1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. KİTAP

  4. Başörtüsüz Demokrasi'de Adı Konmamış Darbe
Başörtüsüz Demokrasi'de Adı Konmamış Darbe

Başörtüsüz Demokrasi'de Adı Konmamış Darbe

Merve Kavakçı'nın "Başörtüsüz Demokrasi'de Adı Konmamış Darbe" isimli kitabını Ahsen Sayan Haksöz-Haber okurları için değerlendirdi.

05 Şubat 2014 Çarşamba 17:26A+A-
HAKSÖZ-HABER
 
 
 
 
 
 
 
Başörtüsüz Demokrasi'de Adı Konmamış Darbe - Ahsen Sayan
 
Rabbin emri olan başörtüsünün toplumun gözü önünde bir linç girişimine maruz kaldığı zamanlar... Had bildirmeye kalkanlar... Hukuksuzluklarıyla nizam dersi verenler... Tüm bunların akabinde siyasetin kirli çarkında yalnız bırakılan bir kadın ve onun sitemli satırları... “Hareket alanları yanında yürekleri de daraltılanlara” ithaf olunmuş bir kitap: Başörtüsüz Demokraside Adı Konmamış Darbe.

2 Mayıs 1999 günü Fazilet Partisi’nin seçilmiş milletvekili Merve Kavakçı, ant içmek üzere meclise geliyor, kendilerini ülkenin sahibi bellemiş Beyaz Türklerin hınç dolu bakışları arasında ‘dışarı, dışarı’ sloganlarına maruz kalıyor ve Ecevit’in ifadesiyle ‘haddi bildiriliyordu”. 28 Şubatın sert ikliminde mağdur edilen binlerce genç kızın hakkı gasp edildiği gibi demokratik söylemlerin havada uçuştuğu bir mecliste yine başörtülü bir vekilin hakkı gasp ediliyordu. O anları Kavakçı kitabında şöyle anlatıyor: “20 senedir itilen, kakılan, horlanan, başının örtüsünü şerefle taşımayı tercih eden Anadolu kadını, yapılan bütün baskılara, çekilen sıkıntılara, akıtılan gözyaşlarına, sızlayan yüreklere rağmen sonunda Meclis’te... Millet’ in Meclisi’nde... Çocukluk yıllarında üniversitedeki hocalık görevini başörtüsü yasağı yüzünden bırakmak zorunda kalan annesinin sıkıntılarını, ıstıraplarını birlikte yaşamış olan Merve, Tıp Fakültesi’nin kapısında görevli hizmetliler tarafından aşağılanan, hatta başörtüsüne el uzatılan Merve şimdi Meclis’in büyük salonunda... Ön koltuklara doğru ilerlerken çıkan gürültüyü fark ediyorum. Kendileri için, Türkiye için yüz kızartıcı bu manzaraya alet olanlara duyduğum şaşkınlık gittikçe artıyor.” Bu linç girişimine sahip çıkan Cumhurbaşkanı Demirel’in açıklamalarıyla “ajan-provokotör” diye itham edilen Merve Kavakçı bir dizi adaletsizliği ve psikolojik baskıyı içeren zorlu bir sürece böylece girmiş bulunuyordu. Tek tipçi zihniyetin nefret kusan söylemleri yanında 28 Şubat’ın kartel medyasının hesap soran ve küçük düşürücü karalama kampanyasına da maruz kalmış oluyordu. Oysa YSK’dan mazbatasını başörtüsüyle almış genç bir hanım milletvekiliydi. Üstelik bir anneydi. Yine de bunların bir önemi yoktu, başörtüsüyle meclise girmeye nasıl cür’et ederdi?

İşte Kavakçı olayıyla karşılaşmamız bu şekilde gerçekleşmişti. “Ya aç ya terket” düsturuyla, inancı gereği örtündüğünden dolayı eğitim hakkından, çalışma hakkından ve dahi yaşama hakkından men edilenlerin ülkesiydi burası. Kitabından öğrendiğimize göre Merve Kavakçı’nın yasakla ve zorbalıklarla ilk karşılaşması da değildi. Annesi Erzurum Atatürk Üniversitesi’ndeki hocalık görevinden başörtüsü yüzünden istifa etmek zorunda kalmış, babası yine aynı üniversitedeki İslami İlimler Fakültesi Dekanı olarak başörtülü kızların başlarını açtırması için baskı altına alınmış ve sonunda emekliliğini istemişti. Kavakçı da 1986 senesinde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde birinci sınıf öğrencisi olarak başörtüsü yasağına maruz kalacak ve bir hayalini ardında bırakarak ailesiyle Amerika’ya taşınacaktı. Üniversite eğitiminden sonra kızlarıyla birlikte Türkiye’ye dönecek, burada ilkin Refah Partisi’nin sonrasında da Fazilet Partisi’nin Dış İlişkiler Başkanlığı’nı yapacaktı. İşte bu dönemde partisinden milletvekilliği teklifi gelmiş ve o da bu teklifi kabul etmişti. Hukuken Merve Kavakçı’nın başörtülü olması meclise girmesine bir engel teşkil etmiyordu. Meclis iç tüzüğünde “kadınlar tayyör giyer” bahsi dışında bir koşul yoktu. Merve Kavakçı tüzüğün açık olduğunun, başını açmasını gerektirecek bir durumun olmadığını biliyordu, bilmediği şey ise karşısındakilerin ne denli tutarsız olabilecekleriydi. Hukukun üstünlüğünden bahsedenlerin kural tanımaz düşmanlıklarıydı. Ecevit “Kavakçı Meclis Genel Kurulu’na girmesin. Ona bir oda verelim, o odaya gelip gitsin ama Genel Kurul ve komisyon çalışmalarına katılmasın.” diyor ve başörtülülerin ikinci sınıflığını ilan ediyordu.

basortusuzdemokrasideadikonmamisdarbe.jpg

Yemin töreninden bir gün önce Fazilet Partisi yetkilileri Merve Kavakçı’yı ziyaret ediyorlar ve şu kararlarını açıklıyorlardı: “Yarın sabah Sayın Septioğlu’na ‘el öpmeye’ gideceksiniz ve ‘Bana bugün yemin ettirecek misiniz?’ diye soracaksınız. Eğer ‘Olur’ derse meclise gelecek ve Genel Kurul Salonu’na gireceksiniz. Eğer ‘Hayır’ derse de meclise gelmeyecek, bir basın toplantısı düzenleyecek ve Meclis’e girmekten vazgeçtiğinizi açıklayacaksınız.” Gıyabında alınmış bu kararı duyan Merve Kavakçı sakin olmaya çalışıyordu fakat partisi tarafından gelen bu teklif onun yalnız bırakılacağını anlamasını da sağlıyordu. Nitekim yıllar sonra Nevzat Yalçıntaş’tan duyduğu bir plan gerçekleri idrak ettiriyordu: “...parti içi tartışmaların ve teşkilattaki kadınların tabandan gelerek yukarı kademelere doğru yaptıkları baskılar sonucunda başörtülü kadın aday göstermek konusunda mutabakat sağlanmış. Nasıl bir mutabakat? Başörtülü aday gösterilecekmiş ancak sıralamada ‘kazanamayacak’ diye tabir edilen alt sıralarda yer verilerek gönül alınacakmış. Böylece hem kadınlar memnun edilmiş(!) hem de kazanmamaları ‘garanti’ edilmiş olacakmış.” Merve Kavakçı’nın seçilebilecek yerden aday gösterilmesinin ise Erbakan’ın inisiyatifiyle gerçekleşmiş bir son dakika durumu olduğunu da yine Kavakçı’nın satırlarından öğreniyoruz.

Basının kirli propagandasıyla yüzleşmesi, hakkında çıkan haberler, özel yaşamına kadar her türlü detayın malzeme buluruz umuduyla didik didik edilmesi de Merve Kavakçı’nın sıkıntılı günler geçirmesine neden oluyor, kendisine ve ailesine iftiralarda bulunuluyordu. Bu tacizlere rağmen başörtülü milletvekilini sahiplenen, destekleyen, tebrik eden bir kitle de vardı. Yıllarca ötelenmiş, sayıca çok olsa bile söz hakkı verilmemiş bu kitle Merve Kavakçı’yı benimsemiş, onu kardeş, abla bilmişlerdi.

Meclis’e başörtülü olarak girmenin bedelini ağır ödüyordu Kavakçı. Vatandaşlıktan çıkarılmaya kadar giden bir propaganda sürecine maruz kalıyordu. Yurtdışına gidiyor çeşitli üniversitelerde konferanlar veriyor, uluslarası toplantılara katılıyordu yine de ona had bildirmeye çalışan kitle peşini bırakmıyordu. Bu kez o çevreler de Merve Kavakçı’nın itibarını düşürmeyi amaçlıyorlardı. Öyle ki bunu yaparken kendileri küçük duruma düşüyordu. Kavakçı’nın ifadeleriyle “Harvard’ın akademik ortamına çok yakışan ‘Başörtünüze neden iğne takıyorsunuz?’” gibi sorularla karşılaşıyordu. Buna rağmen kendisine de uygulanan başörtüsü yasağını ve bu zihniyeti gittiği her yerde anlatıyor, meseleyi uluslarası arenaya taşıyordu. Bu çabaların sonunda Parlementolar Arası Birlik(IPU) Kavakçı davası lehine karar bildiriyor, AIHM’deki davada da yine Merve Kavakçı kazanıyordu. Türkiye seçme ve seçilme hakkını ihlal etmekten suçlu bulunuyordu. Yine de Türkiye’nin ve AK Parti hükümetinin “Kavakçı’ya yapılan yanlıştı” demesi için Şubat 2013’e kadar beklenmesi gerekiyordu.  

Üzerinden on beş yıl geçmiş olmasına rağmen Kavakçı olayı hiç birimize uzak değil. Türkiye’de hak ve özgürlüklerini yeni yeni elde eden bir çok kesim var. Bunlar için yıllarca mücadele edildi, ediliyor. Mağduriyetler bitmediği gibi hak mücadelesi de bitmiş değil. Merve Kavakçı da bu yolda bedel ödeyenlerden biri idi. Bu kitap onun ödediği bedellerin hikayesini aktarıyor bizlere. Yoluna taş koyanları, yolda bırakanları ve ona yoldaş olanları...

HABERE YORUM KAT