Barış İstersen Savaşı Kışkırt
Gücü yetse sadece bölgeyi değil bütün bir ülkeyi mayın tarlasına çevirecek bir örgütün işlediği sistematik cinayetleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Başbakan Davutoğlu’na veya AK Parti hükümetlerine ciro etmeyi en kolay ve faydalı yol bellemişler. Çözüm süreci özünde doğru, iyi niyetli ve büyük bir riskler barındıran tarihi bir karardı.
Yanlışlar, eksikler, tutarsızlıklar, belirsizlikler hatta korkular sebebiyle zaafa uğradığı, zayıfladığı olduysa da bu dönemde temel hakların genişletilmesi, özgürlük ve refaha dair kazanımlar noktasında hiç geriye gidiş olmadı. Lakin çatışmasızlık kararını takip edecek silahsızlanma süreci Kandil’deki savaş ağaları kadar PKK’nın şiddet ve yıkım potansiyeline mehdi gibi umut bağlayanları da tedirgin etti.
Barışa Giden Mayınlı Yol
Dağlıca’yı hemen takiben Iğdır’da düzenlenen mayınlı saldırılarla katledilen asker ve polislerin haberi beklendiği üzere bir anda ülkeyi alt üst etti, siyasal ve toplumsal zeminde öfkeyi kabarttı. Suruç’taki bombalı saldırıyı takiben PKK, giriştiği saldırı ve cinayetlerin şiddet ve sıklığını arttırarak toplumdaki öfkeyi patlatmak, siyaseti çökertmek ve en genel manada güvensizlik ortamını hâkim kılmayı hedefliyor. Fakat bu süreçteki en acayip durum ise siyaset ve toplumun meşru mücadelesini çökertmeye yönelik saldırıların salt PKK-HDP kanadından neşet etmiyor oluşuydu.
HDP’nin AK Parti’yi bloke edip tasfiye etme potansiyeli kadar PKK’nın silahlı mücadelesi de TÜSİAD ve Fethullahçı cephe marifetiyle meşru, makul hatta misilleme kabilinden muamele gördü. Öyle ki, PKK tarafından işlenen cinayetler de bu cinayetlere HDP cephesinden zemin hazırlayan veya haklılık isnat eden konuşmalar da hiç zorlanmaksızın “barış ve demokrasi tutkusuna bağlı mağduriyet patlaması” olarak tercüme edildi. Hatta bütün bir süreç PKK’yı aklamak ve masumlaştırmak da içinde olmak üzere Erdoğan ve Davutoğlu’na yüklenerek “7 Haziran yenilgisini hazmedememe”ye indirgendi.
Çözüm Süreci’nin hedefi PKK’nın HDP üzerinden siyasi zemine çekilmesiyken tam tersine HDP’nin militarize edilmesi gibi garabet ve felaket bir canavarlaşma teşvik ve tembih edildi. HDP’nin değer ve önemi PKK namına olduğu kadar TÜSİAD ve Fethullahçı cephe namına da Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nu itibarsızlaştırmaya, zayıflatmaya ve nihayetinde tasfiye etmeye katkı sağladığı kadardır. Bu itibarsızlaştırma, zayıflatma ve tasfiye sürecinde bütün imkânlarıyla seferber olmaktan vazgeçtiği anda HDP tam bir siyasi mevtaya dönüşecektir.
Hükümetin Çözüm sürecindeki eksik, zaaf ve kusurları hiç az değil. Halen bir irade kusuru ve yönetememe krizi yaşandığına dair güçlü emareler var. Lakin bu durum kadrolar arasındaki yetersizliklerden daha fazla çok cephede çarpışıyor olmaktan kaynaklanıyor. Psikolojik ve söylem üstünlüğünü kurmak askeri ve siyasi üstünlüğü kurmaktan bağımsız değil. PKK defalarca yaptığı gibi 13 yaşındaki Fırat Simpil’i de mayınla paramparça ederek katlediliyor. Ama Fırat’ın ölümü bir gün bile olsun kamuoyunda gündemi belirleyemiyor. Dr. Abdullah Biroğul, PKK’lılar tarafından yolu kesilip katlediliyor TTB’ni filan geçtik ortada Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu bile gözükmüyor.
Öfke Haklı, Hedef Yanlış!
PKK’nın katlettiği insanların arkada ne doğru düzgün bir resimleri ne de duygulu bir hikâyeleri var. Hikâye edilmeyen cinayetlere, resmedilmeyen katliamlara rağmen haklı öfke büyüyor ama bu öfkenin kanalize edileceği esas aktör ve merkezler bir türlü işaretlenemiyor.
PKK’ya yönelik askeri operasyonlar kadar HDP ve paralelinde konuşlanan aydın-akademisyen-sanatçı gibi barış ve demokrasi maskeli tiplerin mayınlı-bombalı harekâtları meşrulaştıran psikolojik savaş stratejilerini de çökertmek esas alınmalıdır. Dağlıca ve Iğdır’daki katliamları müteakiben sokaklara taşan öfkenin gelip geçici ve yıkıcı bir nefret seli değil kalıcı ve yapıcı bir kararlılığa dönüştürülmesine gayret sarf etmek elzemdir. Medyaya yansıyan kimi öfke patlamaları adalet ve merhamet sınırlarını aştığı oranda bütün bir topluma zarar vermekten öteye geçemez.
Öfkeyi Kürt toplumuna değil doğru hedefe yani Kürtleri bütün bir topluma karşı azap askeri olarak cepheye sürmeye odaklanmış PKK-HDP’ye ve müttefiklerine karşı bir kamuoyu baskısına dönüştürmekten başka çıkış yok. İki gündür sokaklara çıkan kitlelere bakıp “pek yakında iç savaş çıkar”, “bakın söylemiştik size giderek Suriyelileşiyoruz” veya “bu yolun sonu hepimiz için cehennemdir” filan gibi panik-korku salmaya yönelik söylemlerin yakın vadede gerçeklik değeri yok.
Bu söylem sahipleri yaşanan savaşı AK Parti Hükümeti’nin hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsi ikbali için (PKK’ya değil) topyekûn Kürtler’e düşmanlık ve saldırısı olarak nitelemekte inat ediyorlar. Çünkü korkuyu büyütmek ve sürekli kılmak iktidarlarının en temel stratejisini teşkil ediyor. Barışı temenni eder gibi yapıp savaşı kışkırtıyorlar bu sebeple. Hem kirli bir örgüt ve ideolojiyi hem de barbarca bir savaşı barışçıl jargonlarla sempatik kılıp teşvik edenlerle bu toplumun çok ciddi bir hesabı olacak. Toprağı mayınlamakla toplumu mayınlamak arasındaki suçun bedeli arasında nüanslar var nihayetinde.
YAZIYA YORUM KAT