Bangladeş Neden Müslüman Liderleri İdam Ediyor?
Cemaati İslâmî’nin Bangladeş’teki zorlu yolculuğu Bangladeş’in seküler ve milliyetçi grupların isyanı sonucu Pakistan’dan ayrılmasını kabullenmemesiyle başlamıştır. Ümmet eksenli bir hareket olan Cemaati İslâmî bu dönemde Pakistan ile Bangladeş’in birlik olması gerektiği ve ülkenin bölünmesinin bölge halkının çıkarlarına olmadığı ve bir dayatma olduğu yönünde tutum sergilemiştir. Bu dönemde ayrılıkçılarla Pakistan güçlerinin karşılıklı insan hakları ihlallerinden ayrılık sonrası cemaat sorumlu tutulmuştur. Aslında ülkemizde de Bangladeş’teki zalim, seküler ve vahşi rejim ile ideolojik akrabalık bağları bulunan Esed rejimini mezhepçi saiklerle destekleyen Ceyda Karan benzeri yazarların Cemaati İslâmî’nin katledilen liderlerinin savaş döneminde tecavüzlere karışmak ve katliamlar yapmaktan dolayı öldürüldüklerini söyleyerek idamları meşrulaştırmaya çalışmaları bu tartışmadan kaynaklanmaktadır. Aynı zihniyetteki yapılar Bangladeş’i Pakistan’dan ayırdıktan kısa süre sonra birlik taraftarı İslâmî yapıları ve onların adı altında tüm İslâmî hareketleri ülkeden söküp laikliği güçlendirmek için büyük bir fırsat bulmuşlardı. Esed rejiminin 500 bin masumu açıkça katletmesine alkış tutan Ceyda Karan gibi katliam övücülerin Bangladeş’te bahsi geçen katliamlar yapılırken henüz çocuk olan ve o dönemde de cemaat ile ilişkisi ya bulunmayan ya da çok az bulunan kişilerin idam edilmesine alkış tutmalarına şaşırmaya gerek yok. Asıl şaşılacak konu hem kendi vicdanlarında ve etik anlayışlarında bu ikiliği nasıl meşrulaştırdıkları ve bu kimselerin bu ülkede hala nasıl gazeteci olabildikleri meselesidir. Bu ülke insanı o kadar tahammül ve iyi niyet sahibi ki bu gibi kimseler hala gazeteci sıfatı ile anılabiliyor.
Bu yazımızda bundan yaklaşık 50 yıl önce yaşanan hadiseleri ele almak ve o zaman henüz doğmamış olan Müslüman liderlerin idam edilmesinin katliamlarla ilgili olmadığına değinmek istiyoruz. Ayrıca Cemaati İslâmî ayrılık sonrası yaklaşık 50 yıl boyunca seçimlere katılmış, bazı liderleri bakanlık görevinde dahi bulunmuştur. Yaşanan idamlar ise Cemaati İslâmî’nin ve diğer İslâmî grupların bu bahane ile tasfiye edilmesi sürecidir ve o dönemde tarafların birbirine yaptığı katliamlar bahane olarak kullanılmaktadır.
Hindistan’ın 1947’de din esasına göre Hindu ve Müslüman ülkesi olarak ikiye bölünmesine giden bu kararın alınma süreci, ülkedeki pek çok Müslüman düşünür ve âlimin itirazlarına sebep olmuştu. Hinduların çoğunlukta olduğu eyaletlerde çok ciddi oranlarda Müslüman nüfus yaşamakla beraber Müslümanların çoğunlukta olduğu Kuzeybatı ve Kuzeydoğu Hindistan’daki Doğu Bengal’de (bugünkü Bangladeş) o yoğunlukta bir Hindu nüfus yaşamamaktaydı. Hind Alt Kıtası’nın en yaygın ilmî hareketi olan Diyobendiliğin kendisine atfedildiği Diyobend şehri ve Darul Ulum Diyobend isimli ilim merkezi de bu bölünmeyle Hindu ülkesinde kalacaktı.
Fakat özellikle de İngiltere’de eğitim görmüş ve fazlasıyla Batılılaşmış bir zihne sahip olan Pakistan’ın kurucusu sayılan Muhammed Ali Cinnah’ın Hindistan’dan çekilmekte olan İngiltere’yle birlikte ülkeyi bölmekte diretmesi sonucunda Hind Alt Kıtası din esaslı bölündü. Böylece ülkenin nispeten küçük iki ve birbirinden kopuk, aralarındaki kuş uçuşu mesafe 2000 km’ye yakın olan iki kısmında Batı Pakistan (günümüzdeki Pakistan) ve Doğu Pakistan (Bangladeş) kurulmuş oldu. Bu iki kısım arasında da Hindistan yer alıyordu. İki parça arasında ulaşım hatta iletişim imkânsıza yakın derecede zordu. Hindistan yönetimi topraklarında yaşayan yoğun Müslüman nüfusu seyreltmek amacıyla bu dönemde adeta soykırıma girişti, milyonlarca Müslüman katledildi, topraklarından çıkarılarak Doğu ve Batı Pakistan’a sürüldü.
O günden bu yana Hind Alt Kıtası’nın din esaslı parçalanmasının Hind Müslümanlarını güçsüzleştirdiği üzerine konuşulmaktadır. Hindistan Devleti’nin resmi rakamlarına göre Hindistan sınırları içerisinde 190 milyon Müslüman yaşadığı bildirilirken gayrı resmi rakamlara göre bu sayı 250-300 milyon arasındadır. Pakistan’ın 190 milyonu, Bangladeş’in de 150 milyonu geçen Müslüman nüfusları toplandığında Hindistan bölünmediği takdirde bugün 600 milyonu geçecek, Müslüman nüfusla açık ara en büyük Müslüman ülke olacaktı. Bunun yanı sıra Müslüman nüfusun Hindistan’ın 900 milyon-1 milyar arasındaki nüfusa sahip Hindularına da sayıca yaklaşacağı, kültürel ve sosyal nedenlerle Müslümanların Hinduları domine etmiş olacağı aşikârdır. Bunun delili de hâlihazırda Hindistan Müslümanlarının nüfusunun en ileri tahminlere göre yüzde 20’yi bulabilmesine rağmen Hindistan’ın sosyal hayatında nüfusa oranlarının çok üzerindeki ağırlıklarıdır.
300 Binden Fazla Sivil Katledildi
1947-1970 döneminde Doğu Pakistan (Bangladeş) nüfusu da Batı Pakistan’dan (Pakistan) daha fazla olmasına rağmen (1970 sonrasında doğum oranlarındaki fark nedeniyle bu tersine döndü.) Batı Pakistan’ın ayrımcılığına uğradı. Devlet kadrolarının yüzde 80’i Batı Pakistanlı, idari merkezlerin tamamı Batı Pakistan’daydı. Devlet yatırımlarında da Doğu ihmal ediliyordu. 300-500 bin kişinin öldüğü 1970 tarihli Doğu Pakistan kasırga felaketine Batı Pakistan’ın ilgisizliği üstüne aynı yıl iki Pakistan’da da gerçekleşen serbest genel seçimlerde (1947 nüfusu baz alınarak 300 üyeli mecliste Batı’ya 138, Doğu’ya 162 sandalye ayrılmıştı.) ayrılık yanlısı sosyalist lider Muciburrahman’ın partisi 160 sandalye kazanarak genel mecliste çoğunluğu elde etmişti. Pakistan ordusu öncülüğünde bu seçim Doğu Pakistan’ın tek parti altında meclisi domine etmesine tepki olarak iptal edildi. Muciburrahman Mart 1971’de bağımsızlık ve isyan çağrısı yaptı. Böylece Bangladeş Savaşı başlamış oldu. Kasım 1971’de savaş Doğu Pakistan’ın Bangladeş ismiyle bağımsızlığını kazanmasıyla sonuçlandı. 8 aylık savaş süresince Pakistan Ordusu tarafından 300 binden fazla sivil katledildi (Bazı tahminler bunun çok üzerindedir.). Sindirmeye yönelik sistematik tecavüz politikası uygulandı. Bağımsızlık kararına zaten bölünen Hind Alt Kıtası’nın daha da bölünmemesi için bölgedeki Cemaat-i İslâmî karşı çıktı. Cemaati İslâmî, katliamları yapanın siyasi irade olduğu ve halkların ve Müslümanların bölünmesinin yanlış olduğu tezi üzerinden birlik yönünde politika izliyordu. Fakat bunda Cemaati İslâmî tek değildir, Hindistan’dan 1947’de gelen mülteciler (çoğunlukla Biharlılar), hatta Muciburrahman’a tepkisel olarak oy veren bazı kesimler de bağımsızlığa, iki Pakistan’ın bölünmesine karşı çıkmış, sonrasında olanlarda ise sessiz kalmışlardır.
Hiçbir Delil Ortaya Konmadı
Savaşın başında Cemaati İslâmî ve Bihar göçmenleri milis kuvvetleriyle Pakistan Ordusu’nun yanında yer alma kararı da alır ama Yaz 1971’den itibaren meydana gelen katliam nedeniyle Cemaat bu işten çekilir, Biharlılar ise devam ederler. Yani Cemaati İslâmî Pakistan yönetiminin katliamlarına tepki göstermiş ve bu nedenle tarafsızlığını duyurmuş ve Pakistan’a verdiği desteği çekmiştir. Bu dönemden sonra da Cemaat katliamlara sessiz kaldığı için eleştirilmiştir. Fakat savaş esnasında aynı yoğunlukta olmasa da Muciburrahman yanlısı bağımsızlıkçı milisler de karşıt kesimlerin sivillerine yönelik katliamlara girişmişlerdir. Pakistan birliklerinin çekilmesinin ardından da intikam saldırıları sürmüştür. 1975’te Muciburrahman idaresinin askeri darbeyle sona ermesinin ardından bu dosyalar, ülke içi huzursuzluğa neden olmaması için kapatıldı. Onun kızı Şeyh Hasina’nın 2009’da iktidara gelmesiyle tekrar eski dosyalar İslâmî Hareketi zayıflatmak ve seküler rejimi güçlendirmek amacıyla açıldı ve ülkedeki İslâmî hareketi sindirme aracına dönüştürülür. O kararlarla hiç ilgisi olmayan, o dönemde henüz çocuk olan isimler bile yargı aracılığıyla hedef alındı. Geçtiğimiz günlerde idam edilen Mutiurrahman Nizami de bu dönemde yeni üniversiteden mezun olmuş bir gençti ve hakkındaki ithamlara dair yönetim hiçbir delil ortaya koymadan kendisini idam etti. Katliam yaptığı ve katliamcıları desteklediği kesin ve suçları adeta faturalı olanların, masum insanları bu ithamlarla idam edip yargıladığı bir dönemdeyiz. En çok katledenlerin en az terörist olduğu ve Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldükleri bir dünyada Bangladeş’te yaşananlar da Türkiye’de ve tüm dünyada İslâm karşıtlığı konusunda ideolojik akraba olanların bu haksızlıkları desteklemesi de aslında normal. İslâm dünyası kendi öz potansiyelleri ile bu haksızlıkların hesabını er ya da geç mutlaka soracaktır.
Star
YAZIYA YORUM KAT