‘Batı Cephesi’nin Haçlılar’dan bu yana bitmeyen ‘büyük oyunu’
İsveç’te Kur’an-ı Kerîm’i yakmak şeklinde tezgâhlanan alçaklık, çok sıradan değildi herhalde… Ve iddia edilebilir ki, uluslararası bir takım denge oyunlarını zorlayıcı bir entrika yumağından sözedilebilir. Nitekim, -2021’de Almanya’da ırkçı olduğu gerekçesiyle, kanun dışı ilan edilip yasaklanan- PEGİDA (Avrupa’yı İslâm’a karşı savunma) Hareketi’nin Hollanda’daki uzantıları, dün de Hollanda’nın Lahey şehrinde de Kur’an-ı Kerîm’i parçaladılar.
Bu şeytanî oyunların başka yerlerde de tekrarı uzak ihtimal sayılmamalıdır.
*
Ancaak, oyunun içinde daha başka oyunlar da var..
Şöyle ki, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasından sonra, kendilerini ateş çukurunun kenarında hisseden İsveç ve Finlandiya da, ‘NATO şemsiyesi’ altına girmek istediler. Gerçi Putin Rusyası, Ukrayna’nın da başına gelenlerin de, onun AB ve NATO şemsiyesi altında yer almak yolundaki sancılı çabalarının neticesi olduğunu ve bu savaş ateşinin, ileride İsveç ve Finlandiya’ya da sıçrayabileceği tehditlerini açıkça dile getirdi, ama, bu ülkeler, Rusya’nın tehditlerine rağmen, başka tercihlerinin kalmadığını düşünerek, NATO üyesi olmak şeklindeki isteklerinden vazgeçmediler.
Ancak, Bu iki ülke de, Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren terör örgütlerinin sığınma limanı mesâbesindeydi.
Bu iki ülke, aylarca önce Türkiye’ye bu gibi terör faaliyetleri için artık izin vermeyeceğine söz verdiği haldi, sözünde durmadı. Halbuki, NATO üyeliğine kabul edilebilmek için, bütün üyelerin oybirliğiyle kabul oyu vermesi gerekiyordu. Ve şu an itibariyle, NATO’nun 30 üyesi var.. Bunlardan birisi de Türkiye..
Ve Türkiye, sözünde durmayan bu iki ülkeye, ihtar üstüne ihtar yaparken; İsveç’te, geçen hafta, önce Türkiye Başkanı Tayyib Erdoğan aleyhinde çirkin bir gösteri yapılmasına ve sonra da Kur’an-ı Kerîm’in yakılması alçaklığına resmen izin verildi..
Yani, müslümanların üzerinde en fazla titrediği kutsal değerine saldırılması eylemiyle, tahrik..
Bu alçakça saldırılar, Avrupa’da yarınlarda daha da ivme kazandırılarak devam ettirilebilir.
*
Çünkü, Türkiye, Avrupa kamuoyunda kabul edilmeyen, ve hele de kendilerine minnet etmeyen ve giderek her alanda güçlenen bir ülke.. Ona beslenen hınçları da o şekilde büyüyor.. Hele de Erdoğan dönemimde..
Halbuki, Türkiye’ye ancak Avrupa’nın jandarması olarak bakabilirlerdi.
*
Bu ‘Avrupa jandarmalığı’na nereden mi gelinmişti?
2. Dünya Savaşı sonunda Stalin Sovyet Rusyası’nın Doğu Avrupa, Baltık ve Balkan ülkelerini, bu ülkelerdeki yerli komünistlere kurdurduğu kukla rejimler aracılığıyla birer birer yutması karşısında; kapitalist emperyalizm dünyası, zafer sarhoşluğundan -geç de olsa- uyandı ve ‘North Atlantic Treaty Organisation’ (Kuzey Atlantik Andlaşması Organizasyonu) kurdu ve bu teşekkül, İngilizce ismindeki kelimelerin baş harfleriyle anılır oldu.
1949’daki kurucu üyeler: ABD (Amerika), Belçika, Birleşik Krallık (İngiltere), Danimarka, Fransa, Hollanda, İzlanda, İtalya, Kanada, Lüksemburg, Norveç, Portekiz..
1952’de, Türkiye ve Yunanistan da kabul edildi.
1955’de, Batı Almanya… (1990’dan itibaren, ikilik sona erince, tek Almanya..),
1982’de, İspanya,
1999’da, Macaristan, Polonya, Çekoslovakya (şimdi Çekia) (Eski Sovyet Bloku ülkeler),
2004’de, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovekya, (Eski Sovyet Bloku ülkeleri), Slovenya,
2009’da, Arnavutluk ve Hırvatistan (Bu iki ülke de Sovyet Bloku’nda yer almadılar idiyse de, kendilerine özgü marksist veya sosyalist yönetimlerdi..)
2017’de, Karadağ (Monté Negro) ve Kuzey Makedonya..
*
Ancaak, burada dikkati çeken önemli husus, -halkının çok büyük ekseriyeti müslüman olan- Türkiye dışındaki diğer 29 ülkenin halklarının ekseriyetinin Hristiyanlardan oluştuğu şeklindeki resmî kabul.. Yani, Türkiye bir yabancı madde durumundaydı, ama Avrupa buna mecbur idi.
İnönü Türkiyesi, -dışında kaldığı- 2. Dünya Savaşı’nın sonunda, Stalin Sovyet Rusyası’nın gönderdiği bir gizli ‘ültimatom’la, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının güvenliğini sağlamakta Türkiye’yi yetersiz kalmakla suçlayıp, kendisinin de Boğazlar üzerinde söz sahibi olmak ve Kafkasya sınırında, Kars ve Ardahan bölgelerinde de hâkimiyet iddiasında bulunması üzerine; Türkiye, Stalin Rusyası’na gönderdiği ‘cevabî gizli ültimatom’da, o iddia ve talepleri reddedip, ‘milletimizin vatanına karşı vazifesini yerine getirmekte tereddüt etmiyeceğine tarihi de tanık’ göstererek, ‘Bu gizli ültimatomun muhteviyâtından büyük dostumuz Amerika Birleşik Devletleri de haberdar edilmiştir..’ dedi.
Kendisini dünyaya ‘Hür Dünya’ olarak takdim eden Birleşik Amerika, böylece Türkiye’nin de komünist Sovyet Bloku’nun pençesine düşeceğini görerek, kendisinden yardım isteyen Türkiye’yi, ‘kapitalist emperyalizm dünyası’ adına kurtarmak için harekete geçti. İlginçtir, tam da o günlerde, Türkiye’nin Washington B. Elçisi Münir Ertegün vefat etti ve onun cenazesi, Amerika’nın 2. Dünya Savaşı’nda, denizlerde, okyanuslarda en etkili zırhlı savaş gemisi olarak ün yapan Missouri Zırhlısı’nın güvertesinde, TC bayrağına sarılı tâbutla yola çıkarıldı. Missouri Zırhlısı, Marmara Denizi’ne girdiği günü Türkiye Hükûmeti resmî tatil ilân etti ve büyük kitleler, ‘Stalin haydi gel!. Moskof Gel!..’ gibi narâlarla meydanları, caddeleri doldurdular; ve, Stalin Rusyası gelemedi.
Tam o sıralarda, NATO kurulmaktaydı.. Türkiye de bu oluşumun içinde yer almak istedi, ama, bu istek, pek hüsn-i kabul görmedi.. Çünkü, NATO, ‘Hristiyan ülkeler arası bir savunma paktı’ idi.. Üstelik NATO Bayrağı’ndaki yıldız da gerçekte Hristiyan âleminin ortak sembolü olan ’HAÇ’ şeklindeydi.. Halkı müslüman olan bir ülkenin, bu bünye içinde yabancı madde halinde kalacağı ileri sürüldü. Ayrıca, Amerikan emperyalizmi, ‘Hür Dünya Lideri ’ olduğu iddiasına uygun düşmesi için, kendi halkları tarafından ve hür seçimlerle desteklenen rejimlerle işbirliği yapmak istediğini dünyaya açıkça hatırlatmıştı. Türkiye’de Demokrat Parti’nin kurulup, 14 Mayıs 1950 tarihinde ezici bir şekilde iktidara gelmesi, işte o günlerin ürünüdür.
Türkiye, 1949’da kurulan NATO’ya bir an önce üye olmakta ısrarlıydı.. Üstelik o sıralarda, Kore Yarımadası’nda korkunç bir iç savaş başlamış ve 38’nci paralelin kuzeyindeki Kore, ‘Kim İl Sung’ liderliğindeki komünistlerin eline geçmiş; güney ise, Amerikancı güçlerin kontrolündeydi.. Amerika o sırada Türkiye’den de Kore’deki savaşa, ‘Hür Dünya güçlerinin safında yer alarak’ asker göndermesini istedi ve bu istek yerine getirildi.. Türkiye, Kore Savaşı’nda büyük kurbanlar vererek, özellikle Kunuri Muharebeleri’nde düşman tarafça kuşatılan bir Amerikan kolordusunu yok olmaktan kurtardı. Ve bu ‘büyük fedâkârlığın’ bedeli olarak, 1952 yılında NATO’ya alındı.
(O sıralarda Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’ın, İsmet İnönü’yle bir görüşmesi sırasında, ‘Paşam, NATO’ya girmekte çok geç kalmışız..’ demesi üzerine, İnönü’nün de, ‘Celal Bey, aldılar da mı girmedik?’ cevabı meşhurdur.)
*
İşin gerçeği şu ki, Türkiye’nin NATO’da olmasından, Türkiye’den daha çok, diğer NATO ülkelerinin kamuoyları rahatsızdı. Ama, ‘2. Dünya Savaşı’nda yerle bir olan Avrupa’nın kendisini savunacak değil, ayakta duracak hali bile kalmamıştı. Bu yüzden de Türkiye, Amerika’dan sonra NATO’nun en güçlü ordusu idi. O halde, Avrupa’nın ve NATO dünyasının jandarmalığı, Türkiye’ye bırakılabilirdi.. Tesellileri bu idi..
Ama, artık Türkiye’ye, -hele de, son 20 yıllık ‘Erdoğan Türkiyesi’ne- eskisi gibi söz ve diş geçiremediklerin gördüler.. Bu eylemlerin arkasındaki itici güç, onların hıncıdır.
Nitekim son aylarda, Türkiye’nin NATO’dan ‘atılması’ düşüncesi giderek güçleniyor.
Tabiatiyle, Putin Rusyası da, böyle bir durumu memnuniyetle bekler. Çünkü, bu durumda, Rusya, NATO’nun sadece Güneydoğu kanadında değil, bütün NATO’da bir gedik açacaktır.
Avrupa ve NATO’nun beyni olan Amerika, bunu göze alabilir mi?
Türkiye’ye gelince.. Bu kez, geçmişteki gibi, ihanetlere uğratılmayacak, içerden kundaklanmayacak daha büyük mücadele ve mücahedelere de hazır olunduğunda..
Görelim, Bütün Âlemlerin ve de Zaman’ın Sahibi neler gösterecektir!
*
Star
YAZIYA YORUM KAT