Bartın Özgür-Der Eğitim Faaliyetleri Başladı
Bartın Özgür-Der yeni dönem faaliyetlerine başladı. Özgür-Der başkanı Rıdvan Kaya’nın sunumuyla ‘’Çözüm Süreci ve Savaş Konjonktüründe Türkiye’’ konulu seminer çerçevesinde ‘Kürt Sorunu’ ele alındı.
Bartın Özgür-Der yeni dönem faaliyetlerine başladı. Özgür-Der başkanı Rıdvan Kaya’nın sunumuyla ‘’Çözüm Süreci ve Savaş Konjonktüründe Türkiye’’ konulu seminer çerçevesinde ‘Kürt Sorunu’ ele alındı. Dinleyicilerin sorularıyla ele alınan konuya ilgi yoğun oldu. Rıdvan Kaya konuşmasında şunlara değindi;
Bu gün Türkiye’de gelinen noktada yoğun bir çatışma süreci yaşanıyor. Kuşkusuz devlet güçlerinin PKK güçleriyle çatışmasının bir maliyeti ve bedeli de somutlaşmaya başladı. Yakılan yıkılan mekanların ve öldürülen insanların olması Türkiye halkı üzerinde konunun sürekli gündem olmasına ve moral bozukluğuna yol açıyor, psikolojiler etkileniyor.
Müslüman olmamız gereği, emri bil maruf nehyi anil münker görevimizi yerine getirirken bu toplumun sıkıntılarını görmezden gelmemiz mümkün değil. Var olan sorunların bizi sevk ettiği durum ve alacağımız tavırla ilgili arka planın bilinmesi gerekiyor. Geçmişten bugüne tüm bu olanları resmi ideolojinin dayattığı çatışma olgusuyla mı okumalıyız?
Objektif olarak asırlık zaman diliminden bakarsak bu ülkede Kürt sorunu olduğunu, sıkıntıların yaşandığını bir gerçeklik olarak kavrarız. Tevhidi bilince sahip Müslümanlar olarak bu meseleye devletin Kürt halkına karşı tutumunun Kürt sorununu doğurduğunu, bölgede ve Kürt halkı içinde muhalif tepkilerin çıktığına ve PKK’nın da aynı ortamda doğduğuna şahit oluruz. Kürt sorununu tek başına PKK’ya bağlı olarak açıklarsak sorunu yapay hale getirmiş oluruz, oysa sorunların PKK’yı ürettiğini tespit etmeliyiz. Birincisi, sorunun kaynağı açısından bakarsak PKK’yı Kürt halkının temsilcisi olarak görmek mümkün değildir. İkincisi, adalet perspektifiyle baktığımızda devletin dayattığı şartlarda oluşan bir sorunu görmekteyiz. Kürt sorununa rejim kaynaklı olgusal bir olay olarak bakarsak PKK’yı daha rahat tartışabiliriz.
Tarihsel olarak ele alalım, tüm coğrafyalarda Fransız Devrimi sonrası ortaya çıkan ırkçı yaklaşımlar toplumlarda etkili oldu, ulusal kimlikler çerçevesinde ayrışmayı başlattı. Süreç içinde bu eğilim emperyalizmin lehte müdahalesi ve entelektüel kesimlerin de katkısıyla iyice yaygınlaştı. İslam coğrafyası da bu akımdan etkilendi ve zaman içinde birçok devlet yapıları kuruldu. İçinde bulunduğumuz toplum da tanımlanırken ümmetten bir ulus yaratılma paradigmasıyla tanımlandı ve bu bağlamda kuramlaştı. Türkiye devleti Kürtleri (Hitlerin Yahudileri yok sayması gibi) yok etmeye çalışmamıştır ancak asimile etmeye çalışmıştır. Bu devlet Türk ulusal kimliğini esas alarak bunun dışındaki aidiyetleri terk ederseniz sorun yok demiş ve politikalarını baskıyla dikte etmiştir. 60’lı yıllardan bu yana ulusal kimlik arayışları sol akımların da etkisiyle ulusalcı Kürt sorunu merkezinde yeni bir ayrışmayı gündeme getirdi. Kürt ulusal kimliğini kendisine merkez alan aydınların öncülüğünde bu tartışma Türkiye’nin gündemine ağırlıklı olarak oturdu. 12 Eylül sonrası cuntanın sol yapılara baskıları bu hareketin kitlesel tabana yayılmasına hız kattı. 70’li yıllarda silahlı akımların şiddeti kendisine yöntem olarak belirlemesiyle beraber bu sorun gündemdeki yerini hep korumuştur. Bu hareket 80’lerden beri gerilla yöntemleriyle yaklaşık 30 yıldır kesintisiz bir şekilde Türkiye gündeminin belki bir numaralı maddesi haline gelmiştir.
PKK’nın cahili kültür ve anlayışta yer aldığını, ideolojisiyle batıcı-modern nosyonlarla mücehhez olduğunu biliyoruz ve bu sebeple meseleyi İslami ilkelerimizle ele almalıyız. Sorunun gelişimini tanımlarken kaynağını, tarihi arka planını bilmeden olaya bakışımız bizi sıkıntıya sokacak çözümleme adına ortaya koyduklarımız eksik, güdük kalacaktır. Ak Parti iktidarı döneminde bu konuda çözüm adına daha cesur adımların atıldığına şahit olduk. Ak Partinin sivil bürokrasiyi pekiştirdiği bir dönemde 2007-2008’li yıllardan itibaren etkili adımlar atabildiğine şahit olduk. Ak Partinin İslami geçmişten geldikleri için topluma konuyla alakalı yapacaklarını kabul ettirmesi daha kolay oldu. İslami kökenden gelen Ak Parti yöneticilerinin uygulamaları ülkenin birçok yerinde milliyetçi tabular karşısında güven kaynaklı sorun yaşanmamasını sağladı. Yani bu ülkenin Kürt sorunu var ve sorunun çözülmesi gerekiyordu algısı benimsendi.
Bugün gelinen noktada ifade etmeliyiz ki, bu sorunun çözümünün başarısız olduğu, iflas ettiği iddia edilebilir. Bu süreç hiçbir işe yaramadıysa bile ülkenin en milliyetçi kesimlerinin bile bu sorunun varlığını kabul etmesine yaramıştır. Hatırlayalım, yakın geçmişte insanların Kürtçe konuşması istenmiyor, bölücülük olarak adlandırılıyordu, Kürtçe yayınlanan bir eser içeriğine bakılmaksızın mahkûm ediliyordu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin genel işleyişinde devlet sadece Kürt ulusal kimliğini yok etmeye çalışmıyor aynı zamanda Türk ulusal kimliğini de inşa etmeye çalışıyordu. Türk ulusal kimliğine uyum sağlamayan bütün kimlikler dışlandılar. Ne mutlu Türküm diyene formunun tam olarak ihsasiyeti gerçekleşti yani. Bir dönem bu coğrafyada insanlara sen kimsin diye sorulduğunda “Elhamdülillah Müslümanım” cevabını verirlerdi. Ne mutlu Türküm diyene sözü Müslüman kimliği ortadan kaldırdı toplumu sekülerleştirdi yani. Bu gün siyasal ortamda insan hakları, hak-hukuk ihlalleri gibi Kürt sorunu özelini de kapsayan, muhtelif alanlarda baskı sorunsalı kaynaklı problemin giderilmesine dönük adımlar atılmıştır. Çözüm sürecinde müzakere söz konusu olmuştu. Kürtlerle ilgili hak taleplerinin örgütsel taleplerle birlikte ele alınmasının yanlışlığı bu gün görülebiliyor. Örgütle Kürtlerin maruz kaldığı hak ihlallerini ve atılması gereken adımları konuşmak bir yanlıştı. Doğal olarak süreç Kürt halkının yegane temsilcisinin PKK olduğu gibi bir algının benimsenmesi zannını yaydı. Aslında tek taraflı baskılanma süreci kritik edildiğinde resmi ideolojiyi benimsemeyen herkesin hala teorik açıdan hatta bazen fiilen mağdur durumda konumu görülecektir. Çünkü bu sistem insanlara kendini dayatmayı sürdürüyor. Andımız kaldırılmasına rağmen hala okul kitaplarında Kemalizm imgelerinin en başat haliyle yer alması buna örnektir. Tüm milliyetçi partiler kendi kitlelerinin kazanımlarını merkeze koyarlar. Kendi örgütsel duruşlarını güçlendirmeye çalışırlar. Herhangi bir ahlaki ilkeyi gözetmeleri söz konusu değildir. Kendi anlayışı dahilinde işleyişte kendi merkezlerinde kalmaları bu yapıların teamülüdür. PKK bu anlattıklarımıza uygun pragmatik yapısını her fırsatta kullanıyor. Cenazelerde çocukları kullanarak kendine alan açmaya çalışan bir mantık işletiyor. Müslümanlar olarak milliyetçi körlük üzerinden veya etkiye tepkiyle olaylara bakamayız. İlkemiz şudur; Allah ve Resulüne düşmanlık konusunda en yakınlarınız bile olsa babalarınız, evlatlarınız, aşiretiniz bile olsa buna meyledemezsiniz. Bir kavme olan düşmanlığınız sizi adaletsizliğe sevk etmemeli. En yakınlarınız bile olsa adaletten sapmadan hakkın şahitliğini yapmalıyız. Bunlar ilkesel temellerimiz ve milliyetçi mantıkla bakanlar bunları göremezler. Türk milliyetçiliği de böyledir. Değil mi sırf Kürt olduğu için insanların işyerlerine saldırılanlar oldu. PKK eylem mi yaptı PKK’nın kendine temel aldığı Kürt kimliğini hedef olarak seçiyor ve bütün Kürtlere saldırıyor yani. Tersinden de PKK eyleminde sivil insanlar mı ölüyor ve sempatizanları da bunu meşru görebiliyorlar. Evinde uyurken kafalarına sıkılan kurşunla iki polisin öldürülmesi savaş konjonktüründen sayılabiliyor. İşte milliyetçi kirlilik bu. İyileştirme adımlarının atıldığı dönem bu dönemdi ama Erdoğan Kürtlerin düşmanıdır sloganının benimsendiği dönem de bu oldu. Örgütün uluslararası desteği arkasında gördüğü için rahat hareket ettiği muhatabına çok rahat dayatmada bulunabileceği, kabul edilmesi mümkün olmayan bazı koşulların da masada veya rutin işleyişte dayatmasının süreci zorlaştırdığını görmek lazım. 7 Haziran seçimlerinin ardından bunu gördük. HDP’nin aldığı oy daha pervasızlaşmasını beraberinde getirdi. Arkasından Suruç hadisesi bahane edilerek çatışma başladı ve sertleşerek sürüyor.
Bir dönem 80’leri, 28 Şubatları yaşamıştık. Bütün muhalif kesimlere karşı devletin nasıl davrandığına şahit olduk. Oradan bugüne gelindiğinde devletin hala kendisini Kemalist olarak tanımlaması bizim açımızdan sorunludur. Bunun değişmesi konusunda mücadele etmekle mükellefiz. Böyle davranmazsak; İslami anlamda toplumsal ve siyasal dönüşümün sorumluluğunu yüklenmesi gereken Müslümanlar olarak temel sorumluluğumuzdan uzaklaşmış oluruz. En temelde 80’li-90’lı yılların devletiyle bugünün devleti arasında çok farklar olduğunu adalet gereği görmek durumundayız. Bölgedeki tabloya baktığımızda 80-90’lı yıllarda devletin izlediği politikalar gündeme geldiğinde Müslümanlar olarak PKK’dan ziyade devletin izlediği politikaların ne kadar yanlış olduğunu bu dönemde yargısız infaz, işkence, köy boşaltma-yakma ve olabildiğince hukuksuz işlevlerin icra edildiğini görebiliriz. Şu an ise bakıldığında örgütün öncelikle kendisini güçlendirdiği bölgenin tamamında insanlara adalet tanımaksızın insanları tahakküm altına aldığı adeta esaret noktasına büründürdüğünü açıkça görmekteyiz. HDP’nin aldığı oyların yüksekliği kısmen bununla alakalı. Bir taraftan milliyetçiliğin getirdiği bir eğilim var bunun arka planında insanlar itiraz edemediği, tartışamadığı hegemonik güç olarak PKK’nın varlığı var. Bölgede devlete yönelik eleştiriyi çok rahat söyleyebiliyorsunuz ama PKK’yla ilgili en küçük bir eleştiride bulurken tedirgin oluyorsunuz. Birileri bize siz geçmişte devleti eleştiriyordunuz şimdi muhalifleri eleştiriyorsunuz diyor. Dün devlet hiçbir kural tanımıyordu adalet gereği mızrağın sivri ucunu oraya çevirmiştik. Bugün başka bir konjonktür ortaya çıktı.
Müslümanlar olarak Kürt sorununa adil bakma zorundayız. Bazen PKK’ya olan tavrımız bizi Kürt sorununu görmezden gelme, Türk ulusçuluğunun dayatmalarını görmezden gelme, hafife alma, göz yumma gibi tutumlarla bizi adaletsizliğe sevk etmemeli, bu konuda adil şahitler olmalıyız. Rasulullah (s) “Kendin için istediğini kardeşin içinde iste.” diyor. Adaleti ancak bu şekilde sağlayabiliriz. Önceliklerimiz, ayrıcalıklarımız gibi yaklaşımlar varsa bu cahili yaklaşımdır. Türklüğümüzün, Kürtlüğümüzün şu veya bu bölgede oluşumuzun Allah katında bir değeri olmadığı gibi insanlar arasında da bir değeri olmaması, mutluluk ya da mutsuzluk kaynağı olmadığını bilmek zorundayız. Rabbimiz yapacağımız işlerde bizleri başarılı kılsın, kardeşlerimizi güç kuvvet sabır metanet basiret yolundan ayırmasın..
HABERE YORUM KAT