Batı Sahra ve FAS’ın İsrail ile normalleşmesi
Fas Krallığı, böylece Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Sudan’dan sonra, son aylarda “İsrail’le normalleşme” sürecine giren dördüncü –Mısır (1979) ve Ürdün’ü (1994) de sayarsak, toplamda altıncı– Arap ülkesi oldu.
Taha Kılınç, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında Fas ile Cezayir arasında Batı Sahra konusu ile Fas’ın İsrail ile normalleşmeye girmesinin arkaplanını yorumladı:
İsrail’le ilişkileri normalleştiren son Arap ülkesi, Fas Krallığı oldu. ABD Başkanı Donald Trump, görev süresinin dolmasına haftalar kala yaşanan gelişmeyi, Twitter hesabından büyük bir sevinçle duyurdu. Trump ve Fas Kralı Altıncı Muhammed, gerçekleştirdikleri telefon görüşmesiyle sürece resmiyet kazandırırken, Trump’ın damadı Jared Kushner gazetecilere yaptığı açıklamada, “Rabat ve Tel Aviv’de karşılıklı irtibat ofisleri açılacak. Hemen ardından büyükelçilikler aktif hale getirilecek. İsrailli ve Faslı şirketler arasında ekonomik işbirliği de sonraki adım olacak” dedi. Fas Kraliyet Sarayı’ndan verilen bilgide de, Kral Altıncı Muhammed’in Trump’a “İsrailli turistlerin Fas’a gidip gelmeleri için, Fas-İsrail doğrudan uçak seferleri bir an önce başlatılacak” dediği vurgulandı.
Fas Krallığı, böylece Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Sudan’dan sonra, son aylarda “İsrail’le normalleşme” sürecine giren dördüncü –Mısır (1979) ve Ürdün’ü (1994) de sayarsak, toplamda altıncı– Arap ülkesi oldu. ABD yönetimi ise, Fas’ın attığı bu adıma karşılık olarak, şimdiye kadar sürdürdüğü geleneksel politikadan tamamen vazgeçerek, Fas’ın Batı Sahra bölgesi üzerindeki hâkimiyetini resmen tanıdı. Ülkenin güneyindeki Batı Sahra’da faaliyet gösteren ayrılıkçı Polisario Cephesi’yle mücadeleyi sürdüren Fas, hâkimiyet iddialarını henüz uluslararası düzeyde tanıtmayı başaramasa da, Trump’ın şahsında ABD’den önemli bir destek kazanmış oldu. Damat Kushner’in Batı Sahra’yı Golan Tepeleri’ne benzeten açıklaması ise, “ahmak dost” tanımlamasını haklı çıkaran cinstendi. İsrail’in Suriye’den gasp ettiği Golan’ı Batı Sahra ile kıyaslamak, Fas’ı da “işgalci” bir devlet konumuna sokuyordu oysa. Ancak Kushner, muhtemelen bu garabeti fark etmedi bile.
ABD Başkanı Trump, Batı Sahra’daki Fas egemenliğini resmen tanımak suretiyle, gelecek ay koltuğu kendisine terk edeceği Joe Biden’a önemli bir politik bagaj da bırakmış oldu. Trump’ın “Arapları İsrail’le barıştırma” kampanyasına destek verdiği bilinen Biden’ın, Batı Sahra’ya dair geleneksel Amerikan politikasına geri dönüp dönmeyeceği merak konusu. Geri dönüş olduğu takdirde, Fas da İsrail’le ilişkileri askıya alabilir. Zira 1990’ların ortasında Fas-İsrail münasebetleri zaten resmen başlamış, 2000’de patlak veren İkinci İntifada ile kesintiye uğramıştı. Fas, aynı geri çekilişi tekrar gündemine alabilir.
Fas’ın İsrail’le ilişkileri normalleştirme adımının resmen açıklanmasından sonra, tepkiler ve reaksiyonlar –özellikle BAE ve diğer ülkelere yönelik öfkeyle kıyaslandığında– nispeten sönük seyretti. Bunun iki önemli nedeninden söz etmek mümkün: 1) Fas’ın İsrail’le ve Yahudilerle zaten uzun yıllara dayanan bir irtibatı var. Bu, Arap dünyasında bilinen bir husus, 2) Fas, Ortadoğu’nun merkezine ve çatışmalı alanlara coğrafî olarak en uzak Arap ülkesi. Kendi problemleriyle meşgul ve İsrail-Filistin çatışmasında bugün aktif bir taraf değil.
1492’de Endülüs’ten sürgün edilen Yahudilerin Kuzey Afrika’daki ilk durağı olan Fas, yüz yıllar boyunca kalabalık bir Yahudi cemaatine evsahipliği yaptı. İsrail kurulduktan sonra bu nüfusun önemli bir bölümü Filistin topraklarına göç ettiyse de, “köklerini aramak için” Fas’a Yahudi akını hep sürdü. (Fas’ı bir ziyaretimiz sırasında, başkent Rabat’taki tarihî Kasba’da İbranice sohbet ettiğim bir Yahudi grubu hatırlarım mesela. Onlar da “atalarının izini” sürmeye gelmişti.) İki ülke arasındaki demografik münasebetler, Fas-İsrail denklemini ayrıcalıklı hale getiren unsurlardan biri.
Yine, 1979’da Mısır’la İsrail arasında imzalanan Camp David Anlaşması’nın hazırlık süreci, Fas Kralı İkinci Hasan’ın şahsî girişimleriyle kotarılmış, Mısırlı ve İsrailli diplomatlar gizli görüşmelerini Rabat’ta yapmışlardı. Ondan önce de, 1969’da Mescid-i Aksâ ateşe verildikten bir ay sonra, İslâm Konferansı Örgütü’nün (şimdiki adıyla: İslâm İşbirliği Teşkilâtı) kuruluşunun gerçekleştirildiği ünlü toplantı Rabat’ta yapılmıştı. Fas, İsrail ve Filistin’le ilişkileri aynı anda sürdürebilen nadir Arap aktörlerden biri olarak dikkat çekiyor.
Coğrafî anlamda merkeze ve sıcak çatışmalara uzaklık da, Arap kamuoyunun meseleyi “sakin” karşılamasının diğer sebebi. Dahası, Fas Kralı Altıncı Muhammed’in, İsrail’le normalleşme ilânından sonra Mahmud Abbas’ı arayarak, ülkesinin “iki devleti çözüm”ü hâlâ desteklediğini söylemesi de, bir tür denge politikasının yürütüleceğini gösteriyor.
“Arap sokağının kolektif hafızası”nda Fas’ın BAE veya Bahreyn’in durduğu yerde durmamasında işte bu iki faktörün etkisi büyük. Aslında mesele biraz da, söz konusu hafızada nasıl kalındığıyla ilgili. BAE ve ekülerinin hiç umursamadığı şey…
HABERE YORUM KAT