Bataklık
Sevil Atasoy meselesi keyifli bir hal aldı. Halen BM Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu Başkanı olan birinin ortaya koyduğu performans muhtemelen bizzat diğer Kurul üyeleri tarafından da dikkatle izleniyordur. Atasoy, Ergenekon dosyasının içinde çıkan ve imza yerinde kendi adının gözüktüğü 47 sayfalık bir rapor vesilesiyle gündeme gelmişti. Rapor’un muhatabı ise 1. Ordu Komutanlığı, diğer bir deyişle Hurşit Tolon’du.
Bu olayda iki kritik nokta var: Birincisi İstanbul Üniversitesi Adlî Tıp Enstitüsü ile ilgili herhangi bir konunun niçin ve nasıl bir ordu komutanını muhatap aldığı, ikincisi ise aynı ordu komutanına niçin ve hangi içerikle bir rapor verildiği. Aslında Ergenekon davasının açılmasıyla birlikte ortaya çıkan bilgiler, bu soruların sorulmasını artık pek de anlamlı kılmıyor. Çünkü biliyoruz ki Türkiye’de özellikle ‘iyi yetişmiş’, kentli ve ‘çağdaş’ vatandaşlar arasında ordu komutanlarına ulaşma ve onlara diğer vatandaşlarla ilgili ispiyonlama hizmeti sunma dürtüsü çok yüksek. Yani Atasoy’a atfedilen eylem bir gariplik değil, aksine belki de bir tür kamu hizmeti. Bu kamu hizmetinin, kamuda en üst makamlara gelmiş kişilerce yapılması ise çok normal, çünkü onlar bizlerden daha sorumlu insanlar ve zaten öyle olmasalardı bugünkü konumlarına da gelemezlerdi.
Velhasıl Atasoy’un ne yapıp yapmadığı konusunda hâlâ bir muğlâklık olsa da, ondan beklenen zaten bunları yapmasıydı. Bu durumda yukarıdaki sorular anlamını biraz yitiriyor. Ne var ki Atasoy kendisine atfedilen eylemi inkâr etme ve adını ‘temize çıkarma’ gayreti içine girince, gazeteciler de haliyle bu dosyayı yeniden açmak durumunda kaldı.
Taraf’a verdiği söyleşide Atasoy, Enstitü’nün üniversite kurumları tarafından oluşturulmasının birçok kişide rahatsızlık yarattığını, içlerinde ‘nereye gidelim, kime anlatalım’ diye bir tartışma yaşandığını söylüyordu. İlk garabet bu noktada... Çünkü Atasoy bu ‘birçok kişi’den tekinin bile adını vermiş olmadığı gibi, o kişilerden bir teki bile çıkıp benzer kaygılar taşımış olduğunu ve Atasoy’un bulunduğu toplantılarda bu kaygının paylaşıldığını söylemedi. Sonrası ile ilgili olarak Atasoy, “Hatırlamadığım bir kişi bana bu kaygıları 1. Ordu Komutanı’na söylememin iyi olacağını anlattı. Biz bu fikre çok kalabalık bir grup olarak vardık” diyor. Ancak yine o ‘çok kalabalık’ gruptan bir isme sahip değiliz ve onlardan hiçbiri çıkıp bu olayı teyit etmiş değil.
Eğer burada bir gariplik seziyorsanız, cümlenin ilk kısmındaki ‘hatırlamadığım bir kişi’ lafından zaten epeyce rahatsız olmuşsunuzdur. Böyle istisnai bir teklifi yapanın hatırlanmaması hiç inandırıcı değil. Öte yandan Hurşit Tolon’u asıl tanıyanın Ümit Sayın olduğu ve o nedenle ziyaretin birlikte yapıldığı söyleniyor. Bu ad ortada olduğuna ve bu kişi Tolon’a yakın olduğuna göre ‘hatırlanmayan kişi’ Sayın değil... Bu durumda benim tahminim şu: Atasoy’a bu teklif adını söylemesi caiz olmayan biri tarafından yapılmış ve muhtemelen ziyarete giderken Ümit Sayın’la birlikte olması da yine aynı kişi tarafından önerilmiş. Bu meçhul vatandaşı tanımıyoruz ama eğer üst kademeden üniformalı biri ise bu beni hiç şaşırtmazdı.
Rapor konusuna gelirsek, Atasoy kendisine Sayın tarafından bir komplo kurulduğunu, söz konusu raporu kaleme alanın aslında Sayın olduğunu iddia ediyor. Ne var ki Sayın’ın gerçekten de raporun yazarı olması bir komployu ima etmiyor. Çünkü hem Tolon ziyaretini birlikte yapmışlar, hem de o görüşmeyi bizzat Atasoy şöyle anlatıyor: “Paşa bizden yazılı bir şey istedi. Sözlü olarak anlattıklarımızı yazın dedi bize.” Her şeyden önce Tolon’un muhatabının ‘biz’ olduğunu görüyoruz. Yani Atasoy ve Sayın birlikte... Ayrıca istenen de ‘anlattıklarımızın’ yazılı hale getirilmesi. Kısacası Atasoy ile Sayın arasında hiçbir fikir ayrılığı olmadığı aşikâr. Aslında o rapor iki imzalı olacakmış, ama belki de Sayın’ın kariyer hevesi o noktada Atasoy’a küçük bir ‘kazık’ atmıştır. Tabii eğer gerçekten de rapordaki imza Sayın’a aitse... Oysa bundan emin olmadığımız gibi, Genelkurmay resmî yazışması raporun yazarının Atasoy olduğunu söylüyor. Atasoy’un bununla ilgili soruya verdiği harika cevap ise şöyle: “Resmî yazışmaya bir şey dediğim yok.”
Atasoy’un içine düştüğü bataklıktan çıkması hiç kolay gözükmüyor ama çabalamalara devam ediyor. Nitekim pazartesi akşamı CNN’de Cüneyt Özdemir’in sunduğu 5N1K programındaydı. Doğrusu bu söyleşi medyada çok bilinen türden bir ‘danışıklı dövüşü’ akla getirdi. Özdemir’in bir ‘aklama’ çabası ile bu programı yaptığını sanmamakla birlikte, talebin karşı taraftan geldiğini ima eden göstergeler vardı. Muhtemelen Atasoy’un böyle bir programa ihtiyacı olduğu söylenmiş ve Özdemir de sorularını kısıtlamayacağı konusunda karşı tarafı uyarmıştır. Ama belki de yanılıyorum... Belki de ‘sahih’ bir konuşmaydı izlediğimiz... Ama insanın aklını kurcalayan bir soru var: Atasoy sadece Tolon’la görüşmediğini, “herkesle” görüştüğünü, bunların arasında milletvekilleri, bakanlar olduğunu vurguladı. Ne var ki yine elimizde hiçbir isim yok ve işin garibi Özdemir de ‘bunlardan birinin adını lütfeder misiniz?’ demedi...
Bataklıklardan kurtulmak öyle kolay olmadığı gibi, kimi içine çekeceği de belli olmuyor...
***
Spor dünyamız da söylem itibariyle bir tür bataklığı andırıyor. O kadar az kelimeyle ‘konuşulan’, kavramsal açıdan öylesine fakir bir dünya ki, konuştukça batıyorsunuz. Adnan Polat da herhalde Daum’dan esinlenerek “bu beraberlik Galatasaray’ı daha da çok hırslandırıp, güçlendirecektir” demiş. Puan kaybedince bir takımın hırslanmasını anlamak zor değil ama hırslanarak güçlenileceğini varsaymak için doğrusu pek nedenimiz yok. Hırslanma kas gücüne geçici bir katkı yapabilse ve enerjiyi arttırsa da, kas gücü ve enerji ile iyi futbol arasında epeyce mesafe bulunuyor. Yoksa bizimkiler futbolu hâlâ bir güç kuvvet oyunu, ‘Allah Allah’ nidalarıyla şenlenen bir uğraş mı sanıyorlar?
TARAF
YAZIYA YORUM KAT