‘Barışa karşı değilim ama...’
Fırat Anlı’nın Radikal’de Ezgi Başaran’a söylediği şu sözler, çok dokunaklı ve haklı bir tepkiyi yansıtmanın ötesinde, son haftalardaki tartışmaların psikolojik temelini aydınlatıyor: “Bu süreçte sarf edilen bazı sözler canımızı acıttı ama olsun... Türkiye’deki sol kesim aydınların şüpheleri diyeyim. Kürt siyasi hareketi bu coğrafyanın fikirsel altyapısı ve tecrübesi en kuvvetli hareketidir. Kürtlerin demokrasi bilincinin küçümsenmesi kırıcı oluyor açıkçası... Bizim demokrasi anlayışımız sadece kendi hayatımızla sınırlı değildir...”
Fırat Anlı, Diyarbakır’ın Yenişehir ilçesi belediye başkanıydı. KCK davasından geçenlerde serbest bırakıldı. Hukukçu olan Fırat Anlı, deneyimli bir Kürt siyasetçisi.
Anlı, bu sözleri Diyarbakır’daki büyük Newroz kutlamasının ardından söyledi. Söylediklerinin anlamı, bir “gönül kırıklığı”nın çok ötesinde.
Öcalan’ın “Silahlı mücadele dönemi bitmiştir” sözlerinin ardından önce bir şaşkınlık yaşandı. Ardından küçük küçük imalar şekillendi. “Apo devletin elinde esir, onun hür iradesiyle karar vermesi mümkün değil”, “Şimdi de dine sığındı” gibi yorumlar; giderek bir “ses kirliliği” yaratmaya başladı.
Son dönemdeki “psikolojik baskı”lar, karmaşık bir harita oluşturmuş durumda: AK Parti’ye sağ kesimden, PKK’ya ise kendisini solda tanımlayanlardan baskı geliyor. Geçen gün, “ulusalcı” bir gazete, “Diyarbakır” ekimizden ve çözüm yanlısı yayınlarımızdan yola çıkarak Taraf’a dair şöyle bir hüküm vermiş: “AKP-PKK açılımının gazetesi olma yolunda...”
Sağ kesimden ve solun milliyetçiliği öne çıkan kesitlerinden, “Türklük elden gidiyor” bildirileri geliyor. Tepkiler kitleselleştirilmeye çalışılıyor. Solun şimdiye kadar Kürt hareketine destek vermiş olan kesimlerinin ruh hâli, “ilginçleşmeyi” sürdürüyor. Bazı kesimlerden de, “Öcalan’la devlet nasıl bir anlaşma yaptı bilmiyoruz. Kendileri bilirler” gibi “eski dost sitemi” havasında ifadeler geliyor.
Yani, bir kesim, “Kürtlerin oyuna getirildiği” gibi bir “romantizm” içinde. “Hükümet onlara bir şey vermeden teslim oldular” doğrultusunda imalar yoğunlaşıyor.
“Çözüm karşıtı sol”un kendi içinde bir “ağırlık” oluşturmadığını düşünebiliriz. Ancak: CHP’yi de analize dâhil ettiğimizde, ciddiye alınması gereken bir “ağırlık” oluşuyor. Marjinal gibi görünen “sol milliyetçi kesim”in CHP ile olan “psikolojik alışveriş”ini küçümsememek gerekiyor. Deniz Baykal’ın öncülüğünde “Türk adını Anayasa’dan silmek istiyorlar” diye başlayan itirazlar, geniş sağcı çevreleri de kapsama alanına dâhil eden bildirilere dönüşebiliyor.
Veysi Sarısözen, Gündem gazetesindeki dünkü yazısında, sürece ilişkin inişli çıkışlı gelişmeleri yorumlarken şunları belirtiyor: “...Başbakan ne derse desin, KCK nasıl yanıt verirse versin, bunlar barış sürecinin ayrılmaz parçaları olduğu için, barış süreci bu sözlerden ve yanıtlardan, karşılaşılacak diğer zorluklardan dolayı sona ermez.”
Sürece günlük kaygılarla değil, Veysi Sarısözen gibi sonuca odaklı baktığınızda böyle bir yorum ortaya çıkıyor. Bu dünyadaki, “ama”lara en az ihtiyaç duyan kavramlardan biri, belki de birincisi barıştır... “Önce şu bizim istediğimiz demokrasiyi getireceksin, bizim her türlü endişemizi gidereceksin, yoksa barış falan olmaz” gibi yaklaşımlar, “barışı anlamaya direnmeyi” çağrıştırıyor.
Kürtler; demokrasiyi ve kimlik haklarını aynı netlik içinde talep etmeyi sürdürüyorlar. “Silahlı mücadele döneminin bittiğini” belirten Öcalan’ın çağrısını onaylıyor olmaları; taleplerinin ciddiyetinden, sürecin önem ve zorluğunun farkında olmalarından kaynaklanıyor.
“Kürtlerin demokrasi bilincinin küçümsenmesi kırıcı oluyor” diyen Fırat Anlı, bir “duyarsızlığa” ve “anlamazlığa” net bir tepki gösterdi... Önümüzdeki günlerde, Kürtleri küçümseyen “Beyaz Türk” mantığını masaya yatırmayı sürdüreceğiz.
Yazımı siyaset bilimci Franz Alt’ın bir sözüyle noktalıyorum: “Kendileriyle barışık olmayan, iç dünyalarında barış ve huzur olmayan insanlar; barışa katkıda bulunamazlar.”
TARAF
YAZIYA YORUM KAT