“Bana göre” illeti
İlim geleneğimizle ilişkimizde yaşadığımız kırılmalardan peydâ olan bir sonuç da; gelişigüzel bir şekilde “bana göre, benim düşünceme göre, benim kanaatime göre..” gibi manayı buharlaştıran subjektif hükümler ifade etmek olmuştur.
Düşüncenin namusunun hesabını vermeden bu tarz cümleler kurmak özgüven bile kabul edilmektedir. Bileni de bilmeyeni de, “bana göre” dedikten sonra her şeyi söyleyebileceğini vehmediyor.
İlmî gelenekle ilişkide kırılma yaşanmasaydı bu sözü diline pelesenk etmiş kişiler, nerede “bana göre” denileceğini ve nerede denilemeyeceğini bilirdi. Bu sözün arkasına gizlenerek imal-i fikirde kaçak güreşmezlerdi.
Geçen hafta sonu, 18 Mayıs gecesi, Prof. Dr. Seyyid Muhammed Nakib El Attas’ın kalabalık bir toplulukla yaptığı sohbete katıldım. 82 yaşına rağmen güçlü bir hafızaya ve parlak bir zihne sahip. Malay dünyasının ümmete armağan ettiği bu bilgenin “Eğitim ve Dil / Education and Language” başlıklı konuşması ufuk açıcıydı.
Yaptığı derin sohbetin bir bölümünde “bana göre” diye söze başlamanın asâletsiz karakterine dikkat çekip, izahlar yaptı. Bu meyanda söylediklerini önemli gördüğümden bir kısmını paylaşmadan edemedim:
İlim varlığın hakikatinin tarifidir. Arapça bu manada bir ilim dilidir çünkü hakikati yani varlığı olduğu gibi, sistem içindeki mahiyetini tanımlayan bir tabiata sahiptir.
Ancak Batı dilleri eşyanın hakikatini tarif etmeye musait diller değillerdir. Böyle olmadığından hakikati tarif etmek yerine yorumunu yapmakta ve kelimelerin manasında ihtilafa düşmektedirler. Mesele kelimenin yorumu olunca da, “Bana göre, benim düşünceme göre..” gibi ucu açık hakikat tanımlamaları yapmak kaçınılmaz olmaktadır.
Hakikatin tanımlanmasında İslâm dilinde “bana göre”ye yer yoktur, çünkü varlığın hakikati tektir ve bu da Arapça dilinin mana ikliminde sabittir. Subjektiflik ise; hakikate dair tefekkür etmekte veya sentez yapmada mümkündür. Ancak bir şeyin manası, onun sistemdeki yerini tesbitle alakalı olduğundan, onu olduğu gibi tarif edersin, yorum yapmazsın.
Büyük sahabi İbn Abbas (ra.anh) Kur’an âyetlerinin manasına vâkıf olmak için Câhiliye devrinde yazılmış şiirleri ezBerlerdi, çünkü âyetlerin manasını Arap dilinde sâbit olduğu şekliyle tesbit etmeye çalışırdı.
Manayı tesbit sadedinde hiçbir medeniyete nasip olmadığı kadar İslâm ilim geleneğinde eski devirlerden beri devasa kamuslar yazılmıştır. Avrupa’da yazılmış kamuslar ise modern döneme aittir. Zamanında mana tesbit edilmediğinden yoruma sığınmak kaçınılmaz olmuştur. Mana İslâm’da yani Arapça dilinde baştan beri tesbit edildiğinden Arapça’da kelimelere istediğiniz anlamı yükleyemez, bana göre diyemezsiniz.
Toplumun ilmî, entelektüel, dinî, manevî ve dil meselelerinde belirleyici otoritesi olamaz, bu sahalar ilim ehlinin alanıdır. Toplumun sadece siyasette otoritesi vardır, ehil gördüğü liderlere ve partiye oy verebilir, iktidara getirebilir, ancak bana göre diyerek manayı tahrif edemez. Buna müsamaha göstermek bir cinnet hâlidir.
Kur’an’da birçok kez geçen, “İnsanların çoğu bilmez” âyetiyle bu sözlerine delil getirdi. Özetlediğimiz bu ifadelerden yola çıkarak kimse Nakib El Attas’ın yorumu reddettiğini iddi edemez, zira kendisi büyük bir yorumcudur. Onun kastı, bir şeyin hakikatini önce olduğu gibi ortaya koymak, ki bunda ihtilaf olmaz, sonra yapılacaksa ve buna imkân varsa yorum yapmaktır.
Osmanlı sonrası ulus devletler Osmanlıca, Arapça vs. Müslüman dilleri üzerinde katı mühendislik projelerini boşuna uygulamadılar. Hafızayı yok etmenin ve dili yoruma açmanın ve böylece manayı buharlaştırmanın bir yoluydu bu. Tahrif edilen dil üzerinden bol keseden “bana göre” demenin önü de açılmış oldu..
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT