1. YAZARLAR

  2. Bejan Matur

  3. Barış, bayrak, hassasiyet
Bejan Matur

Bejan Matur

Yazarın Tüm Yazıları >

Barış, bayrak, hassasiyet

30 Ekim 2009 Cuma 02:11A+A-

Herkes semboller üzerinden düşünüyor. Batı kamuoyunda, Kürt meselesi ve çözümü üzerine kafa yoranlar arasında Silopi meydanında Türk bayrağı görmek isteyenler var.

Silopi'de toplanan kalabalığı yönlendirenler açısından bu, bir ihtimal olarak bile akla gelmiyor. Böyle bir kamuoyunu yönetmek zor. Kürt sorununun çözümünü samimiyetle isteyenleri zorlayacak bir algı uçurumu bu. İstiklal Caddesi'nde Türk Solu dergisinin 'dağa çıkanı da, çıkaranı da asacağız' sözleri, mail gruplarına yansıyan intikamcı dille birleşince, bu toplum, artan öfkeyi nasıl tolere edecek diye düşünüyorsunuz istemeden.

Cumhuriyet bütün bunların gölgesinde yeni yaşına giriyor ve Cumhuriyet'in yegane bekçisi artık asker değil. İyi olan tek gelişme bu. Askerin ağır aksak da gitse, işleyen bir demokrasiye müdahale etmesi, artık bir kara leke olarak algılanıyor. Olması gereken 86 yıl sonra oluyor nihayet.

Koca bir şiddet döneminin biriktirdiği duygular son gelişmelerle arz-ı endam ederken, düşünceyi bulandıran öfke üste çıkıyor. Sanki son otuz yılı yaşayan bu toplum değilmiş gibi. Başbakan'ın konuşmalarına yansıyan anlayış toplumun genelinde yok. Ortak tarihe, ortak değerlere, ortak acıya bakarak olanı anlamaya çalışanların sesi gürültüde boğuluyor. Görünen sadece semboller. Gelenlerin ne giydiğine, meydanda hangi posterlerin dalgalandığına bakılıyor. Diyarbakır'da toplanan kalabalığın ruh haline değinmeye çalıştığım yazıya gelen tepkilerden biliyorum. Doğudakinin barış dediğini batıdaki şov gibi algılıyor. 'Barış, eşitler arası bir durumdur. Devlet, PKK ile eşit mi ki barıştan söz ediliyor?' diye sormuş bir okur. Halbuki oraya toplanan kalabalığın önemli bir kısmı için barışın tarafları değil, getireceği huzur önemli. Barış, silahların susması demek her şeyden önce. 'Benim askeri, askerin beni öldürmemesi demek' bilinciyle algılıyor. Silahların susması hepsinin hayatını ilgilendirdiği için meydandaki sayı büyüyor. PKK'lı oldukları için değil. Kırk ayrı ruh hali bir meydana toplanınca, dışarıdan bakana yekpare görünüyor.

Kitlesel psikolojinin mahzenlerine bakmak zahmetli olduğu için belki de ilk gördüğümüzle yorumluyoruz dünyayı. Ben E-5'te intikamcı sloganlarla yürüyen gençleri gördüğümde, kitlesel şoven bir dalga ihtimalini düşünerek kaygılansam da bunun toplumun tümüne yayılmayacağını biliyorum. Aynı şeyi Kürtler için de düşünmemiz gerekmez mi? İlk bakışta göze çarpan kitlesellik kaygı yaratsa da, bunun devam etmeyeceğini sağduyu sahibi olanlarımız görebilmeli. 'Ben otuz yıldır bekliyorum' diyen kadını hatırlayın, otuz yıl sürmüş bir bekleyiş, karşıdakine ürkütücü gelecek bir kitlesellikle vücut bulabilir. Ama her geçen gün o heyecanın azalacağını da eşyanın tabiatı bize söyler. Siyaset, marjinal grupları ayırarak, daha geniş araçlarla meselelere bakmamızı gerektirir.

Bu karşılıklı halleri birbirine tercüme edecek küçük jestler mümkün aslında. Düşünün; dağdan dönenler Habur'dan girdiklerinde karşılamaya gelen kalabalığa; bu meselede hayatını kaybeden herkes için bir cümle kursalardı... Ölen herkesin anısına, ortak acıya işaret eden, ortak bir yas cümlesi kursalardı, bugün konuştuğumuz her şey başka türlü görünmez miydi? Bu uğurda hayatını kaybetmiş herkes için sarf edilecek bir cümlenin gönüllerde açacağı kapı ne giyilen giysilerin anlamını öne çıkarırdı ne de dalgalanan posterlerin. Asıl ortaklık, asıl birlikte ülke hayali o zaman inandırıcı olurdu. Bu olmadığından değil. Ben gelenlerin gözlerinde ilk gün hissedilen heyecanın gerçek bir eve kavuşma heyecanı olduğunu düşünüyorum.

Ama dönülen evin bir ülkede olduğu ve o ülkede beraber yaşandığını unutturan ideoloji perdesi, hassasiyetleri görmemizi engelliyor. Ölen herkesin anısına sarf edilecek tek bir cümlenin getireceği barış, ağızlardan çıkan binlerce barış sloganına bedeldir çünkü...

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT