Batan göçmen tekneleri Avrupa’nın gerçek yüzünü gösteriyor
Yasin Aktay mülteciliğin insanlık tarihi kadar eski olduğuna dikkat çekerken esas meselenin bu durumun nasıl yönetileceği olduğunu ifade ediyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Akdeniz’de kaçak göçmen teknesi, kime, kimin ve neyin kurbanı?
14 Haziran’da Yunanistan’ın Mora Adası yakınlarında batan ve 750 kişi taşıdığı öğrenilen göçmen teknesinde cesedine ulaşılan insan sayısı 82. Kurtarma ekiplerinin çabaları sonucunda yüz civarında insana sağ olarak ulaşılabilmiş ama geriye kalanların akıbeti hala meçhul. Ne yazık ki bu meçhulün anlamı, bunların muhtemelen hiçbir zaman cesetlerine de ulaşılamayacağı, Akdeniz’in soğuk ve derin sularında kaybolacaklarıdır. Belki birkaç gün daha gündemde kaldıktan sonra bir arayanları da olmayacaktır. Yakınları her zaman onları umutsuz ve çaresiz bir hasretle hatırlayacak, belki acılarını en derinden hissedecek ama dünya için onlar zaten hiç olmamışlardı, hiç olmayacaklar.
Kurban ibadetini idrak etmeye hazırlık yapan İslam dünyasının tam da Kurban’a yaklaşırken, bu ölümlerle neyin kurbanını verdiklerini sorabiliriz. İslam dünyası nereye doğru yaklaşıyor ve neyin bedelini ödüyor? Daha önemlisi bu bedeli kim ödüyor, kime ödüyor, öderken kime veya nereye yaklaşıyor, kurbiyet sağlıyor?
Göçmen teknelerine çok yüksek bir ölüm ihtimalini bile bile, bu riski alarak doluşan insanların geride bıraktığı, uzaklaşmak istedikleri dünya ne yazık ki İslam dünyası. Tabii İslam’dan hiçbir eserin kalmamış olduğu İslam dünyası dememiz gerekiyor. İslam’ın ne adaletinden, ne merhametinden, ne nizamından hiçbir eserin bulunmadığı bir dünya, ama adı ne yazık ki İslam dünyası. Yöneticileri Müslümanlıklarına laf değdirmeyen, şeyhülislamları veya müftüleri olan krallar, emirler veya liderler. Bu insanlar onların yönettikleri ülkelerden kaçarak daha iyi bir hayat yaşama uğruna bir ölüm yolculuğuna çıkıyorlar. Bu ülkelerin zindanlarında işkencelere maruz kalıp ömür çürütmektense, bu ülkelerin bozuk ve yolsuzluklara garkolmuş ekonomileri içinde sefil bir hayat sürmektense daha iyi muamele görebilecekleri bir yere doğru yüksek ölüm riskini göze alarak denize açılıyorlar.
Daha iyi bir hayat, daha insani bir muamele ve insanlık onuruna daha yaraşır bir ortam bulacaklarını umdukları dünya daha yolun başında olabilecek en iğrenç, en insanlık dışı bir tavırla, aşağılamayla, muameleyle karşılıyor.
Aslında bu umut yolcularının mutat olarak karşı karşıya kaldığı durum. Akdeniz suları düzenli olarak kaçak göçmen cesetleriyle besleniyor. Tunus’un Safakes kıyılarında balıkçılık yapan ve sürekli bu yolcuların maruz kaldığı ölümlere şahit olan Usame Dabbebi’nin anlattıkları dehşet verici. “Her ağ çekişimde umut ve endişe dolu gözlerle ağa takılanlara bakıyorum. Çünkü ağa takılan her zaman balık olmuyor” diyor Dabbebi. “Bazen balık yerine, ceset de vurduğu oluyor. İlk kez olduğunda çok korktum ama sonra alışmaya başladım. Bir süre sonra ağdan insan çıkarmak, balık çıkarmaktan farksız hale geldi.”
Dabbebi yakın zamanda 3 günde 15 göçmen cesedini sudan çıkardığını anlatıyor. Bu durum o kadar mutat hale gelmiş ki kendisi için, bir tek havanın kapalı olduğu günlerde garip bir ferahlık duyduğunu söylüyor: “Çünkü havanın kapalı olduğu günlerde göçmen tekneleri denize açılmıyor, o gün ben de ceset toplamayacağım için kendimi mutlu hissediyorum.”
Bir gün herkes mülteci durumuna gelebilir, sığınmacı durumuna gelebilir, şu veya bu sebeple. Bir yerdeki yaşanamayacak hale gelmiş şartlar insanları yerlerini değiştirmeye zorlayabilir. O yüzden sığınmacılık bir insan hakkıdır. Bu insan hakkı artık evrensel bir kabuldür ve bu yüzden 20 Haziran dünya mülteciler günü olarak kabul edilmiştir.
Elbette insanları sığınmaya zorlayan şartları düzeltme imkanı varsa elbirliğiyle o şartları düzeltmeye çalışmak daha öncelikli bir konudur. Ama bu şartlar düzeltilemiyorsa, sığınmacılığa karşı daha insani bir yaklaşım sergilemek de temel bir insani sorumluluk.
Maalesef mültecilerin daha insani ve müreffeh bir hayatı umutla aradıkları adres daha ilk dakikada sığınmacılara karşı geldikleri yerden daha kötü bir muameleyi reva görerek bu sorumluluk anlayışından çok uzak bir duruş sergiliyor.
Son sığınmacı olayında da kaçak göçmenleri taşıyan teknenin, kazadan önceki yedi saat boyunca neredeyse hiç hareket etmediği ortaya çıkmış. Yunan sahil güvenliği, genellikle bu durumlarda göçmenleri taşıyan tekneleri kasıtlı olarak manevra yapamaz hale getirme taktiği uyguluyor. Bu durum böyle faciaları kaçınılmaz kılıyor. Yani ortada teknelerin kendi kendine batması değil, batırılması sözkonusu. Açık bir insanlık suçu aslında ve bu da Avrupa’nın giriş kapısında gerçekleşiyor. Daha önce benzer vakalarda Yunan savcılığının açtığı soruşturmaların hepsinin Yunan sahil güvenliğinin lehine sonuçlanmış olması, elbette bu konuda Yunanistan’ın masum olduğunu değil, sadece hukuku da bu konuda bağlamış olduklarını gösteriyor.
Batan göçmen teknelerinin kalıntılarından aslında Avrupa’nın gerçek yüzünün enkazı su yüzüne çıkıyor. Batan her göçmen teknesiyle Avrupa hayali ve iddiası da batıyor. Batan göçmen teknesinde ölen yüzlerce inana karşı dünyanın lakayt tavrıyla Titan denizaltısında kaybolan 5 kişiye yönelen aşırı ilgi arasındaki çelişki bu batışın başka bir yüzü. Bu karşılaştırma aslında gözaçıcı bir uyarı gibi.
Ancak asla Avrupa’nın tavrını aklamadan, bu göçmenleri bu zorlu, riskli yolculuklara zorlayan kaynak dünyaları da sorgulamak gerekiyor. Büyük çoğunluğu İslam ülkelerinden olan bu göçmenleri ülkelerinde kaçmaya zorlayan şartları. İslam ülkeleri kendi vatandaşlarına neden başka ülkelerde huzur, ekmek, özgürlük ve onur aramaya sevkedecek şartları sürdürüyor?
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın en acil gündeminin aslında bu olması gerekiyor. Göçmen sorunu salt Avrupa’nın bir sorunu değildir. Kuşkusuz göçmenleri iten ülkelerdeki yöneticiler büyük ölçüde bir veya birden çok Avrupa ülkesiyle, ABD ile işbirliği halinde kendi vatandaşlarına ülkelerini yaşanmaz, çekilmez, katlanılmaz hale getirmektedirler. Ama yine de bu sorunu çözmek için yeni bir inisiyatif almak gerekiyor.
İdrak etmeye hazırlandığımız Kurban Bayramı›nda insanları gerçekten birbirlerine, Allah’a, hayata yaklaştıracak kurbanlara yönelmek umuduyla. Bu şekilde beyhude bir hedefe yaklaştırıp öz diyarlarından uzaklaştıracak yollarda kurban olmamaları dileğiyle. İslam İşbirliği Teşkilatı›nın bu konuyu birinci gündem maddesi haline getirmesi gerekiyor.
HABERE YORUM KAT