1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. Bartın Özgür-Der’de Babanzade Ahmet Naim Konuşuldu
Bartın Özgür-Der’de Babanzade Ahmet Naim Konuşuldu

Bartın Özgür-Der’de Babanzade Ahmet Naim Konuşuldu

Bartın Özgür Der’de bu hafta ‘’Babanzade Ahmet Naim’de İlim, Fıkıh ve Islah Yaklaşımları’’  konusu konuşuldu.

11 Şubat 2020 Salı 15:53A+A-

Asım Özdemir’in sunumunu yaptığı seminerde şunlar ifade edildi;

Osmanlı Modernleşmesinin tüm fikir alanlarında yaptığı etki, sekülerleşen eğitim yapısı ile birlikte geleneksel tedrisatın gerilemesine, Osmanlı aydınlarında fikirsel değişimlere sebep olmuştu. Bu anlamda, İslam’ın bir din olarak hayatın tüm alanlarını kapsayan etkisinin gerilediği kanısındaki İslamcılar, fikirsel olarak siyasi ve dini alanlarda görüşlerini ortaya koydular.

İslamcılık akımı, II. Meşrutiyet dönemi ile birlikte Sırat-ı Müstakim dergisi çevresindeki fikir insanları ile ön plana çıkar. Bu dergi çevresinde, Mehmet Akif, Babanzade Ahmet Naim, Said Halim Paşa gibi şahsiyetler fikirlerini beyan eder.

BABANZADE AHMET NAİM’İN İSLAMCILIĞI

II. Meşrutiyetin ilanı ile ortaya çıkan özgürlük ortamı içerisindeki İslamcılar, Sırât-ı Müstakîm dergisi etrafında kümeleşirler. 14 Ağustos 1908’de yayın hayatına başlayan dergi, Kur’an ve Hadis tercümeleri, İslam’ın fıkhi yönünde ıslah ve tecdit fikirleri ile ön plana çıkar. Bu yönüyle İslamcılar, tasavvufi düşünceye eleştirel olarak yaklaşır. Cihat kavramının ilmi sahayı merkez alarak genişletmek fikri ile siyasi faaliyetlerde bulunmak fikirleri, İslamcılık akımının önemli unsurlarındandır.

Ahmet Naim geleneksele olan eleştirisinde mesafelidir. Hadis konusundaki çalışmaları, bu konuya mesafesinin sebebi olarak görülebilir. Özellikle Batı düşünce anlayışının, İslam üzerindeki etkilerine karşı geleneksel nasların değişmezliğinde ısrar eder.

O aktif bir eylemciden çok teorik bir fikir insanına has özellikler gösterir. Ayan Meclisi üyeliğine seçimini kibar bir dille reddeden Ahmet Naim, kendisini eğitime vakfetmiş bir insan olarak siyasetten uzak durmaya çalışır.

Moderniteye karşı eleştirilerinde ön planda tuttuğu en önemli görüşleri, ahlak kavramı etrafında şekillenir. “İslam Ahlakının Esasları” isimli eseri ile bu konuda görüşlerini neşreder. Ümmet bütünlüğü ve milliyetçilik karşıtlığı üzerine “İslam’da Davay-ı Kavmiyet Yoktur” isimli eserini yazar. Bu eseri ile ümmet ideolojisinin çerçevesini çizmeye çalışır.

Ahmet Naim’ İslamcı’ adlandırmasına biraz eleştirel yaklaşır, adlandırmayı edebi ve literal bulmaz; “Bu “ci” edatının "Türk” İle “İslâm” kelimelerine iltihakı ne kadar fena oluyor! Ben burada bir mana-yı tasni’ istişmam ediyorum(uydurma kokusu alıyorum). Bu nisbeti kendilerine şiar edenler bence yanlış isim intihab etmişler. Zira Türk, Arap olan kimse, Türkçü, Arapçı olamaz. O kısaca Türkdür, Araptır. “İslâmcı”nın da müslüman demek olmadığı lügât-ı Türkiye ile (en aşağıya alışma) ednâ mümaresesi olanlarca malumdur.”

Ahmet Naim ve diğer İslamcılar, mevcut siyaset analizlerinde yıkıma doğru giden devlet karşısında bir devlet öngörüsünde bulunurlar. Bu öngörü ile devleti kurtarmanın milleti kurtaracağı düsturu ile hareket ederler. Bu fikirsel yönelim İslamcıları, Milliyetçi fikirlere yaklaştırır. Babanzade modernizm ve toplum eleştirileri üzerine odaklanır ve hükümet şekli ne olursa olsun toplumun dinden uzaklaşmasının ahlaken çöküntüye sebep olacağı görüşündedir.

BABANZADE AHMET NAİM’İN GÖRÜŞLERİ VE ISLAH YAKLAŞIMI

Ahmet Naim’in dini görüşlerinde din dili olan Arapçanın öğrenilmesi zorunlu bir husustur. Bu dili öğrenmek dini anlamak ve yaşamak için önemlidir. Bir milletin, millet olabilme unsurları din olmadan mümkün olamamaktadır.

İslam medeniyetinin pek çok alanda Batı toplumlarından ileri olduğunu görüşündedir. Batı felsefesine ve özellikle modernizme öykünmecilikle yaklaşan Osmanlı aydınının bu özelliklerini eleştirir.

Din ve dil gibi kültürün öğeleri olan iki konunun bozulmaya uğramasının telafisinin mümkün olmadığı kanısındadır. Ahmet Naim’de, diğer İslamcılarda da görülen modern etkiler çok fazla gözlenmemektedir. Batının ilmini alıp kültürünü almama fikri, Ahmet Naim’de de aynen tekrar eder. Medeniyetin Doğudan Batıya doğru aktığını, Batının bilimsel ontolojisini oluşturan kaynakların pek çoğunun Doğu kütüphanelerinde bulunduğunu öne sürmektedir.

Ahmet Naim, ilerlemeci mantığın toplumsal buhranlara yol açtığını ve bunlara çözüm getiremediğini öne sürer. Bu problemlerin çözümünün zaten İslam dininde çözülmüş konular olduğunu söyler. Seküler olan her şeye muhalif bir tavrı bulunan Ahmet Naim, dinin gelenekselleşen normları tarafında yer almayı ve uygulamayı bir ibadet sayar. Ziya Gökalp’i modernist olmakla eleştiren Ahmet Naim, onun dinin kaynağı olan ayet ve hadisleri bilerek çarpıttığını, din dışı alana çıktığını düşünür.

Onun görüşlerinde sekülerizme yer yoktur. Din ile devletin ayrılmasına karşıdır. İslam’da din ile devletin ayrılmadığı hükümler Avrupa’da ki örneklerine benzemez. Ona göre, Avrupa’da Hıristiyanlığın yaşadığı ruhbanlık müessesesi aynı zamanda inananlarına zulüm etmiştir. Böyle olunca toplum ve devlet ilişkilerinde seküler etkiler ortaya çıkmıştır. İslam dini ile Hıristiyanlığı aynı şekilde değerlendirenlere şiddetle karşı çıkar. İncilin içerisinde gelen peygamberlerden hiçbir iz kalmadığını ve Roma’nın devlet dini olması ile birlikte teokrasileşen sisteminin halka hiçbir fayda sağlamadığına değinir. İslam, siyasi olarak Medine’ye hicret ile birlikte devlet hüviyetine girmiş, her yanı ile hayatın içerisinde bir düzen ortaya koymuştur.

İslam’ın ortaya çıkışını ve yayılışını devrimsel bir olgudur. Müslümanların medeniyet kurduktan sonraki dönemlerde toplumsal ve siyasi olarak çökmesinin nedeni bireylerin ve kurumların İslam’ın ruhundan, fıkıhtan uzaklaşmaları sonucunda olmuştur. Çözüm dinin emirlerine sımsıkı sarılmakla mümkün olacaktır;

Bireyin özgürlüğü tanımı, liberal düşüncedekiler gibi değildir. Liberal düşüncede hâkim olan “laissez faire” (bırakınız yapsınlar) söylemindeki görüşe karşı çıkar. O, böyle bir düşüncenin insanın sorumsuz bir varlığa dönüştüreceğini ileri sürer. Birey olarak İslam’ı yaşayanların sayısı, çoğunluk olarak fazla olduğunda toplumsal problemler kendiliğinden düzelecektir. Dinin çalışmayı emretmesi ile Müslümanların tembel olmalarında din suçlanamaz. Aklın kendi başına yetersizliği, dinin bireye yüklediği formal uygulamaların onu iyiye götüreceği ve kötülükten alıkoyacağı inancı ile birlikte yürür. Dinin ırki ya da kavimsel bir yorumu yoktur. Ona göre böyle bir gidişat felaketle sonuçlanır.

İslam, 1300 yıllık mazisiyle, Allah tarafından vahy edilen ve peygamberi Hz. Muhammed tarafından ortaya konan inanç sistemidir. Bu sistem, İslam medeniyetini yaratmış ve tarihin akışını değiştirir. Bu değişiklik, bireysel ve toplumsal süreçler açısından pek çok kavmi etkiler. İslam, kavmiyet kavramının önemi azaltıp ümmet kavramını ön plana çıkartır. Bu inanç sistemi sebebiyle milletler, yoğun bir şekilde İslam dinine girmiştir. İslam medeniyetinin ortaya koyduğu inanç ve ahlak sistemi, birey yaşamının tüm alanlarını kapsar. Olumlu her hareket ve davranış ibadet kabul edilir.

İslam insana Allah’a karşı sorumluluklarını öğretmesi haricinde soyut ve somutta hayatın tüm inceliklerini de öğretmektedir. İslam dininin, bireysel ve toplumsal kurallarının tümünü içeren uygulamalara şeriat ismi verilir. Şeriatın ortaya koyduğu bireysel ve toplumsal kuralların bütünü İslam yasaları olarak adlandırılır. İslam yasaları, 1300 yıllık tarihi yolculuğu içerisinde, toplumsal ve hukuki tüm problemleri çözdüğü inancı Ahmet Naim’in düşüncelerinde etkindir. Bu etkin düşünceye sahip olmasında ki en önemli neden, Ahmet Naim’in kütüphanesi ve kıraat alışkanlığıdır. Ahmet Naim, yaptığı çalışmalarda kullandığı dipnotları inceleyen araştırmacılar, Onun güçlü bir literatüre sahip olduğunu görürler. Bu literatür gücü, düşünce ve bilgi birikimi, İslami ilimler üzerinde yapılan değerlendirmelerde Ahmet Naim’i diğerlerinden farklılaştırır.

Ahmet Naim, İslam’ın tefekküre, fıkhetmeye önem vermesini “aklı olmayanın dini yoktur” hadisini örnek vererek açıklamıştır.

“…İslamiyet’te ölülere ibadet, mezarlara muhabbet, ölmüş insanları filan veya falan semtte hazır ve nazır zannetmek gibi itikatlara yer yoktur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hazretlerinin kendi naşı bile İslam’da takdis olunamaz. İşte İslam’ın Hıristiyanlığa ve diğer dinlere bir faikiyeti de bundandır, böyle ebatına İslam’da inanılmaz!”

Ahmet Naim, Batı kaynaklı felsefe literatürü Doğuya göre zayıf bulur. Batı felsefesine birey temelli yapısının ortaya çıkaracağı negatif durumlarla ilgili pek çok eleştiride bulunur. Bir sözünde; “İslam bilginleri, insanda bir seçme gücü (cüz’i irade) ispat ederek beşeri irade ile ilahi irade arasında bir ayırıma gitmişler, ahlaki sorumluluğu beşeri irade ile temellendirmişlerdir. Çünkü insanların nefislerini terbiye etmeyi en yüce gaye edinmiş, ahlaki güzellikleri tamamlamak için gönderilmiş ve bundan dolayı özellikle insanın iradesini terbiye etmeyi hedef edinmiş bir din, nasıl olur da insan hürriyetini yok sayarak kendi bünyan-ı bekasını temelinden yıkar.” demiştir.

Devletin sistematik analizinde Hilafet Makamını, icracı bir makam olarak tanımlar. Bu yapısı ile Hilafet, Papalık makamı gibi ruhani değildir. Bu icra, maddi ve manevi bir görev olarak İslam yönetiminde ayrılmamaktadır.

Modernizmin getirdiği toplumsal ve hukuki problemlerin çözümü yine İslam’dadır. İslam bilginleri, bu problemleri geçmişte ortaya koyduğu fikirlerle çözmüştür. Doğu toplumlarının, oryantalistlerin çalışmaları üzerinden kendilerini okumalarına şiddetle karşı çıkan Ahmet Naim, özellikle oryantalistlerin Doğu hakkında doğru bilgi sahibi olmadıklarını belirtir. Diğer İslamcılardan farklı olarak Ahmet Naim, geçmişin ve geleneğin bilgi birikimine sahip çıkmayı kendine görev bilmiştir. Ahmet Naim’in hızla modernleşen ve yıkılmakta olan Osmanlı toplumunun Türkiye toplumuna dönüşümünde yaptığı katkılar büyüktür. Geleneğin, modernleşme ve sekülerizm altında yıkılmakta olduğu bir ortamda, geleneğin kendine sahip çıkması için kavramlarının güncelleştirilmesinde ve günümüze aktarılmasına yardımcı olmuştur. Hadis külliyatının Türkçeye çevrilmesi esnasında kullandığı teknikler günümüz açısından öncülüğünü korumaktadır.

Zaman değişse de İslam’ın temel kaidelerinin asla değişmeyeceğini vurgular. En büyük delili, Müslümanların koruma teknikleriyle birlikte geliştirdikleri usul bilgisi ve ictihad zenginleiğini ihtiva eden (Kuran’ın hafızlığı-korunması-okunuşu-tefsir usulü, hadislerin usulü/yazımı,cerh tadili, fıkıh usulü, İslam tarihi vb) engin birikimleridir. Kur’an ile sünnete dayanarak yapılmış olan tüm içtihatlar bu birikimin kaynağıdır. Bu kaidelere muhalif olan hiçbir görüşün kendi nazarında bir değeri yoktur. Kavmiyetçilikten kaynaklanan kültürel öğelerin İslam’a hizmet ettiği ölçüde faydalı olduğu görüşündedir. İslam sınırlarının dışına çıkan kavmiyetçilik vurgusu Ahmet Naim için yok hükmündedir.

Özellikle Abbasiler döneminde görülen bilimsel gelişmeleri değerlendiren Ahmet Naim, bu dönemde felsefe alanında yapılan Yunan ve Hint çevirilerinin İslam ahlakına ve fıkha herhangi bir etki yapmadığı düşüncesindedir. İslam dini, insanın kabiliyeti üzerinde büyük bir etkisi olduğunu düşünmektedir. Maddi ve manevi tüm beşeri ihtiyaçların İslam sayesinde insana öğretildiği ve ihtiyaçlarını karşıladığı inancındadır.

İslam toplumlarının batının ilim seviyesinden geri kalması eleştirisini İslam inanç sistemine bağlamasına şiddetle karşı çıkar. Problemin İslam’ın inanç sisteminde değil Müslümanların bu inanç sisteminden uzaklaşmasına bağlar. Bu uzaklaşmanın temelinde tembellik olduğu düşüncesindedir. Bu durumun sebebi yanlış tevekkül anlayışıdır. İslam’ın yasaklarının birey için mükemmelliğe giden bir yol olduğu inancındadır. Çünkü bu yasaklara uyulduğu takdirde insan ve toplum korunmuş olmaktadır. Bu yasakların akli olan unsurlarla çelişmemektedir.

Bir Müslümanın yaptığı her türlü davranış, Allah rızasını kazanmak içindir. Yapılan tüm eylemler bu rıza gözetileceğinden güzel bir ahlak üzere gerçekleşecektir. Allah ve peygamberi, insanları muharref bir anlayıştan uzak tutmak istemiştir. Eğer muharref anlayışlardan uzak durulmaz ise toplumda bozulmalar meydana gelecektir. Tüm peygamberler Allah’ın sıfatlarını bildirmek üzere gelmişlerdir.

Toplumsal ilişkilerde selamın insani ve ibadi bir karşılığı vardır. Müslümanın birbirini sevmesi, birbiri ile tanışması ve Allah’ın selamını vermeye üşenmemesi gerekir. Özellikle modernleşme ile ortaya çıkan batı özentisi selamlaşma şekillerini eleştirir ve cahillik özelliği olduğunu söyler. Selamın, Müslümanlar arasında bir sembol olduğunu ve çok kültürlü ortamlarda bir Müslümanı Müslüman olmayandan ayıran bir özellik olduğunu belirtir.

Ahmet Naim’in düşüncesinde Kur’an, ilmi gerçeklere aykırı değildir. Bu hususa göre Kur’an, kendini anlatarak delillendirir. Kur’an’ın bildirdiği hükümlere uygun görünmeyen bilimsel ilerleme, ya gerçek değildir ya da varsayım halindedir ve değişmeye muhtaçtır. Ernest Renan’ın “İslam İlerlemeye Engeldir” tezi ile başlayan bu polemik konusu yüzünden, İslam alemindeki fikir insanlarının düşüncelerinde, İslam ontolojisini korumak ve olgu olarak Batı düşüncesinden daha kuvvetli bir felsefesi olduğunu ispat etmek eylemi yer etmiştir. İslamcılığın en büyük aktivitelerinden biriside, bu ispat eylemini içeride ve dışarıda dile getirmektir. Nitekim Urvetül Vuska dergisi ile Afgani’nin başlattığı bu akım, Sırat-ı Müstakim dergisiyle, Mehmet Akif ve Ahmet Naim’ler vasıtası ile devam eder. Bu neşriyat vasıtası ile Kur’an meali ve hadis tercümeleri dönemi başlar. Yapılan tefsir ve meal çalışmaları, modern çağın İslam anlayışı için bir basamak olur.

 “Kur’an’ın ve İslam dininin en mühim hedefi ve gayesi; beşerin ahlakını doğrultmak ve tasfiye etmektir. Kur’an’ın faziletleri koruması ve rezaletleri imha etmesi; Peygamber Efendimiz’in bu hareket tarzını yaşatarak ümmetine rehber ve örnek olması yüzünden; arkadaşları içinde, ahlaki fazilet bakımından her biri bir millet için, iftihar abidesi sayılacak nice nice büyük insanlar yetiştirmiştir.” (Naim, 2011, s. 17-18) ifadesinde bulunur. Bu ifadesi ile ıslah temelli anlayışın ideolojik temellerini Kur’an-ı Kerim üzerinden atmış olur. İslamcı düşüncenin, temel aldığı tüm konuları Kur’an merkezli tanımlama olgusu, İslamcılık ideolojisinin başlangıç aşamalarında da görülen bir durumdur. Bu konularda Ahmet Naim, şu görüşlerini belirtir:

“Ahlak yasasının evrensel olması ise, özellikle vahiy kaynaklı olduğu zaman mümkün olur… Kur’an’ın herhangi bir ayeti incelense, ya mantukunda ya mefhumunda insanları hidayet ve fazilet yoluna sevk edecek, mutluluğa engel olan ahlak ve eylemlerden insanları koruyacak uyarıları keşfetmekte güçlük çekilmez… Temiz eşi Hz. Ayşe’ye: “Rasulüllah’ın ahlakını bize tarif et.” denildiği zaman; “O’nun ahlakı, Kur’an’dan ibaretti.” cevabını veriyor. Böyle büyük bir dava ile ortaya çıkan bu din, çıkışından beklenmekte olan gayeye asrın bir çeyreği içinde ulaşmış ve dünya tarihinde ortaya çıkmış olan en büyük devrimi gerçekleştirmiştir.”

Ahmet Naim, İslam coğrafyasının değişik kavimlerinin İslam dinini seçerken kendi kültürlerinden ve inançlarından bir takım yanlış düşünceleri İslam’a soktuğunu düşünmektedir. Bu yanlışların İslam’dan uzak tutulması için, kelam ilminin oluştuğu görüşündedir. Böylelikle kelamcılar diğer inançlardan İslam’a nüksetmeye çalışan inançlara karşı bir koruma görevi görmüşlerdir. Kur’an, neredeyse başından sonuna edep ve ahlak üzeredir. İslam, insanın ahlakını yükseltmek ister. Kur’an-ı Kerim bu konuda örnek olarak Hz. Muhammed’i gösterir.

Ahmet Naim’in düşüncesinde Hz. Muhammed, sosyal olarak çok yönlü bir kişiliktir. Onda, mucizevi bir kişilikten çok insani yönleri ön plana çıkar. Böyle bir peygamberin rehberliği ve liderliği kendine özgüdür. Böyle bir kişiliğin peygamber olduğuna şahitlik etmek Müslümanların şahitlik görevidir. Peygamberin, “Muhammedîn Resululah - Allah’ın Resulu” ifadesine şahitlik etmeyen bir Müslüman, bu ifadenin kutsal mantığına sahip olamazsa bu şehadeti Allah katında kabul görmez. Veda Haccında çok sayıda Müslüman bu şahitliği gerçekleştirmiş ve böylece Hz. Muhammed görevini tamamlamıştır. Hz. Muhammed’e  (sa)öncelikle hürmetkar bir insandır. Ona göre Hz. Muhammed, peygamberlik gelmeden önce sıradan bir insandır.  Peygamberin öncelikle bir kul olduğunu ve bu kulluğun ona sorumluluklar yüklediği görüşündedir. Buna göre Hz. Muhammed’i (sa)  insanüstü bir varlık saymanın yanlış olduğunu belirtir. Bu görüş İslamcılarda var olan peygamber anlayışına örnektir. Ahmet Naim, peygamberin sıradan bir insan olduğuna dair pek çok hadis ile görüşlerini destekler. Allah’a ibadet etmenin ve peygambere itaat etmenin dinin en önemli görevi olduğunu söyler. İtaatin aynen bir ordu kumandanına nasıl uyuluyorsa o şekilde olduğunu ve itaat etmeye de kimsenin zorlanmadığını belirtir. Bununla peygamberin sorumlulukları ümmetinin sorumluluklarından daha ağırdır der. Örnek olarakta peygamberin kendisine farz olan gece ibadetlerini gösterir.

Ahmet Naim, yaptığı Hadis tercümelerinde yenilikler getirir. Tercüme metnin içerisinde parantez içerisinde açıklamalar getirir. Metin, parantez kaldırılarak okunduğunda anlam bozulması olmaz. Türkçeye kazandırdığı bu yenilik onun dile olan hâkimiyetinin göstergesidir.

Ahmet Naim, geleneksel bilgi birikimine hâkim olunmadan, kütüphaneler dolusu bilgi keşfedilmeye muhtaçken, modernizm kaynaklı düşünce yapıları ile konuya yaklaşılmaması gerektiğini belirtir. Bu düşüncesi ile tasavvufa olan ilgisi de önem kazanır. Ona göre tasavvufta irfan (İslami birikimle ancak kavranacak hissedişler, edebi yaklaşımlar, ruh hali vurgusu) şeriatın illet, sebep ve hikmetlerini açıklayan ilimlerinden biri olarak kabul edilmelidir.

Ahmet Naim, ibadet konusunda oldukça hassas bir kişiliktir. Son nefesini, öğle namazının ikinci rekâtında secdede iken verir. İslam’ı tam anlamıyla yaşamanın örnekliğini sergilemeye çalışır. Ahmet Naim’in düşüncesinde dini hükümlerden, yalnızca itikat ve ibadetle ilgili konular anlaşılmaz.  İbadet, onun gözünde İslam’ın önemli fonksiyonlarından biridir. Eylemle ilgilidir. Diğer mana ve hal ağırlıklı fonksiyonlarla bir araya geldiği zaman İslam, yıkılmaz bir yapıya bürünür.

Hurafe kavramına olan tavrını açıklayan Ahmet Naim, günümüz deyimi ile “uçan kaçan” şeylerin dinde bulunmadığını, dolayısı ile bu tür ritüellerin ibadet olarak İslam’da yerinin olmadığını savunur. Dinin klasik ibadet emirlerinin tek başına yerine getirilmesinin bir Müslümana yetersiz geleceği düşüncesindedir. Davranışlara dönüşmeyen ibadetler insana olumlu özellik kazandırmayacaktır. Namaz ile orucun yanı başına insanlara iyilik etmek gibi fiili ibadetleri muhakkak eklemek gerekmektedir. Ona göre zamanın şartları değişse de kesin olan naslar değişmez. O, İslam’ın emirlerini ibadetlerden ibaret görmez. Dinin, beşerle olan ilişkileri her türlü durumu içerir. “Onun için bu risalede kendi memleketimizde hüküm süren ahlak ve terbiyenin, âdet ve meşreplerin ne şekilde ve ne gibi esaslara dayandığı anlatılacak ve burada açıklanan hakikatler pek cüzi farklarla bütün İslam âlemine intibak edeceğinden bu eser iki belli başlı fayda sağlamış olacaktır.” “Her yerde olduğu gibi, ahlak kaidelerini, insan vazifelerini, beşerin hayatını düzenleyen muamelelerin dayandığı kanunları, insanlara ilk öğreten kaynak dindir.” (“İslam Ahlakının Esasları”A. N. Babanzade)

Siyasetin nasıl uygulanacağını Ahmet Naim şu şekilde açıklar:

“İstikrarımız bir Osmanlı hükümeti olmaktan ziyade bir Hükümeti Muazzama-i İslamiyedir’’ Ona göre, İslam hükümetinin temel düsturu, halifelik makamı ile İslam milletlerini bir arada tutmaktadır. Bunun için devlet isminin Osmanlı olması ya da farklı bir şey olması önemli değildir.

Batıya benzemeyi tehlikeli bulan Ahmet Naim, Osmanlı Devletinin, İslam milletleri için vazgeçilmez bir devlet olduğu düşüncesindedir. “Osmanlı Devleti, hilâfeti elinde bulundurmasından ötürü, bütün Müslüman milletlerin merkezi olduğu için, yalnızca bu ülkenin devleti olmakla kalmayıp, tüm Müslüman milletlerin devleti durumundadır‟ diyebiliriz. Çeşitli İslâm milletlerini, farklı ırklardan Müslümanları, tek bir manevî bayrak altında birleştirerek Batılı ülkelerin bir ütopyadan öteye geçmeyen tek bir çatı altında toplanma düşüncesini, Osmanlı en mükemmel bir biçimde oluşturmuştur…Arap, Türk ya da İranlıyı bir arada tutan Osmanlının ümmet ideolojisidir. Ümmet bilinci, İslam milletlerini emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı ayakta tutacak olan bir ideolojidir. Eğer bu ideolojiye karşı, Frenk mukallitliği bulaşıcı bir salgın olarak yayılırsa tedavisi çok kolay olmayacaktır’’ görüşündedir.

 “İslam’da Davayı Kavmiyet Yoktur” isimli çalışmasında, Osmanlının son döneminde II. Meşrutiyet dönemi ile birlikte yükselişe geçen Milliyetçilik ve Türkçülük akımlarına karşı fikri reddiyesini belirtmiştir. Türkçülük akımına karşı verdiği cevapların hepsi din kaynaklı değildir. Sosyal antropolojik örneklerle de, Anadolu’da yaşayan Türk etnisitesi ile Orta Asya’nın steplerinde yaşayan, dini değişik, adetleri farklılaşmış bir Türki kavmin birbirlerinden oldukça farklılaştığını anlatır;

“Bizim davamız şudur: Dava-yı cinsiyet Musa Kâzım Efendi Hazretlerinin buyurdukları gibi şer’an mezmum ve merduttur. Tabir-i şer’isi vechiyle, bir dava-yı Cahilîyettir. İslâm’ın kıvam ve bekasına, müslimînin refah ve seadetine en müdhiş darbedir. Bâhusus hemen hemen bütün diyâr-ı İslâm diyâr-ı küfre inkılâb etmişken buradaki bir avuç müslümanın "Ben Türküm”, "Ben Arabım”, "Ben Kürdüm”, “Ben Lâzım”, "Ben Çerkezim” gibi daiyelerle yekdiğere karşı zerre kadar revabıt-ı muhabbeti gevşetmeleri hele düşmanlarımızın pây-i tecavüzü ta kalbimize bastığı bir sırada cinnettir. Ve asabiyet-i kavmîye bayrağını ellerinde tutanların aldığı manaca da “Vatanperverlik”e münafidir. Din ve iman, akıl ve iz’an sahasından teba’üd edilse bile seadet-i kavmîye serab-ı mağfeli ardında koşan Arnavut kardeşlerimizin başına gelen musibet-i azimi bize müdhiş bir ders-i ibretti.”

 “İslam’da Davayı Kavmiyet Yoktur” isimli çalışması ile Ahmet Naim, yükselen milliyetçilik akımlarına karşı ümmetçiliği savunan ve İslam dininin toplumsal düzenine zarar getirebilecek her türlü fikirle mücadele eden bir yazardır.

Onun zaman dilimi, çöküşe doğru giden bir devlet yapısıyla karşı karşıyadır. Bu devlet, onun düşüncesinde sıradan bir devlet değildir. Devletin çöküşü, ümmetin çöküşüdür. O, bu düşüncesi ile ümmetin sorunlarını hem dini hem de siyasi açıdan ele alır. İslam toplumlarına giren kavmiyetçilik, ümmetin en büyük hastalığıdır. Kavmiyetçiliği, cahillik ve din dışı bir kavram olarak değerlendirir. Bu düşünceye karşı, kalemi ile fikir mücadelesinde bulunur. Bu mücadelesi sadece Türkçülere karşı değildir. Arapçılığa, Kürtçülüğe ve diğerlerine de karşıdır.

Babanzade Ahmet Naim, 1872 yılında Bağdat’ta başladığı hayatına 1934 yılında hadis tercümesi sırasında, namaz sırasında geçirdiği rahatsızlık ile son nefesini verir. Kabirleri, çok sevdiği arkadaşı Mehmet Akif ile birlikte yan yanadır. 52 yıllık ömrü ile birlikte fikir hayatımızda önemli izler bırakmış bir insandır.

( “II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ İSLAMCILARIN DİNİ GÖRÜŞLERİNİN SOSYOLOJİK OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ: BABANZADE AHMET NAİM ÖRNEĞİ” 2018, Mehmet Asım Özdemir, Karabük Üniversitesi İsimli Yüksek Lisans Çalışmasından özetlenmiştir.)

HABERE YORUM KAT

1 Yorum