. Ama gelinen süreçte nötr bir konudan tutunda, dinsel kaynaklara kadar bizleri ilgilendiren hemen her alanda modernizme, modernleşmeye yaklaşılmakta ve bu açıdan modernizm bir anlam değişikliğini içerecek oranda vasat bir mevzu olarak ilgi görmektedir. Bu yaklaşım tarzı kabul edelim ki, bize miras kalan miadı geçmiş klasik bazı formların ve donelerin bizlere sunamadığı kolaylığı ve an’ın hükmünü anlamlı kılsın! Ama bu aynı zamanda da başka dünyalar ve telakkiler için üretilen araçları içeriğinin giderek ontolojik bir hal aldığını; dini kaynaklara yaklaşımda, hemen, her sorunun çözümünde revaç bulan (Liberalizm, sosyalizm vs.) batı kaynaklı ideolojik paradigmalar sayesinde söz konusu olmaz mı? İşte gelinen son süreçte batıcı söylem; liberalizm, demokrasi ve bu kabilden olup da geniş halk katmanlarında popüler yönü olan sair yol ve yöntemler bağlamında karşımıza çıkmaktadır. Batıcı söylem en sonunda fiili ve zihni olarak sömürü ve mutlak sömürgeci bir mantığı doğurmaktadır.
Bu mantığın izini günümüzde en çarpıcı şekilde Kemalizm’i taklit edegelen Kürt solunun, daha doğrusu PKK ve bağlaşıklarının indirgemeci ve baskıcı mantığında görebilmekteyiz…
YAZIYA YORUM KAT