Başbakan’ın anlatımı da mı yalan?
Şu gazete yazıyor, “abartılı” bulunuyor.
Bu gazete yazıyor, “Niyetleri zaten belli..” deniliyor..
Şu gazeteci konuşuyor, “Psikolojik harp uygulanıyor” deniyor.
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Ordu içindeki bazı subayların yanlış hareketlerine yönelik eleştirilere, Genelkurmay Başkanı ve onun gibi düşünen belli kesim hep itiraz edip, TSK’ya haksızlık edildiğini söylüyorlar..
Acaba gerçekten TSK’ya haksızlık mı ediliyor?
Yoksa aslında çok daha sert eleştiriler hakkediliyor da, sırf TSK zarar görmesin diye, olayların büyük kısmı görmezden mi geliniyor?
İşte, Başbakan’ın ağzından bu sorunun cevabı..
Başbakan Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, GATA'da tedavi gören Nejat Uygur'u ziyaret etmek ister. Sonrasını Başbakan’dan dinleyelim: “Nejat Uygur’un hanımı arıyor ve ‘Ne olur sizinle dışarıda buluşsak, buraya gelmeseniz. Çünkü yetkililer ‘Sıkıntı doğabilir, gelmemesi isabetli olur..’ diyor.’”
Bunu bir kavga için söylemiyor Sayın Başbakan..
Sadece gerçeklerin bilinmesi için söylediğinin altını çiziyor: “Bunu artık söylemek zorunda kaldım. Bugüne kadar söylemedim, bazı gazeteler yazdı. Benzeri olaylar bu ülkede yaşandı.”
Ve sıkıntıların sonunda bir çıkarımda da bulunuyor Başbakan ve soruyor: “Peki bunun yapılmasına müsaade eden irade dürüst davrandı diyebilir miyiz, özgürlükçü diyebilir miyiz?”
Kimseyi karşı karşıya getirme niyetimiz yok.
Ama şimdi, Genelkurmay Başkanı çıkıp, izah etmeli..
Nedir bu olay?
Bu olay, kendi döneminde yaşanmamış olabilir..
Ama, kendi döneminde de benzer olayların sürdüğü bir gerçek değil mi?..
Hâlâ orduevlerine başörtülü hanımların alınmadığı bir gerçek değil mi?..
Kimdir bu yasağı koyan?!
Kimdir bu engellemeyi sürdüren?!
Darbe planlarını yalanlıyorsunuz..
Çok somut belgelere rağmen, “O yalan, bu yalan. Bunlar hayâl mahsulü. Bunlar iftira” diyorsunuz..
Subayın ajandasında kroki çıkıyor, “eğitim çalışmasıdır” deyip, kendinizce bir izahat getiriyorsunuz..
Konuşmalar ortaya çıkıyor, ona bile gerekçe uydurup, “Onlar plandır. Çeşitli senaryoların tartışıldığı plandır” diyebiliyorsunuz.
Hadi bunların hepsine, bir anlığına eyvallah diyelim..
Peki, Başbakan’ın yaşadığı bu olaya ne diyeceksiniz?
Durun, bir izahat getirmeden karşı sorumu yönelteyim: “Bugün aynı olay yaşansa, böyle bir keyfî yasak olmayacağına garanti verebilir misiniz? Bir hastanedeki ziyaretçiye bile, başörtü yasağının uygulanmasındaki saçmalığı kabul edip, böyle yanlışlara prim vermeyiz” diyebilecek misiniz?
Diyebiliyorsanız, ispatı kolay..
Bir askerî hastanede, bir kışlada, bir orduevinde başörtülü hanımların da başı açıklar gibi aynı haklara sahip olduklarını, fiili olarak gösterirsiniz, tartışma biter..
Bu işin pratik çözümü budur.
Bununla birlikte, belki o darbe tartışmaları da artık diner..
Öyle ya, “Bu tür yanlış işler içinde olanlar varsa, zaten yargı olaya el koydu.. Sonucunu da getirir” der, ileriye bakarız.
Ama o keyfî başörtü yasağı, orduevlerinde sürdüğü müddetçe, darbe tartışmalarının mazide kaldığını nasıl söyleyebiliriz?
“Darbe planlarının, sadece bazı kişilerin yanlış tavırları olduğunu” nasıl söyleyebiliriz.
Başörtü yasağı, işte karşımızda duruyor..
İzahı yapılamayan bir yasak..
Şehid annelerine bile uygulanan bir yasak..
Bu anlamsız yasak devam ettiği müddetçe, “Biz bunu nasıl yaparız. Biz şunun yapılmasına nasıl izin veririz?” türünden savunmalara kim inanır?
Görev Başbuğ’a düşüyor.
İnandırıcı olabilmesinin yolu, somut adım atmaktan geçiyor!
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT