Batı yeni soğuk savaşta ilkinde olduğundan zayıf
Rafael Behr ilk bakışta ikinci bir soğuk savaş dönemi gibi görünen bu yeni dönemi değerlendiriyor.
Rafael Behr / Perspektif
Batı demokrasisi yeni soğuk savaşta ilkinde olduğundan zayıf
Dünya bir kez daha Doğu ve Batı güçleri arasında rekabet alanlarına bölündü. Peki bu yeni bir soğuk savaş mı yoksa önceki soğuk savaştan kalanların yeniden ısıtılması mı? Bu sorunun yanıtı her ikisi için bir parça ‘evet’ içeriyor. İktisadi ve askeri anlamda bir kazananı olduğu, kazanan tarafın da Sovyetler Birliği olmadığı açık da olsa, Vladimir Putin’e göre 20’nci yüzyılın süper güçleri arasındaki rekabet hiç sona ermedi. Rusya Devlet Başkanı bu küçük düşürücü durumu hiç değilse ulusal tahayyülde tersine çevirmeye kararlı. Diğer alanlarda gidişat daha kötü.
Yine de Rusya dünyanın başına bela olabilir. Topraklarını genişletme arzusunda olan nükleer silahlı bir haydut devletin göz ardı edilmesi mümkün değil. ABD’ye denk olmak, Kremlin için geçmişte kalan bir hatıradan ibaret. Çin içinse yakın gelecekte gerçekleşebilecek bir durum.
Xi Jinping’in bu hafta Moskova’yı ziyaretinin asıl bağlamını oluşturan da işte bu fark. Kremlin propagandası söz konusu zirveyi bir ortaklığı sağlamlaştırma olarak tanımlıyor. Rusların zedelenen egoları için uydurulan hikâyelerden biri bu. Çin Devlet Başkanı Putin’in dostu değil, müşterisinin takdirini kazanan bir patron sadece.
Ukrayna’nın işgali epik bir hataydı. İşgalden önce Putin’in seçenekleri vardı. Batı’ya karşı korunaklı bir pozisyondaydı, gazla satın aldığı bir nüfuzu vardı. Şimdiyse Batı yaptırımlarını önemsemeyen ülkelerin göklere çıkardığı bir petrol istasyonunu işleten, ek iş olarak da savaş ağalarına parayla asker sağlayan, hüküm giymiş bir savaş suçlusu.
Yolunu böyle buluyor. Putin, ABD’nin ve AB’nin olması gerektiğini düşündüğü gibi izole değil. Moskova, Ukrayna Savaşı’nı NATO saldırganlığının bir sonucu olarak çarpıtıp yeniden anlatarak Küresel Güney’de, özellikle de Batı’nın askeri kibrinden benzer biçimde etkilenen yerlerde taraftar toplayabiliyor. Diğerleri içinse tüm mesele Avrupa’nın mahalli ihtilafından ibaret, ortada bu ihtilafta taraf tutmayı gerektirecek ahlaki bir zorunluluk da yok.
Bu da onları, hâlâ öyle ya da böyle liberal demokrasiyle aşık atabilecek dengeli bir iktisadi ve siyasi kalkınma modelinin gerektirdiği sağlam müttefikler değil, Rus ticaretine bağımlı bir ülkeler birliği yapıyor.
Sovyetler Birliği durgun geçen ideolojik yıpranma döneminde dahi bir ülkenin çıkarlarından daha yüce bir şeyler temsil etme iddiasındaydı. Komünizm küresel bir öğretiydi. Putinizmin ise böyle bir iddiası yok. Putin rejimi alelade bir karma, hırsızlar rejimiyle (Kleptokrasi) gözünü kan bürümüş milliyetçiliğin bir karışımı. Tabii bu durum rejimin Rusya dışında hayranı olmadığı anlamına gelmiyor. Rusya Devlet Başkanı’nın toplumsal cinsiyet akışkanlığını Batı’yı güçten düşüren iğdiş edici bir toksin gibi sunmak yoluyla aşındırma girişimi, ABD ve Avrupa’daki aşırı sağda alıcı buluyor. Kremlin Batılı dijital tartışmalara dezenformasyon pompalayarak, seçim kampanyalarına kara para akıtarak etkisini artırıyor.
Bu da ülkelerinde sosyal liberalizmin hakimiyetinden rahatsızlık duyanlar için Putin’i trol kralı haline getiriyor. Rusya’da hükümet şablonu olarak tanımlanabilecek herhangi bir şeyse yok. Doğal kaynakların yağmalanması, muhaliflere nefes aldırmama ve azınlıkları hedef gösterme ülkeyi daha zayıf ve daha kötü bir hale getiriyor.
Çin ile Rusya arasındaki fark burada da önemli. Çin Komünist Partisi, Soğuk Savaş’ın sonunda galip gelen demokratların olabileceğine ihtimal vermediği bir şekilde diktatörlüğü endüstriyel dinamizmle birleştirdi. Teoride Marksist ekonomiden geçiş devlet tekeli denetiminin son bulmasını gerektirecek, bu da daha sonra mülkiyet hakları, hukukun üstünlüğü ve siyasi özgürlük talep edecek varlıklı bir orta sınıfın güçlenmesini sağlayacaktı. Demokrasi ve kapitalizm birbirinden ayrılması mümkün olmayan bir bütündü.
Ayrıca, sınırları olmayan internet de özel işletmelerin tepeden inme bir devlet kontrolü altında tutulmasının teknik olarak imkânsız hale gelmesini sağlayacaktı. Tüm bunlar köpükten bir rehavet yaratıyordu. Tiananmen Meydanı katliamından bir nesil sonra, Çin’deki web tarayıcılarında bu katliam hakkında bir şeyler okuyabilmek mümkün değil. Bu arada da Batılı tüketiciler merkezi Pekin’de bulunan TikTok için deliriyor.
Belki de hesaplaşma sadece ertelendi. Geçtiğimiz yılın sonlarında COVID kısıtlamalarına karşı protestoların beklenmedik bir biçimde patlak vermesi, Komünist Parti kontrolünün görünen yüzünün altındaki gerilimler hakkında aslında ne kadar da az şey bildiğimizi gösterdi. Emlak balonun patlaması ise ani bir ekonomik daralmaya sebebiyet vererek, Xi’nin doktrinindeki (ekonomi idaresini en iyi otokratların yaptığına dair) temel miti çürüttü.
Öne sürülen fikir, demokrasilerde liderlerin istediğini derhal elde etmeyi talep eden maymun iştahlı seçmenleri tatmin etmeye çalıştığı, değişmez hükümdarınsa daha uzun vadeli bir stratejik zamanlama planladığı.
Hiç de öyle olmuyor. Muhalifleri susturmak, diktatörleri yanlış kararlar aldıklarının farkında olmak için bilmeleri gerekenden mahrum bırakıyor. Emirleri altında olanlar bu planın kusurlarından bahsetmekten korkuyor. Hatalar örtbas ediliyor ve üzeri örtülüyor. Bastırılamayan iç huzursuzluk da yabancılara karşı bir vatanseverlik ateşiyle körükleniyor, ülke savaş yoluna sokularak bu huzursuzluk başka yere yönlendiriliyor. Despotların ne yapacağı buradan öngörülebilir.
Ancak seçim siyasetindeki kararsızlığın teşhisinde acı bir gerçek var. Britanya’yı dışarıdan izleyen hiç kimse son yıllardaki sorunun hükümette stratejik bilgelik fazlalığı olduğunu düşünmedi.
Popülistler sabırsızlıktan istifade eder
Bu demokrasiye karşı bir argüman değil, demokratlar ve popülistler arasındaki farka dair bir hatırlatıcı. Popülistler kendi çıkarı için sabırsızlıktan istifade eder. Karmaşık sorunlara basit çözümler satar. Bu yöntemi sorgulayanlarsa çürük bir statükoyu destekleyen, açıktan faydalanan unsurlar veya ulusal rönesansa engel olmaya kararlı hainler olmakla itham edilir. Tanıdık geliyor mu?
Bu bir kısır döngü: Popülist, imkânsızı gerçekleştirme yetkisini kazanır ve tahmin edilebileceği gibi imkânsızı gerçekleştiremez. Böylece demokratik siyasetin insanların arzuladığı radikal değişimi sağlayamayacağına dair bir kamuoyu algısı oluşturur, bu da daha fazla popülizme yol açar.
Demokrasiyi destekleyen ekonomik model de başarısızlığa uğradığında tehdit giderek daha güçlü hale gelir. İngiltere’de maaşlar 2008’den beri gerçek anlamda ya yerinde sayıyor ya da düşüyor. Çocukların ebeveynlerinden daha yüksek yaşam standartlarına sahip olacakları yönündeki 20’nci yüzyıl vaadi tutulmadı. Liberal demokrasi, liyakat ve sıkı çalışma yoluyla sosyal ilerleme sunar. Artık tek güvenilir taşıyıcı veraset ve şans.
Bu zımni sandık sözleşmesinin ihlali demek. Yönetme izni seçimle verilen bir ödüldür, birkaç dönem oylamadan sonra işler yoluna girmezse seçimlere duyulan inanç zedelenir.
Putin veya Xi için bunlar dert değil. Diktatörlerin halkın gözlerinin açılmasıyla başa çıkmak için kendi yöntemleri oluyor. Demokratlar içinse dirençli ekonomik bir sorun, Moskova veya Pekin’deki herhangi bir benzerinden çok daha ciddi varoluşsal bir tehdit. Oralarda daha iyi bir modelin söz konusu olmadığı açık ama Batı toplumlarının dayanıklılığı için tüm rakiplerin er ya da geç sıkışarak zor duruma düşeceğine dair kayıtsız bir beklentiden daha fazlası gerekiyor.
İlk bakışta ikinci bir soğuk savaş dönemi gibi görünen bu yeni dönemde tehdit başka bir güç blokundan gelmiyor. Karmaşık sorunlarla baş edemememizden ve buna karşılık olarak da popülistlerin basitliği, ciddiyetsizliği ve inkârı yeniden çağırmasından kaynaklanıyor.
HABERE YORUM KAT