1. YAZARLAR

  2. AHMET MARUF DEMİR

  3. Barajın Kopan Kapağı ve Bir "Dış Güç" Olarak Yağmur
AHMET MARUF DEMİR

AHMET MARUF DEMİR

Yazarın Tüm Yazıları >

Barajın Kopan Kapağı ve Bir "Dış Güç" Olarak Yağmur

19 Aralık 2018 Çarşamba 12:00A+A-

Son zamanların en fazla kullanılan kavramlarından birisi de hiç kuşkusuz "Dış Güç" kavramı. Öyle ki memlekette elinizi nereye uzatsanız, bir "Dış Güç"e değecek vaziyette. Bir insana kırk kere deli dersiniz, o da kendisini artık deli zanneder ya; "Dış Güç" retoriğinin de böyle bir etkisi var. Her ne olursa olsun... Bu söz dizisi herkesi ikna etmek için yeterli görülüyor. Her ne yaşanılırsa yaşanılsın... Yine bu söz dizgisi her şeyi açıklamak için hazır kıta olarak sürekli yan cepte bekliyor. "Sayın seyirciler, cağnımın memleketinde neler oluyor?! Gün geçmiyor ki, bir gün daha gün geçmesin!" saçmalığıyla haber bültenleri açılıyor, kapatılıyor. Tabi böylesine açılışı yapılan haber bültenlerinin ikinci cümlesinin içinde, "Dış Güç/ler" ifadesinin kullanılmaması da haliyle kaçınılmaz oluyor.

"Ey Dış Güç/ler! Elma dersem çık, armut dersem çıkma!" gibi ayinler tertip edilmeye kadar işler umarım varmaz.  Öyle ki, hükümet ve hükümete yakın medya tarafından sürekli "Dış Güç/ler" retoriği serdediliyor. Haliyle tebaanın balatayı sıyırtması da bir an meselesine dönüşüyor! Şu bilinmelidir: "Dış Güç/ler" sadece bugünün konusu değildir. Son 16 yıla damgasını vuran R.T. Erdoğan döneminin çokça benzetildiği -bu konuyla alakalı ileriki zamanlarda bir yazı neşretmeyi planlıyoruz- 2. Abdulhamid Han dönemine çokça benzer yönleri de vardır. Okumalarıma bakılınca inanılmaz derecede öyledir de. İlerlemeci tarih anlayışına karşın tarih tekerrürden ibarettir anlayışı bugün de karşı karşıyadır!

Nitekim o dönemin de en başlıca belası yine "Dış Güçler" olmuştur. Bundan sebep, "Dış Güç/ler" mevzusunu günümüz medyası eliyle tarihin bu dönemlerine hapsetmek çok da hakkaniyetli değildir. Hatta, İslam'ın ortaya çıktığı günden beri bu mevzu, bu coğrafyanın artık kaderi olmuş gibidir. Eksiğiyle fazlasıyla... Yanlışıyla doğrusuyla... İslam'sı bir dil, bir anlayış nerede varid olmuşsa, ısırgan otu misali "Dış Güç/ler" de hemencecik orada bitivermiştir. Tarihimiz bu sahneye sürekli şahid olmuştur.

Miladi 610 senesinden sonra doğan İslam Güneşi, yaşamış olduğumuz bu coğrafyayı ısıtmıştır. Üzerinden çok zaman geçmemiştir ki Sasani İmparatorluğu yıkılmıştır. Bizans İmparatorluğu batıya sıkışmıştır. Ve o günden bugüne "Dış Güçler" hep bu coğrafyada at koşturmak istemiştir. Somut bir örnek; Kudüs muhafızı Selahaddin'in karşısında kimlerin olduğuna bakmak lazım gelir. Deniz aşırı ülkelerinden ve altından tahtlarını bırakıp topraklarımıza kadar gelen imparatorlar, krallar, rahipler, papalar neyin mücadelesini vermişlerdir acaba? Bu sorunun cevabını iyice araştırmak gerekir. Bütün bunları sorgulamak ve üzerinde düşünmek bu coğrafyanın her bir insanı için elzem mahiyettedir. Bu soruların cevaplarını aradığımız takdirde, üstesinden gelinebilecek basit şeyleri dahi "Dış Güç/ler"e bağlamanın çok da sağlıklı olmadığı fark edilecektir.

İslam Tarihimizde önemli bir yere sahip olan Uhud harbi, bir başka ders niteliğindeki örneğimizdir. Öncesi ve sonrasıyla ibretliklerle dolu olan bu harbin bizlere öğrettiği elbette çok şey vardır.  Onlardan en önemlisi savaşın sonucu Müslümanların lehineyken birden aleyhine dönmesidir. Müslümanların "başımıza bu nereden geldi?" sorusu ve soruya cevap mahiyetinde inen ayetler de evrenseldir: "Onların (müşriklerin) başına (Bedir’de) iki mislini getirdiğiniz bir musibet (Uhud’da) sizin başınıza geldiğinde, “Bu, nereden başımıza geldi?” dediniz, öyle mi? De ki: “O (musibet), kendinizdendir.” Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter." Ali İmran/165

Daha önce de söyledik. Bu coğrafyalarda Dış Güç/ler'in oyunu, fitnesi, tuzak kurması bitmez. Ama bu durum, kendi ellerimizle yapmış olduğumuz hatalarımızı ve bu hatalar sonucu başımıza gelenleri görmezlikten gelmesini engellememelidir. Faturayı hep başkalarına çıkartmamalıdır. Kendimizi daimi olarak sütten çıkmış ak kaşık olarak göstermemelidir. Mesela... Bir yerde tren kazası olur. İnsanlar ölür. Tren kazasının nedeni bellidir. Kaygan toprak zemine ray döşenmiştir. Bu olayda belli ki ihmalkarlık vardır. Ama ihale "Dış Güç/ler"de kalmıştır. Yine yakın bir örnek... Bir başka tren kazasında denetim eksikliğinden kaynaklı sinyalizasyon çalışmamıştır. Ortada bir enkaz bulunmaktadır. Lakin kimse bedel ödemeye razı değildir. Olay ilk günlerde Dış Güç/ler'e bağlanmasına rağmen sonradan bir yargılama en azından olmuştur. İyi de olmuştur.

Bu gibi durumlarda belki de bizim ülkemiz için en büyük trajik örnek Soma katliamıdır. Orada da denetimsizlikten kaynaklanan bir cinayet yaşanmıştı. Ardından da olay kadere tahvil edilmişti. Yani "Dış Güç"e! Son örneğimiz de Dicle Barajı olsun. Malumunuz Dicle Barajının su bırakma işlemi sırasında barajın bir kapağı kopmuştu. Hamdolsun. Can kaybı yaşanmamıştı. Burada elbette yetkililerin acil önlem alma çağrısının etkisi olmuştur. Valiliğin, DSİ'nin ve Belediyenin acil duyuruda bulunmaları takdiri hak etmektedir. Ama yetkililerden yapılan ilk açıklamada ise suçun yağmurun fazla yağması olarak gösterilmişti! Kapak kontrolleri en son ne zaman yapılmıştı? Hidrolik mekanizmaları tam randıman veriyor muydu? Görevliler işin ehli insanlar mıydı? Barajda ya da kapaklarında çatlak var mıydı? Diğer kapakların durumu nedir? Madem işin müsebbibi yağmur, neden o kapaklara bir şey olmadı? Hamdolsun tabi. İyi ki de olmadı. Olsaydı ne olurdu? Madem böyle hem niye barajlar var ki?! soruları es geçilmişti.

Bu coğrafyanın en büyük belalarından birisi Dış Güç/ler'dir. Amenna! Bundan kimsenin şüphesi yok. İşin rengi, bu coğrafyadaki insanlarının sıkıştıklarında kurtarıcı olarak yine "Dış Güç/ler"e sarıldığında değişmektedir!  Akleden insanların kafalarında soru işaretleri her seferinde durmaktadır.

Bu ülkenin en büyük problemi nedir? diye sorarsanız. El-cevap; Denetimsizlik derim. Adalet, ekonomi, siyaset, sağlık ve hayatın içinde olan her ne varsa onlarla alakalı denetimi sağlamalıyız. Denetim olmadan bu tür olumsuz hadiseleri yaşamamız her an mümkündür. Denetimleri de maaş korkusu, amir korkusuna sahip olanlarla değil, Allah korkusunu yaşayan işinin ehli insanlarla yapmalıyız.  Denetimi yapılacak alanları da işinin ehli olan insanlara bırakmalıyız. Bütün bunları başardıktan sonra başımıza kaza-bela hiç gelmeyecek diye elbette bir garanti yok. Ama başımıza kaza-bela zaten gelecek diye denetimde bulunmamanın da akılla izah edilir bir tarafı yok!

Hem ne diyordu Efendimiz (sav); "Evvela deveni sağlam kazığa bağla, daha sonra Allahû Tealâ'ya emanet et."

YAZIYA YORUM KAT