Başka bir dünya, başka bir iktisad!
Sürmekte olan küresel kriz, her ne kadar "ekonomik" gibi görünse de temelinde sosyo-politik ve demografik bir altyapı sorunu yatmaktadır.
Üç katman düşünecek olursak, görünür üst katmanda ekonomi, alt katmanda sosyo-politik ve demografik sorunlar, dip katmanda ahlaki, ontolojik ve epistemolojik kaos yatmaktadır. Yani aslında kriz genel mahiyette varoluşsaldır ve bir uygarlığın bütün yeryüzünü etkilediği sari bir hastalık halini almış bulunmaktadır.
İnsanın varlık yapısı ile ilgili alana geçtiğimiz zaman, derin ve yabancılaştırıcı bir sürecin bütün yıkıcı unsurlarıyla devam ettiğini görebiliriz. Batı modernizminin hükmü altındaki yeryüzünde insan anlam kaybına uğramış bulunuyor. İnsan varlıkta amaçsız ve güvensiz yaşıyor, epistemolojik olarak merkezden kopmuş, kıblesiz-pusulasız belli birkaç küresel gücün estirdiği rüzgâra göre sağa sola yalpalıyor. Modernlik, insana özgürlük, güven ve refah sağlayacaktı, bu onun vaadiydi. Ahiret beklenmeyecekti, cennet burada kurulacaktı. Aradan bunca zaman geçti, nüfusun yüzde 90'ı bu üç nimetten de mahrum yaşıyor. Sorun varoluşsaldır, fakat sanki iktisadiymiş gibi sunuluyor.
Arapça bir kelime olan "iktisad"ın anlamı orta yol, denge noktasıdır. İmam Gazali'nin Ehl-i Sünnet'in inanç esaslarını belirlemeye çalıştığı meşhur kitabına "El İktisad fi'l-i'tikad" ismini koymuştu. Gazali, "iktisad" kelimesini orta yol, itidal, denge manasında kullanmıştır.
Ancak bu, modern Batı'nın kelimeyi aynı anlamda kullandığı anlamına gelmiyor. Her ne kadar söylem düzeyinde iktisadın amacı, insan ile tabiatın kaynakları arasında denge kurmak şeklinde belirlenmişse de, insan ile tabiat arasında denge ve uyum değil, çatışma baş göstermiş bulunmaktadır.
İlk yapmamız gereken şey, önermelerin neden yanlış kurulduğunu göstermek olmalıdır: İnsanın ihtiyaçları sınırlıdır, sınırsız olan insan arzularıdır. Modern iktisat, "ihtiyaç" kavramı yerine "arzuları" ikame etmekte, arkasından nefs-i emmarenin beslediği arzuları tahrik etmektedir. Tabiatın maddi kaynakları ise buna yetmiyor. Maddi kaynaklar yetmediği gibi adil bir şekilde paylaşılmıyor. Bu, kendi içinde büyük bir çatışma potansiyeli taşıyor. O halde iktisadın bizatihi kendisini sorgulamamız gerekmez mi?
Şu soru önemlidir: İktisad bilimi "arzular"la "kaynaklar" arasında mı, yoksa "ihtiyaçlar"la "kaynaklar" arasında mı denge kurmalıdır? Elbette dengenin hedefi, "maddi kaynaklar" ile "ihtiyaçlar" arasında olmalıdır. Çünkü arzular sınırsız, ihtiyaçlar sınırlıdır. Bu yeni tanımsal çerçeve için, gözümüzü Batı iktisat teorilerinden İslam'ın kaynaklarına çevirmeliyiz. İmam Şatıbi'nin enine boyuna açıkladığı gibi, insanı üretim/iktisadi faaliyete katılmaya sevk eden sebeplerin başında haciyat (temel ihtiyaçlar), tekmiliyat (tamamlayıcı unsurlar) ve tahsiniyat (her iki sürecin güzellik, estetik, sanat duyarlılığı ve ihsanla) gerçekleştirilmesidir. Modern Batı ekonomisi, ilk iki saiki "nefsin istek ve arzuları" olarak anlayıp tahsiniyatı gösteriş (tefahür), istifçilikle sınırsız sermaye biriktirimi (kenz), sonsuza kadar çeşitlendirilmeye yatkın tüketim (tekasür), kaynakların temerküzü (devlet), tabiatın ekolojik dengesinin tahribi (mizanın bozulması) gibi yanlış ve tahripkâr bir zeminde inşa edilmiştir.
Bizi yanılgıya götüren ikinci nokta, BM'nin Brezilya'da toplanan küresel zirvede "sürdürülebilir kalkınma"dan söz etmesiydi. Genellikle kalkınma ideolojisinin, dünyayı fiziki sınırlarına getirdiği kabul edilir. Denetimsiz ve limitsiz kalkınma mümkün değildir, büyüme ideolojisi fiziksel sınırları (çevre ve ekolojik dengenin tahribi) zorlamaktadır. Belirtmek gerekir ki, "sürdürülebilir kalkınma" gerçekte vahşi kapitalizmin ideolojisi olan denetimsiz büyümeye geçirilmiş bir kılıftan öteye geçmemektedir. Kalkınma ve modern ekonominin bütünü, ne zorunlu teknik bir süreç ne ahlaki bir hedeftir, sadece bir ideolojidir ve politikadır. İnsanlığın yeni bir perspektife, yeni referanslara ihtiyacı var. Başka bir iktisad da mümkün, başka bir dünya da!.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT