Başörtüsü yasağı kalkarsa...
İnsan vicdanını sızlatan hiçbir yasak ilelebed sürmediği gibi, başörtüsü yasağı da sürmez / süremez. Bunu bilmek için de toplumun bilim uzmanı olmasına gerek yok. Deniz Baykal'ın CHP içindeki uzlaşmaz kadrolara rağmen "çarşaf açılımı", toplumsal dinamiklerin zorlamasına daha fazla lâkayd kalamamasının sonucudur. Bu açılım, Baykal'ın sürekli temsil etmiş olduğu müesses nizamın da iradesini yansıtıyor görünüyor.
Dün nasıl sistem adına başörtüsüne geçit vermemek için toplumsal tansiyonu yükseltip, yargıyı yasaklardan yana tavır koyması için tehdit ediyorduysa, bugün de aynı güçlerle beraber bu açılımı gerçekleştirmektedir. Ama ister CHP'li, ister CHP'siz; bu yasak bir gün mutlaka aşılacaktır.
Gözünü yasakların dünyasında açmış, şuur dünyasını başörtüsü yasaklarının en ilkel uygulamalarının cenderesinde oluşturmuş bir nesil var karşımızda. Yakın gelecekte sağduyu galip gelir de başörtüsü meselesi çözülürse, korkarım, en çok da bu yasağın mağdurları ofsayta düşecek.
Bunu, toplumun dünden bugüne akış seyrini, nesiller arası çatışmayı, küreselleşen algı dünyalarını göz önünde bulundurarak tahmin etmek mümkün. Buradan hareketle yasağının kalktığı Türkiye’ye dair bazı hususlarda bir gelecek okuması denemek istiyorum.
Başörtüsü yasağıyla önceleri, "Dini yaşama özgürlük" talepleri bağlamında mücadele ediliyordu. Yani başörtüsüne istenen özgürlük, dinî hayata yönelik baskıların kalkmasına dair toplumsal talebin bir parçasını oluşturuyordu. Liberal fikirler câmiada kök salmaya başladıkça, bu talep bütünden tecrit edildi ve zamanla da müteâl boyutundan önemli ölçüde soyutlandı.
O süreç içerisinde toplumsal dinî talepler "bireysel özgürlük" taleplerine evrilmeye başladı ve yasağa karşı mücadelenin argümanları da yavaş yavaş kutsallardan arındı. Mücadelenin yeni zemininin, inananların şuur dünyasında başörtüsünü de profanlaştıracağı pek akla gelmemişti önceleri.
Bireysel özgürlükler yeni hâkim söylem olmaya başladığında da, İslâm ahlâkının izin vermediği birtakım bireysel özgürlüklere sahip çıkmak ya da en azından tolere etmek durumu, çelişkiye düşmemek adına kaçınılmaz oldu. Eşcinsellerle farklı platformlarda bir arada bulunmanın zımnî olarak onların bedenleri üzerindeki tercihlerini kabul etmek anlamına gelmesi, daha farklı örneklerle beraber dikkate alındığında, iyi analiz edilmesi gerekir.
Avrupa Birliği'ne tam üyelik sürecine uygun alınan tavırlar da mücadele dilinin sekülerleşmesini iyice besledi. Seküler argümanların dünyasında yasağın daha rahat kaldırılabileceği vehmedilmişti. Böylece modern seküler Batı toplumu da yasaklara karşı tavır koyacak, içimizdeki yasakçı kesimin ikna edilmesi de onların desteği ile kolaylaşacaktı. Bu pragmatist yaklaşımın en önemli hatası, birinci derecede neyin korunması gerektiği hususunu ıskalamasıydı.
Tesettürle bu dönemde tanışmış, özellikle de eğitimli gençler, tesettürün aşkın boyutundan çok protest özelliğine, yani yasaklara karşı bireysel başkaldırı anlamına teşne oldular. Mücadele dilinin ibâdet ve itaat içeriğinden soyutlanmasının bunda önemli rol oynadığı inkâr edilemez.
Bu meyanda sormak gerekir. Yasak kalktığında başörtüsü de başörtüsüne zoraki yüklenmiş protest anlamını yitirmeyecek mi? O zaman da başörtüsünü protest bir kültür olarak taşıyan gençlerimiz bir boşluğa düşmeyecekler mi?
Belki o zaman din dilimizin ne kadar postmodern teolojinin nüfuzu altına girdiğini göreceğiz. Dil deyip geçmemek lâzım. Zira dil, kimliğimizi oluşturan en önemli etmenlerden bir tanesidir. Kullandığımız kavramların şuuraltı müktesebatımızla ilişkisi, bize, zihin dünyamıza hâkim olan dünya görüşünün ipuçlarını verir.
Bu tahlili yaparken kimilerinin aklına yasağın sürmesini istiyormuşuz gibi bir düşünce üşüşebilir. Elbette yasağın kalkmasından yanayız biz. O zaman başörtüsü sorunu dedikleri şeyin aslında sunî bir kriz olduğu anlaşılacak.
Yasakçıların başörtüsüne açtıkları sözde ideolojik savaşın metazori yöntemlerle elde tuttukları imtiyazları örttüğü daha net görülecek. Toplum hem gerçek sorunlarıyla yüzleşecek, hem de elinde ne büyük imkânlar olduğunu idrak edecek. Uzun yıllar boyunca toplumsal enerjinin nasıl heder edildiğini anlayıp da hayıflanacak.
Devlet-toplum arasındaki tabiî olmayan bu gerginlik de önemli ölçüde aşılacak. Mütedeyyin câmia daha devletçi ve daha milliyetçi bir çizgiye kayacak. Bunu da kimisi onaylayacak, kimisi de reddedecek. Ortaya çıkacak bir önemli gerçeklik de; başörtüsü yasağının paradoksal olarak bu yasağa karşı mücadele veren Müslüman kadını ne kadar modernleştirdiği görülecek.
Yasak kalktığında “Beyaz Türkler” dediğimiz kesimler, haksızca edinmiş oldukları bazı imtiyazlarını kaybedecekler. Koruduklarını iddia ettikleri sistemin ideolojisinde bir değişiklik olmayacağına onlar da, belki biraz mahcubiyetle tanıklık edeceklerdir.
Başörtüsü mağdurlarına gelince, başta da endişemi belirtmiştim, sebebini de izaha çalıştım, asıl ofsayta düşecekler onlar olabilir.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT