Başınızı ellerinizin arasına alın
Geçen haftayı Erdoğan’ın geçmişte gayrımüsimlere yönelik devlet stratejisini ‘faşistlik’ olarak değerlendirmesini tartışarak geçirdik. Bu cümleyi sarfetmeden önce Erdoğan artık sadece günlük hayata ait olan ama devlet erkânının da sıkça yapması gereken bir davranışa gönderme yapmıştı: “Başınızı iki eliniz arasına aldığınızda” diye başladığı cümlesi, insanın en azından kendisine karşı samimi olması gerektiğini söylüyordu...
Şimdi biz de başımızı ellerimizin arasına alalım ve Kürt meselesinde şu günlerde yaşananlara bakalım. Çözüme yönelik olarak neredeyse bütün koşulların ve aktörlerin uygun ve istekli hale geldiği bir dönemde yine mayınlar patladı. Ama Diyarbakır’daki sivil toplum örgütlerine ve bizzat DTP’li milletvekillerine kadar uzanan bir mesafe alma çabası da ortaya çıktı. Nereden gelirse gelsin şiddeti savunmanın caiz olmadığı bir zihinsel atmosfere doğru evriliyoruz. “Silahlar sussun” sloganı bugün etnik kimliği ve ideolojiyi aşan bir biçimde bütünlükçü bir tablonun oluşmasına vesile olabiliyor. Öyle ki en devletçi stratejistlerin bile silahların susmaması gerektiğine dair argümanlar serdetmesi artık mümkün değil. Silahın toplumsal tasavvur içinde gayrımeşru bir konuma düştüğünü, çatışmayı normalleştiren atmosferin sürdürülemediğini görüyoruz.
Ama yine de mayınlar o altı kişinin canını aldı... Hem de PKK’nın silah bıraktığı süre henüz bitmeden. Ne var ki bu madalyonun sadece bir tarafı... Bir de öbür tarafı var ve oraya bakmak başınızı ellerinizin arasına almanızı gerektiriyor.
Her şeyden önce çatışan tarafların simetrik olmadığı açık. Burada kastedilen TSK ve PKK arasındaki silah ve personel eşitsizliği değil. TSK bir devletin ordusu ve dolayısıyla da barış zamanında da hayatiyetini sürdürecek olan bir kurum. Oysa PKK, silahların susmasıyla birlikte varlık nedenini büyük ölçüde yitirecek veya radikal bir biçimde dönüşmek zorunda kalacak olan bir örgüt. Asıl eşitsizlik burada. Çözümün de bu eşitsizliği dikkate alması gerekiyor. Ayrıca TSK bir devletin ordusu olduğuna göre o devletin vatandaşlarına ve Meclis’ine karşı sorumlu. TSK’nın adil, meşru ve ahlaki davranmasını istemek bir vatandaşlık hakkı. Oysa PKK’nın Kürtlere karşı bile sorumluluğu yok. Kendi hedefleri ve idealleri doğrultusunda şiddet kullanan bir teşkilattan söz ediyoruz. PKK’ya yöneltilebilecek tek sorumluluk hatırlatması ancak insani temelde olabilir. Diğer bir deyişle ‘doğru’ davranması gereken TSK’dır... PKK ise doğru davranmadığı ölçüde gayrımeşru duruma düşer ama doğru davranıp davranmamak kendi bileceği iştir. TSK ise doğru davranmak ‘zorundadır’ çünkü bizi temsil etmektedir.
Şimdi gelelim son mayın olayına... Ateşkesin uzatılması yönünde ne düşündükleri sorulduğunda PKK’nın ‘dış ilişkiler ve basın medya sorumlusu’ şöyle demiş: “Şimdiye kadar sekiz defa ateşkes yapıldı. Ancak en fazla kayıp bu son ateşkes sürecinde verildi.” Nitekim son mayınlı suikastın öncesinde de TSK dört PKK’lıyı öldürmüştü. Bu arada PKK’nın ateşkesinin de TSK’nın ‘saldırılarını yanıtsız bırakmama’ koşuluyla hayata geçtiğini hatırlayalım. Yani PKK silah bırakmak istiyor ama eğer TSK saldırısı olursa ona yanıt vereceğini de baştan söylüyor.
Şimdi başınızı iki elinizin arasına alın... Eğer PKK olayını gerçekten de bitirmek istiyorsanız, eğer şiddet siyasetinin bu ülkeden gitmesini, toplumsal barışın gelmesini istiyorsanız, o dört PKK’lıyı niye öldürüyorsunuz? O dört PKK’lının ölümü barışa mı hizmet ediyor? O dört PKK’lının ölümüyle şiddet siyaseti sona mı eriyor? Değilse bu eylemin amacı neydi? Yereldeki bazı vizyonsuz komutanların hasbelkader düştüğü bir yanlış mıydı?
Ama pek öyle gözükmüyor. Çünkü mayınla öldürülen altı kişinin ardından TSK Kürdistan’daki bazı PKK kamplarını bombalıyor. Yapılan açıklama ‘tam isabetle vurmaktan’, ‘görevini başarıyla tamamlamaktan’ söz ediyor. Bu harekâtın acaba çözüme katkısı nedir? PKK böylece pes edecek ve ‘terör sorunu’ kendiliğinden bitecek midir? Yoksa bu harekât silah bırakmanın anlamsızlığının ve işlevsizliğinin kanıtı olarak mı hatırlanacaktır?
TSK Meclis’e ve vatandaşlara karşı sorumlu bir bürokratik kurum... Bu toplum barış istiyor ve TSK da barışa hizmet etmek zorunda. Bu konuda TSK’nın kendi görüşü, isteği veya iradesi olamaz. Çünkü TSK bir devletin ordusu... Kurumsal siyaseti merkeze alan ve temsil yeteneğine ihtiyaç duymayan bir örgüt değil.
Ahmet Altan uluslararası hukuka göre yeryüzündeki her devletin dağlardaki silahlı insanlara karşı operasyon yapma hakkının olduğunu yazdı. Doğrudur... Ama bu hakkı ne zaman ve nasıl kullanacağınız siyasi bir karardır. Dahası bu siyasi karar sıklıkla ideolojik bir kalıba da dökülür ve o zaman dağlardaki silahlı insanların varlığını birçok kişi nezdinde ‘doğal’ hale getirir.
PKK’ya ‘terör örgütü’ diyoruz... Yani terörden beslenen, terör sayesinde ayakta duran, kendi varlık nedenini terörde arayan bir örgüt. Böyle bir örgütü bitirmek için ne yaparsınız? Terörü anlamlı kılan bir süreç mi üretirsiniz, yoksa anlamsız kılan bir süreç mi? Başınızı iki elinizin arasına alarak sorun kendinize... Devletin davranışı terörün anlamlı bir siyaset haline gelmesindeki payı nedir? Ve başınız hâlâ ellerinizin arasında iken şunu da düşünün: Acaba asıl mesele PKK’nın bir ‘terör örgütü’ olmasından ziyade, bizim ona ‘terör örgütü’ demek istememiz mi?
TARAF
YAZIYA YORUM KAT