Batı felsefesi nasıl ırkçı oldu?
Lloyd Strickland, Batı felsefesi tarihini incelediği yazısında düşünce tarihi içerisinde Batı'nın öncelikli konumunu nasıl elde ettiğini analiz ediyor.
Lloyd Strickland / İlke Analiz
Batı felsefesi nasıl ırkçı oldu?
Kant’tan itibaren batılı filozoflar batılı olmayan düşünürleri tarihten sildiler.
Felsefe tarihi üzerine son 150 yılda yayımlanmış hemen her kitabı açtığınızda büyük olasılıkla aynı hikayeyle karşılaşırsınız: felsefe yaklaşık 2600 yıl önce Antik Yunan’da Thales’in suyun doğanın ana unsuru olduğu teorisini ortaya atmasıyla birdenbire ortaya çıkmış ve daha sonra Yunanlılar ve ardından Romalılar tarafından geliştirilmiştir. Hikayeye göre son 2000 yıldır felsefe; başta Almanya, Fransa ve İngiltere olmak üzere diğer Avrupalı düşünürler tarafından geliştirilmiştir. Son iki yüzyılda Amerikalı düşünürler de bu sürece katkıda bulunmuştur. Bunun açık anlamı, felsefe adına layık her şeyin batıda –özellikle batı Avrupa ve Amerika’da– ortaya çıktığıdır.
Ne var ki hikaye her zaman böyle değildi. Thomas Stanley tarafından 1687 yılında yayımlanan ilk İngilizce felsefe tarihi metni, Stanley’in Yunan felsefesinin gelişimine kaynaklık ettiğini iddia ettiği Keldaniler, Persler ve Sabiiler de dahil olmak üzere, doğunun antik felsefesine yer vermişti. André-François Deslandes tarafından 1728 yılında yayımlanan Fransızca felsefe tarihi metni Yunanlılardan önce geliştirilmişti ve aralarında Etiyopyalılar, Mısırlılar, Libyalılar, Araplar ve Çinlilerin de yer aldığı yüz sayfadan fazla Avrupa dışı felsefe içeriyordu. Deslandes ayrıca Orta Çağ İslam felsefesi üzerine uzun bir bölüm de eklemiştir. Benzer şekilde, diğer 18. yüzyıl felsefe tarihi metinleri de Yunanlılardan önceki antik felsefelere ve Orta Çağ Yahudi ve İslam felsefesine büyük yer ayırmıştır. Gelgelelim, 18. yüzyılın sonunda bu durum değişmeye başlamıştır.
Bu değişimin merkezinde Avrupa felsefesinin merkezi figürlerinden biri olan Immanuel Kant (1724-1804) bulunmaktadır. Kant’ın öğrencileri, felsefe tarihini Kant’ın kendi eleştirel felsefesinin aşamalı olarak ortaya çıkışı şeklinde yeniden yazmaya çalıştılar ve Kant’ın felsefesini önceki tüm felsefenin başından beri yöneldiği hedef olarak ele aldılar. Bunu gerçekleştirmek için Kant’ın kendi eserlerinden yola çıkarak neyin felsefe sayılacağına dair ölçütler oluşturdular. Bu ölçütler bir anda neredeyse tüm Batı dışına ait düşünce sistemlerinin artık felsefi olarak nitelendirilmemesini sağladı ve felsefeyi yalnızca Avrupalı bir teşebbüs haline getirdi. Bu doğrultuda, bazı Kantçılar, başta Wilhelm Gottlieb Tennemann’ın 11 ciltlik History of Philosophy (1798-1819) isimli eseri olmak üzere, batılı olmayan sistemleri felsefe tarihlerinden çıkarmaya başladı. Batılı olmayan düşünceye yer vermeye devam edenler ise bunu genellikle sadece batı dışı düşüncenin gerçek felsefe olarak nitelendirilemeyeceğini göstermek için yapmıştır.
Kant’ın kendisi de felsefe tarihini yeniden yazmaya yönelik bu girişimleri şahsen onaylamıştır. Aslında kendisi de 1780’lerde verdiği mantık derslerinin bir parçası olarak felsefe tarihinin genel çerçevesini oluştururken benzer bir şey yapmıştı. Bu derslerde Yunanlıları felsefenin mucitleri olarak belirlemiş ve diğer kültürlerin sistemlerini ya hiç felsefi bulmamış ya da Yunanlılarla karşılaştırıldığında “çocuk oyuncağı” gibi görerek reddetmiştir. Peter K. J. Park’ın Africa, Asia, and the History of Philosophy adlı (hiçbir felsefe tarihi dergisi tarafından incelenmemiş) kitabında gösterdiği gibi, bu durum Kant’ın antropolojik yazılarında geliştirdiği ırkçı ideolojiyle mükemmel bir şekilde örtüşüyordu. Kant’a göre insan türü, azalan yetenek ve değer seviyelerine göre dört ayrı ırka bölünmüştü: (1) tüm yeteneklere ve motive edici güçlere sahip olan beyazlar, (2) eğitilebilir ancak felsefe için gerekli olan soyut kavramlarda eğitilemez olan Asyalılar, (3) yalnızca hizmetçi olarak eğitilebilir olan Afrikalılar ve (4) hiç eğitilemez olan Amerikan yerlileri. Böylece yalnızca beyaz Avrupalılar felsefe yapabilecekti ve bu da felsefenin Avrupa’da ortaya çıkıp başka hiçbir yerde ortaya çıkmamasını şaşırtıcı kımayacaktı. Bu fikrin bir varyasyonu kısa süre sonra Friedrich August Carus tarafından Ideas on the History of Philosophy (1809) adlı eserinde geliştirildi: Yunanlılar diğer halklar tarafından paylaşılmayan doğuştan gelen bir “yaratıcı dehaya” sahipti, bu yüzden felsefe başka yerde değil de orada gelişmişti.
Daha sonraki felsefe tarihi yazarları, filozofların Kant’ın felsefesine doğru yavaş yavaş ilerlediği şeklindeki Kantçı görüşü paylaşmasalar da Kant ve öğrencilerinin felsefe tarihini yazarken kullandıkları ilkelerin çoğunu benimsediler. Böylece, felsefenin Yunan kökenli olduğu, başka hiçbir halkın sahip olmadığı doğuştan gelen bir deha sayesinde geliştiği ve Batı dışında bulunan her türlü fikrin gerçek felsefe olarak nitelendirilemeyeceği hızla kabul gören bir gerçek haline geldi. Tüm bu retorik Hegel’in 1805 ve 1831 yılları arasında verdiği felsefe tarihi derslerinde bulunmaktadır. Derslerinin ilk versiyonlarında Hegel, “doğulu” düşünceyi sevimsizce bir ön mesele olarak ele almış ve felsefe tarihinde bir yer hak etmediğinde ısrar etmiştir. Derslerinin sonraki versiyonlarında doğuya ve düşüncesine çok daha fazla yer ayırmış, ancak yine de mevzuyu felsefe tarihinin bir ön meselesi olarak ele almış ve –kendisinden önceki bazı Kantçılar gibi– bir düşünce sisteminin gerçek felsefe olarak nitelendirilebilmesi için dinden bağımsız olması gerektiğinde ısrar ederek, doğu felsefesinin özgün bir felsefe olmadığında ısrar etmiştir.
Bazıları Hegel’in Avrupalı olmayan düşünceyi reddetmesinin 19. yüzyılda yaygın olan yabancı düşmanlığından etkilendiğini iddia ederken Park, tıpkı Kant gibi Hegel’in felsefeyi neden Batı Avrupalı olarak görülen (beyaz) “Germen” halklarıyla sınırladığını açıklayan ırkçı bir teori tarafından motive edildiğini iddia etmiştir. Bazı 19. ve 20. yüzyıl felsefe tarihi yazarlarının ön yargıları ancak Park’ın yaptığı gibi titiz bir analiz sonucunda ortaya çıkarılabilirken, diğer yazarların ön yargıları ayan beyan ortadadır. Örneğin, sık sık tekrarlanan (beyaz) Yunanlıların doğuştan yaratıcı bir dehaya sahip olduğu iddiasını ele alalım. Bu iddianın ırkçı tonları nihayet 1882’de Jules-Emile Alaux’nun History of Philosophy’sinde “tıpkı şiirde ya da sanatta becerikli ırklar olduğu gibi bazı ırklar felsefede diğerlerinden daha beceriklidir” iddiasıyla açıkça ortaya çıkmıştır. Batılı kültürel üstünlük kompleksi de zaman zaman kendisini göstermiştir. Nitekim Joseph Burgess, 1939 tarihli Introduction to the History of Philosophy adlı eserinde Hint felsefesine ilişkin çok kısa bir incelemeyi “Batılı ruh . . . bu Nirvana meselesini sağduyulu ve sağlam muhakemeli bir adama yakışmayan zırvalıklar olarak görmeye meyillidir.” iddiasıyla sonlandırmıştır. Üstelik bu ifadesi bir ders kitabındadır!
Felsefe tarihi yazarlarının çoğu bu aşırı uçlara gitmemiş ve genellikle Batı dışı düşünceden bahsetmekten kaçınmışlardır. Bahseden bir avuç yazar ise Hegel’i takip ederek bu düşünceyi sadece gerçek felsefe olmadığını göstermek için dahil etme eğiliminde olmuş ve gerçek felsefenin dinden bağımsız olması gerektiği konusunda ısrarcı olmuşlardır ki Mısırlıların, Keldanilerin, Fenikelilerin, Sabeilerin, Etiyopyalıların vs. sistemlerinin bu testi geçemediğini iddia etmişlerdir. Gerçek felsefenin dinden ayrı olmasını şart koşan birçok felsefe tarihi yazarı, sadece Batı dışı çeşitli antik felsefeleri değil, aynı zamanda Orta Çağ Yahudi ve İslam felsefesini de tarihlerinin dışında bırakmayı başarmıştır. Bunun en uç örneği, Handbook of the History of Philosophy (1848) adlı eserinde Orta Çağ felsefesinin tamamının teolojik doktrinlerle ilgili olduğunu iddia eden, bu nedenle hiçbirini tartışmayan Albert Schwegler’dir.
Felsefe tarihi üzerine çalışan diğer yazarlar Orta Çağ felsefesini tümüyle silip atmak gibi ciddi bir adım atmazken, bazıları sadece Orta Çağ Hıristiyan felsefesini tartışmayı tercih etmiştir. Nitekim Jean Félix Nourrisson’un Account of the Progress of Human Thought from Thales to Hegel (1858) adlı eserinde ortaçağ Yahudi ya da İslam felsefesinden hiç bahsedilmediği gibi Albert Stöckl’ün Handbook of the History of Philosophy (1870) adlı eserinde de aynı durum söz konusudur. İngiliz ve Amerikalı yazarlar da kısa süre sonra aynı şeyi yapmış, Archibald Alexander’ın A Short History of Philosophy (1907) ve Ernest Cushmann’ın A Beginner’s History of Philosophy (1918-1920) adlı eserlerinde olduğu gibi Orta Çağ Yahudi ve İslam felsefesini ya tamamen görmezden gelmiş ya da üstünkörü bir şekilde ele almışlardır. Nitekim Arthur Kenyon Rogers, A Student’s History of Philosophy (1901) adlı eserinde Orta Çağ İslam felsefesine tek bir paragraf ayırmıştır ki bu, Introduction to the History of Philosophy (1939) adlı eserinde bu felsefeye iki cümle ayıran Joseph Burgess’ten daha fazladır. Bertrand Russell’ın History of Western Philosophy (1945) isimli eserindeki “Arap felsefesi özgün düşünce olarak önemli değildir” iddiası başta olmak üzere, diğer yaklaşımlar düpedüz küçümseyiciydi. Diğer yazarlar ise Yahudi ve İslam felsefesini başlı başına önemli olduklarından değil de sadece (Hristiyan) Skolastik düşüncenin gelişimini anlamadaki önemleri nedeniyle tartışmayı tercih etmişlerdir.
Tüm bunların sonucu olarak, 18. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar olan süreçte felsefenin geçmişi tam anlamıyla aklanmıştır. Eskiden felsefe tarihi kitaplarının bir parçasını oluşturan Batılı olmayan felsefelerin çoğu giderek artan bir şekilde tamamen dışlanmış, geriye kalanlar ise genellikle yüzeysel ya da küçümseyici bir şekilde ele alınmış ya da yalnızca batılı fikirlerin gelişimini açıklamaktaki değerleri nedeniyle dahil edilmiştir. Bilinçli olsun ya da olmasın, felsefe tarihi ders kitaplarında sıklıkla çizilen resim, felsefenin yalnızca batılı bir mesele olduğu ve herhangi bir değeri olan –ve dolayısıyla bir felsefe tarihine kaydedilmeye değer– fikir ve doktrinlerin beyazlar tarafından geliştirildiği yönündedir.
Batı dışı felsefelerin felsefe tarihinin dışına itilmelerinin tam da Batı’da bu felsefeler hakkında daha fazla bilgiye ulaşılabilir olduğu dönemle aynı zamana denk gelmesi ironiktir. Batılı olmayan çeşitli felsefeler üzerine kitapların yayınlanması 19. yüzyıl boyunca artmış ve 20. yüzyılda çarpıcı bir şekilde hızlanmıştır; Çin, Hint, İslam ve Afrika felsefesi üzerine pek çok uzmanlık eseri ortaya çıkmıştır. Batı dışındaki felsefi faaliyetlere dair bu kadar çok bulgu birikimi yine de felsefe tarihi yazarları, bu makalenin başında özetlenen Avrupamerkezci anlatıya sıkı sıkıya bağlı kalarak eserlerinin içeriğini değiştirmedi, gelgelelim sadece başlıklarını değiştirdiler: 1930’lardan itibaren bu eserlerin yazarları; kitaplarına, daha önce geleneksel olarak kullanılan Felsefe Tarihi yerine Batı Felsefesi Tarihi adını vermeye başladılar. Bu yazarlar, Batı felsefesi tarihi yazdıklarını belirterek çalışmalarında tartışmamayı tercih etseler de Batı dışında felsefeler olduğunu en azından zımnen kabul etmiş oluyorlardı.
Son on yıl içinde Batı felsefesinin yerleşik dar görüşlülüğünü terk etmesi adına birçok çağrı yapıldı; bunların en güçlüsü Bryan Van Norden’ın Taking Back Philosophy: A Multicultural Manifesto (2017) adlı kitabında olduğu gibi, felsefe tarihçileri de bu çağrılara kulak vermeye başladı. Hâlâ felsefenin tüm formlarıyla gerçek bir tarihine sahip olmasak da, Peter Adamson’ın iddialı çok ciltli A History of Philosophy Without Any Gaps serisi (Oxford University Press, 2014-) bu boşluğu gidermek için olumlu bir başlangıç yaptı. Proje devam etmektedir ve seri yakın bir tarihte tamamlanacak gibi görünmemektedir. Buna şimdi Julian Baggini’nin How the World Thinks: A Global History of Philosophy (2018) adlı kitabını da ekleyebiliriz; bu kitap dünyanın çeşitli felsefeleri arasında tamamen tarafsız olmasa da eğlenceli bir yolculuk sunuyor. A. C. Grayling’in yakında çıkacak olan The History of Philosophy (2019) adlı kitabında da batı dışı felsefelere yer verileceği anlaşılıyor. Batılı olmayan felsefelerin yüzyıllar boyunca dışlanmasını ve marjinalleştirilmesini ortadan kaldırmak için büyük ve sürekli bir çaba gerekecek ancak en azından nihayet doğru yolda olabileceğimize dair işaretler bulunmaktadır.
Lloyd Strickland’in Iai News’te yayınlanan “How Western Philosophy Became Racist” başlıklı yazısı İLKE Analiz için Ömer Limanlı tarafından tercüme edildi.
HABERE YORUM KAT